ERTUĞRUL ÖZKÖK ENTELEKTÜEL Mİ, YOKSA KURNAZ MI?

Ertuğrul Özkök iyi yetişmiş, bilgili, pazarlama becerisi yüksek bir aydındır ama, entelektüel filan değildir. Bunu savlamak,`intellingentsia´nın ruhuna saygısızlık olur...

ENTELEKTÜEL DEĞİL, KURNAZ...

Hilmi Yavuz´a sorarsanız, `Ertuğrul Özkök iyi yetişmiş bir entelektüeldir, ama kaptan köşküne oturalı bu vasfını büyük ölçüde unutmuştur...´

Öyle mi gerçekten?

Merak etmeyin, `entelektüel´ tartışmasına girecek değilim. Burası onun yeri değil. Niyetim, küçük bir ihtirazi kayıt düşüp, çoğunluğun bir değer atfettiği bu `iyi yetişmiş´ şahsın ne kadar kurnaz bir adam olduğunu ortaya koymak.

Evet, Ertuğrul Özkök iyi yetişmiş, bilgili, pazarlama becerisi yüksek bir aydındır ama, entelektüel filan değildir. Bunu savlamak, `intellingentsia´nın ruhuna saygısızlık olur...

Bu konuda benim kıstasım çok basit:

Entelektüel olmanın ön şartı `soyutlayabilme´ becerisine sahip olmaktır.

Bilgi sahibi olabilirsiniz, kavramsal bir dünyadan seslenebilirsiniz, acayip parlak cümleler kurabilirsiniz ama, soyutlayabilme becerisinden uzaksanız, entelektüel filan olamazsınız. Sadece Emre Kongar gibi, gözlük takan, ağzı laf yapan, ikide birde partnerinin sözünü kesen sıradan bir okur-yazar olursunuz ki, çok şükür cennet vatanda bunlardan mebzul miktar var.

Beceri derken de, aslında, `meleke´den söz ediyorum.

Hem akılla elde edilebilecek, hem de bahşedilmiş bir şey bu. Biraz da empati denilen şeyle ilgili bir şey... Görgüyle ilgili bir şey... Mesela, `empati´ duygusu gelişmemiş insanlarda, soyutlayabilme becerisi gelişmiyor.

Hilmi Yavuz´un `yitirilmiş entelektüel´ saydığı Ertuğrul Özkök, sık sık sosyolog olduğunu yazıyor. Mesela, `Ben bir sosyolog olarak şöyle bakıyorum´ cümlesini çok sık kullanıyor.

Biz onu iletişimci biliyorduk; erken entelektüellik döneminde `kitle iletişimi ve iktidar´ meselelerine kafa yormuş, bir de bugünün dünyası için anakronik kaçacak bir kitap yazmıştı. Demek ki aynı zamanda sosyologmuş ve dünyaya sosyolog gözüyle bakıyormuş.

Peki, bir sosyolog nasıl bakar?

Herhalde baktığı şeyle ilgili tüm verileri, tüm `parametreleri´ dikkate alır, hükmünü ona göre verir.

Fakat Ertuğrul Özkök bakmıyor bile... Baktığı zaman da görmüyor. Daha doğrusu görmek istemiyor. Bazen de `kurnazlık´ yapıp, dikkate alması gereken en temel parametreyi gözden kaçırıyor.

Mesela dünkü yazısından şu bölüm:

`PKK bunca terör olayı yaparken bir tek Türk vatandaşı, bu ülkenin bir Kürt vatandaşının evinin kapısına işaret koymadı... Ülkenin her şehrinden, kasabasından şehit cenazeleri kalkarken, ülkenin tek Kürt vatandaşına saldırı olmadı. Evi taşlanmadı, canına kastedilmedi...´

Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Özkök, `Kürt meselesi´ yahut meşrebinize göre `Güneydoğu meselesi´ne bakıyor. Daha doğrusu `bakar gibi´ yapıp aba altından sopa gösteriyor. Öyle bir bakış ki, insanın, `Yahu nasıl düşünemedik, gidelim de şunların kapısına birer işaret koyalım´ diyesi geliyor.

Peki, (Özkök´ün sözcükleriyle söylersek) Avrupa dediğimiz medeniyetin beşiği olan kıtanın tam orta yerinde, Yugoslavya´da, neredeyse her etnik grup, ötekine ait evlerin kapısına ya haç, ya hilal çizerken, işaretlenen evler saldırıya uğrarken bizde niçin böyle şeyler olmuyor?

Niçin mi?

`Çok basit´, diyor Özkök, `İnsanlığımızdan, birlikte yaşama azmimizden, komşuluk duygularımızdan.´

Bu kadar basit mi gerçekten?

Sadece insanlığımız, birlikte yaşama azmimiz, komşuluk duygularımız mı bazı tatsız şeylerin olmasına engel?

Diyelim ki öyledir (bence de öyledir), o zam