ERTUĞRUL ÖZKÖK BİR HÜRRİYET YAZARINA FENA SİNİRLENDİ!..MEĞER BİZİM MAHALLEDE DE ÜLKÜDAŞ GAZETECİLER VARMIŞ DİYEN ÖZKÖK'Ü YAZILARIYLA KİM SİNİRLENDİRDİ?..
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök kendi gazetesindeki bir köşe yazarının yazılarına sinirlendi. Gerginlik yaratmamak için başta bu yazar olmak üzere birçok konuya sessiz kaldığını yazan Özkök'ü kızdıran kim?..
Bizim mahallenin `ülküdaşları´
ÖNCEKİ gün gazeteyi hazırlarken şöyle bir tartışma yaptık. O sabah Hürriyet ve Vatan gazetelerinde, Cumhurbaşkanlığı´nın internet sitesinde, Abdullah Gül´ün eşi Hayrünnisa Gül´ün fotoğraflarının bulunmadığı yolunda bir haber vardı.
Köşk o gün apar topar Hayrünnisa Gül ile eşinin yan yana çekilmiş bir fotoğrafını siteye koydu.
Ancak fotoğrafın ince bir özelliği vardı.
Cumhurbaşkanlığı çifti, bir cami silûeti önünde poz vermişti.
Tabii akla hemen şu manşet geliyordu:
"İlk fotoğraf cami önünde."
Bazı arkadaşlarımız manşet yapalım dedi, bazılarımız itiraz etti.
Sonunda hepimiz, "Gerginlik yaratmayalım" düşüncesiyle bundan vazgeçtik.
Vazgeçtik ama, ben her zamanki gibi şunu sormadan duramadım.
Böyle bir günde oraya konulacak ilk fotoğraf bu mu olmalıydı?
Ya sabahın körüne resepsiyon koyma formülü...
Yani bu ülkede "Gerginlik yaratmayalım" endişesini sadece gazeteciler mi taşımalıydı?
Önümüze bir haber daha düşüyor.
Askerler Çankaya´daki davete katılmayacaklarmış.
Çünkü o gün yeni komutanları ziyaretler varmış.
Çankaya ile Genelkurmay gizli bir savaşa girişmiş.
Haber önemli değil mi?
Öyle ama, içimizdeki aynı ses yine yükseliyor:
"Aman gerginlik yaratmayalım."
Biz yaratmayalım da, bu haberlerin konusu olan insanlar?
Üstelik gerginlik çıkarmamaya çalıştığımız için kimse de bize aferin demeyecek.
Tam aksine, oradan buradan, herkesin kendi imanına göre, "Neden görmüyorsun haberi kardeşim" diye her türlü hakareti yiyeceksin.
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir...
Üç cümle içine öyle semboller yerleştirmiş ki, insanın sinirlenmemesi mümkün değil.
"Savaşsa savaş" diyor. "Diyarbakır kalemizdir" diyor.
Onunla yetinmiyor, "Ankara´nın su ihtiyacı için su mühendisi gönderelim" diyor.
Yani meydan okuyor, hem alay ediyor, aşağılıyor.
Bazı arkadaşlarımız yine itiraz ediyor:
"Şimdi durup dururken Türk-Kürt gerginliği çıkarmayalım."
Yani o beyefendi gerginlik çıkarıp çıkarmamayı hiç düşünmeyecek, hatta durup dururken maraza çıkaracak.
Ama siz "sorumlu gazetecilik" yapıp, bunu görmezden geleceksiniz.
Dördüncü örnek, Hürriyet Gazetesi´nden.
Bizim mahallenin sakinleri de o kadar masum değil.
Arkadaşımız Hadi Uluengin, Türkiye´nin "İkinci Cumhuriyete", onunla da yetinmeyip, "Beşinci Cumhuriyete geçiş zaferini" kutluyor.
Kutlasın, hiç itirazım yok. Sonunda kendi düşüncesi.
Orada kalsa iyi ama coşkusu o hale gelmiş ki, artık duygu kontrolü falan kalmamış. Hakaret gırla gidiyor.
Üstelik sadece kendi kutlamıyor, "ülküdaşlarını" da zafer törenine davet ediyor.
Ben günlerden beri "mücahit" gazetecileri eleştiriyordum.
Meğer bizim mahallede de "ülküdaş gazeteciler", dava adamları varmış.
Ülküdaşının adını da veriyor: Mehmet Altan.
Şimdi siz bu kavramı sevdiniz mi?
Ben sevmedim.
Yapacak bir şey yok, ama içimdeki şeytan beni dürtüyor ve itirazımı yüksek sesle dile getirmekten kendimi alıkoyamıyorum.
İşte size küçük bir Türkiye "potpurisi".
