ERSİN KALKAN'IN HÜRRİYET'TEN KOVULMASINDA BENİM DE TAKSİRİM VAR...
Fehmi Koru, Ersin Kalkan'ın sonunu getiren sürece bilmeden hangi katkıyı yaptı?
Sonuç almış bir gammazlık öyküsü
Adama ’Ganj nehri kenarında oturduğunu sanan Buda’cık’ diye andığım günlerde bile içten içe takdirlerimi koruduğumu itiraf edeyim. Eleştiriye tahammüllü, mahalle baskısına direnen ve gammazlıktan uzak durabilen biri görüntüsünü verdiği için...
Halbuki tam bir Buda mukallidiymiş... Yıllardır birlikte olduğu, gazetesine haber ve röportajlarıyla zenginlik katmış, dostluğuyla kendini farklı boyutlara taşımış bir arkadaşını kapını önüne koydurmuş...
Kendisi kovmamış da, o boşalttıktan sonra koltuğunu dolduran yeni yayın yönetmenine gammazlamış... "At bunu" demiş... Bunca yıldır Hürriyet’te bulunmasına, uzun meslek hayatı boyunca Doğan Grubu dışında bir yerde neredeyse hiç çalışmamış olmasına bakmamış, ödülleri çekmeceleri dolduran Ersin Kalkan’ı kovdurmuş...
İçten içe "Adama bühtan mı ediyorum, nedir?" diye düşünmem, olmayan sabrına ve hiç bulunmayan hoşgörüsüne tav olmaya hazır beklemem boşunaymış... "Bu adam gerçekten Ganj nehri kıyısında duran Buda, onun kadar kendini boşvermiş, Nirvana’ya gözünü dikmiş biri... Çağdaş bir derviş... Hatta bir ermiş..." diye düşünmem temelsizmiş...
Düpedüz bir ’gammaz’ imiş, içten pazarlıklı bir ’gammaz’ hem de...
Acaba patronuna da "Bunu atalım" demesi gerekti mi? Yoksa yeni yayın yönetmeni yeterli mi oldu bu kovma işi için?
Hani uzunca bir süredir patronuna "Onu at, beni al" dediğimi ısrarla yazıp duruyor ya, hiç değilse bundan, şimdilerde herkese yaşattığı sürprize açık olmalıydım.
Şöyle düşünmem daha doğru olurmuş: "Böyle lâfların edilebildiğini, birinin patronların kulağına ’At onu’ türü telkinler fısıldayabildiğini düşünen biri, kendisi herhalde öyle davranır, düşman bellediği kişinin patronunu tanısa onun kulağına aynen o cümleyi fısıldar..."
Ne bileyim ben, herkesi kendim gibi sandığımdan, burada "Kime böyle bir şeyi, ne zaman söylemişim?" diye nafile yere meydan okuyup durdum. Sonunda patronunu tanık bile gösterdim, "Eğer kendisine böyle bir telkinde bulunmuşsam söylesin" diye...
Aydın Bey kimbilir nasıl gülmüştür bana...
İddia o ki, ağzından köpükler saçarak başkalarına "Gammaz" diye saldıran çalışanı, yerine gelen yönetmene "Onu at" diye birini gammazlamış; gazetenin patronu bunu bilmez mi? Sonunda kovulan kişinin tazminatı kendi kasasından çıkacaksa, bilir elbette...
Üzgünüm, ama doğru: Ersin Kalkan’ın Hürriyet’ten kovulmasında benim de taksirim var...
Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde (19 Ocak 2010), Ali Bayramoğlu, "Orada mısın Ertuğrul, kendini görüyor musun?" diye haykıran bir yazı yazmış, cinayetten dönemin Hürriyet gazetesinin yayınlarını suçlamıştı. Hrant Dink, Agos’ta Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğunu yazmış, kimselerin görmediği bu haberi Hürriyet manşetine taşımıştı.
Kıyamet koparmıştı haber... Hrant Dink Valiliğe çağrılmış, iki MİT mensubunun önünde bir vali yardımcısı tarafından tehdit edilmişti...
