Ertuğrul Özkök: Ahmet Kaya yaşasaydı, bugün içeride mi olurdu, yoksa dışarıda mı?
"Dışarı gidip vatan hasretiyle sürünmek mi....Yoksa içeride kalıp süründürülmek mi..."
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, gazeteci Cengiz Çandar ile Paris'te tanıştığını belirterek "Şahsen tanıdığım ilk sürgün Cengiz Çandar’dı. Bugünlerde de sürgünde arkadaşlarım var. İçeride olanlar da. Dışarı gidip vatan hasretiyle sürünmek mi; yoksa içeride kalıp süründürülmek mi? Allah kimseyi böyle insanı delik deşik edecek bir tercihle karşı karşıya bırakmasın" dedi. Ahmet Kaya'nın "İstanbul’u çok özledim. Çocuklarımı özledim. Ailem orada. Burada en güzel Fransız şaraplarını içiyorum. Paris’te gezmek varken ne diye Kartal Cezaevi’nde yatayım ki?" ifadesini hatırlatan Özkök, "Anlattığı şey, Türkiye’yi anavatanı gören bir insanın hasreti değil mi. Yaşasaydı, bugün içeride mi olurdu, yoksa dışarıda mı?" diye yazdı.
Ertuğrul Özkök'ün "Paris'te gezmek varken niye Kartal Cezaevi ki..." başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bizim kuşaklarımız “sürgün” kelimesi ile ilk defa tarih kitaplarında tanıştı.
* * *
Namık Kemal... Mithat Paşa...
Sonra Nâzım Hikmet gelir...
* * *
Sürgüne bile gidemeyip, sınırın üç adım berisinde öldürülenler de vardır...
Sabahattin Ali gibi...
* * *
Şahsen tanıdığım ilk sürgün Cengiz Çandar’dı...
Paris’te tanımıştım. Sonra Zülfü Livaneli ile tanıştım...
Bugünlerde de sürgünde arkadaşlarım var...
İçeride olanlar da...
Dışarı gidip vatan hasretiyle sürünmek mi....
Yoksa içeride kalıp süründürülmek mi...
Allah kimseyi böyle insanı delik deşik edecek bir tercihle karşı karşıya bırakmasın...
* * *
Dün “Ot” dergisinin son sayısında Ahmet Kaya’nın neler hissettiğini okudum...
Şöyle anlatıyordu sürgünlük duygusunu:
“İstanbul’u çok özledim... Çocuklarımı özledim... Ailem orada. Burada en güzel Fransız şaraplarını içiyorum. Paris’te gezmek varken ne diye Kartal Cezaevi’nde yatayım ki?
Ama sokakta Türkçe küfreden polisimizi bile özledim gözüm, gerisini sen düşün.Kükürt kokan havasını, içilemeyen suyunu, Boğaz’da balık kokusunu, ülkemi, hüzünlü şarkılarla yaşama umutla sarılmasını bile, ülkemin insanlarını özledim...”
* * *
Anlattığı şey, Türkiye’yi anavatanı gören bir insanın hasreti değil mi...
* * *
Okurken bir de şunu merak ettim. Yaşasaydı, bugün içeride mi olurdu, yoksa dışarıda mı...
Ertuğrul Özkök'ün "Paris'te gezmek varken niye Kartal Cezaevi ki..." başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bizim kuşaklarımız “sürgün” kelimesi ile ilk defa tarih kitaplarında tanıştı.
* * *
Namık Kemal... Mithat Paşa...
Sonra Nâzım Hikmet gelir...
* * *
Sürgüne bile gidemeyip, sınırın üç adım berisinde öldürülenler de vardır...
Sabahattin Ali gibi...
* * *
Şahsen tanıdığım ilk sürgün Cengiz Çandar’dı...
Paris’te tanımıştım. Sonra Zülfü Livaneli ile tanıştım...
Bugünlerde de sürgünde arkadaşlarım var...
İçeride olanlar da...
Dışarı gidip vatan hasretiyle sürünmek mi....
Yoksa içeride kalıp süründürülmek mi...
Allah kimseyi böyle insanı delik deşik edecek bir tercihle karşı karşıya bırakmasın...
* * *
Dün “Ot” dergisinin son sayısında Ahmet Kaya’nın neler hissettiğini okudum...
Şöyle anlatıyordu sürgünlük duygusunu:
“İstanbul’u çok özledim... Çocuklarımı özledim... Ailem orada. Burada en güzel Fransız şaraplarını içiyorum. Paris’te gezmek varken ne diye Kartal Cezaevi’nde yatayım ki?
Ama sokakta Türkçe küfreden polisimizi bile özledim gözüm, gerisini sen düşün.Kükürt kokan havasını, içilemeyen suyunu, Boğaz’da balık kokusunu, ülkemi, hüzünlü şarkılarla yaşama umutla sarılmasını bile, ülkemin insanlarını özledim...”
* * *
Anlattığı şey, Türkiye’yi anavatanı gören bir insanın hasreti değil mi...
* * *
Okurken bir de şunu merak ettim. Yaşasaydı, bugün içeride mi olurdu, yoksa dışarıda mı...