Kimisi laik, kimisi "mümin", kimisi güya liberal, kimisi sözde demokrat.
Onlar ağzına geleni söyleyecek, kışkırtacak, hakaret edecek, maraza çıkaracak, işine geleni yapacak...
Size de hep dayak yemek düşecek.
Neden?
Sırf gerginlik yaratmamaya çalıştığınız için...
http:/
ÖNCEKİ gün gazeteyi hazırlarken şöyle bir tartışma yaptık. O sabah Hürriyet ve Vatan gazetelerinde, Cumhurbaşkanlığı´nın internet sitesinde, Abdullah Gül´ün eşi Hayrünnisa Gül´ün fotoğraflarının bulunmadığı yolunda bir haber vardı.
Köşk o gün apar topar Hayrünnisa Gül ile eşinin yan yana çekilmiş bir fotoğrafını siteye koydu.
Ancak fotoğrafın ince bir özelliği vardı.
Cumhurbaşkanlığı çifti, bir cami silûeti önünde poz vermişti.
Tabii akla hemen şu manşet geliyordu:
"İlk fotoğraf cami önünde."
Bazı arkadaşlarımız manşet yapalım dedi, bazılarımız itiraz etti.
Sonunda hepimiz, "Gerginlik yaratmayalım" düşüncesiyle bundan vazgeçtik.
Vazgeçtik ama, ben her zamanki gibi şunu sormadan duramadım.
Böyle bir günde oraya konulacak ilk fotoğraf bu mu olmalıydı?
Ya sabahın körüne resepsiyon koyma formülü...
Yani bu ülkede "Gerginlik yaratmayalım" endişesini sadece gazeteciler mi taşımalıydı?
Önümüze bir haber daha düşüyor.
Askerler Çankaya´daki davete katılmayacaklarmış.
Çünkü o gün yeni komutanları ziyaretler varmış.
Çankaya ile Genelkurmay gizli bir savaşa girişmiş.
Haber önemli değil mi?
Öyle ama, içimizdeki aynı ses yine yükseliyor:
"Aman gerginlik yaratmayalım."
Biz yaratmayalım da, bu haberlerin konusu olan insanlar?
Üstelik gerginlik çıkarmamaya çalıştığımız için kimse de bize aferin demeyecek.
Tam aksine, oradan buradan, herkesin kendi imanına göre, "Neden görmüyorsun haberi kardeşim" diye her türlü hakareti yiyeceksin.
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir...
Üç cümle içine öyle semboller yerleştirmiş ki, insanın sinirlenmemesi mümkün değil.
"Savaşsa savaş" diyor. "Diyarbakır kalemizdir" diyor.
Onunla yetinmiyor, "Ankara´nın su ihtiyacı için su mühendisi gönderelim" diyor.
Yani meydan okuyor, hem alay ediyor, aşağılıyor.
Bazı arkadaşlarımız yine itiraz ediyor:
"Şimdi durup dururken Türk-Kürt gerginliği çıkarmayalım."
Yani o beyefendi gerginlik çıkarıp çıkarmamayı hiç düşünmeyecek, hatta durup dururken maraza çıkaracak.
Ama siz "sorumlu gazetecilik" yapıp, bunu görmezden geleceksiniz.
Dördüncü örnek, Hürriyet Gazetesi´nden.
Bizim mahallenin sakinleri de o kadar masum değil.
Arkadaşımız Hadi Uluengin, Türkiye´nin "İkinci Cumhuriyete", onunla da yetinmeyip, "Beşinci Cumhuriyete geçiş zaferini" kutluyor.
Kutlasın, hiç itirazım yok. Sonunda kendi düşüncesi.
Orada kalsa iyi ama coşkusu o hale gelmiş ki, artık duygu kontrolü falan kalmamış. Hakaret gırla gidiyor.
Üstelik sadece kendi kutlamıyor, "ülküdaşlarını" da zafer törenine davet ediyor.
Ben günlerden beri "mücahit" gazetecileri eleştiriyordum.
Meğer bizim mahallede de "ülküdaş gazeteciler", dava adamları varmış.
Ülküdaşının adını da veriyor: Mehmet Altan.
Şimdi siz bu kavramı sevdiniz mi?
Ben sevmedim.
Yapacak bir şey yok, ama içimdeki şeytan beni dürtüyor ve itirazımı yüksek sesle dile getirmekten kendimi alıkoyamıyorum.
İşte size küçük bir Türkiye "potpurisi".
Kimisi laik, kimisi "mümin", kimisi güya liberal, kimisi sözde demokrat.
Onlar ağzına geleni söyleyecek, kışkırtacak, hakaret edecek, maraza çıkaracak, işine geleni yapacak...
Size de hep dayak yemek düşecek.
Neden?
Sırf gerginlik yaratmamaya çalıştığınız için...
http:/