Bayramoğlu’nun "Ertuğrul" diye seslendiği kişi, "Bu haberi Ersin Kalkan adlı arkadaşımız yaptı. / Ersin Kalkan kimdir? / Öğrenmek istiyorsanız gidip ’Agos’ gazetesinde çalışanlara sorun" diye meydan okuyarak cevap verdi suçlamaya...
Agos’ta çalışanlara sormama gerek bırakmayan bir gelişme oldu: "Hrant cinayetinde Hürriyet’in günahı var mıydı?" sorusunu Agos’un kendisi Ersin Kalkan’a sordu (29 Ocak). "Vardı" diye geldi ayrıntılı cevap. Kalkan, o dönemde Hürriyet’te yapılan kışkırtıcı neşriyata tanıklık etti.
Benim taksirim bu noktada başlıyor: Tıpkı Sabiha Gökçen haberi onun tarafından Hürriyet’e taşınmasa sadece Agos’ta kalsa gürültü kopmayacağı gibi, Hürriyet’le ilgili olumsuz tanıklık sırf Agos sayfalarında kalsa herhalde görmezden gelinirdi; ben o tanıklığı Agos’tan aldım ve buraya taşıdım (’Bu tanık olmadı, başka tanık lütfen...’, 5 Şubat).
Ersin Kalkan’ın Doğan Grubu’nda sonunu getiren sürece bilmeden yaptığım katkım bu.
Agos’taki tanıklığın Kulis’e taşınması üzerine, kendisini ’Ganj nehri kenarında Buda’ sanan gazete yönetmeni, halefine, "Bunu at" diye baskı yapmaya başlamış... Yeni yönetmen atılması istenen gazetecinin çok eski ve yakın arkadaşıymış... "Şimdi atarsak doğrudan bu olayla irtibatlanır" aklını o vermiş...
Beklemişler ve iş bulmanın iyice zorlaştığı yaz aylarının başında çıkışını vermişler... Geçen hafta...
Tam bir Bizans ayak oyunu, sizin anlayacağınız...
Hoşgörüsüzlük var... Gammazlık var... Hesapçılık var... İhanet var... Acımasızlık var...
Tepeden baktığında gördüğü Ayamama Deresi’ni Ganj Nehri sanan, kendisini çağdaş bir ermiş gibi satmaya çalışan, önüne geleni ’gammazlık’ ile suçlayan kişiye ne desem şimdi ben?
En iyisi hiçbir şey demeyeyim...
Taha Kıvanç/Yeni Şafak
Adama ’Ganj nehri kenarında oturduğunu sanan Buda’cık’ diye andığım günlerde bile içten içe takdirlerimi koruduğumu itiraf edeyim. Eleştiriye tahammüllü, mahalle baskısına direnen ve gammazlıktan uzak durabilen biri görüntüsünü verdiği için...
Halbuki tam bir Buda mukallidiymiş... Yıllardır birlikte olduğu, gazetesine haber ve röportajlarıyla zenginlik katmış, dostluğuyla kendini farklı boyutlara taşımış bir arkadaşını kapını önüne koydurmuş...
Kendisi kovmamış da, o boşalttıktan sonra koltuğunu dolduran yeni yayın yönetmenine gammazlamış... "At bunu" demiş... Bunca yıldır Hürriyet’te bulunmasına, uzun meslek hayatı boyunca Doğan Grubu dışında bir yerde neredeyse hiç çalışmamış olmasına bakmamış, ödülleri çekmeceleri dolduran Ersin Kalkan’ı kovdurmuş...
İçten içe "Adama bühtan mı ediyorum, nedir?" diye düşünmem, olmayan sabrına ve hiç bulunmayan hoşgörüsüne tav olmaya hazır beklemem boşunaymış... "Bu adam gerçekten Ganj nehri kıyısında duran Buda, onun kadar kendini boşvermiş, Nirvana’ya gözünü dikmiş biri... Çağdaş bir derviş... Hatta bir ermiş..." diye düşünmem temelsizmiş...
Düpedüz bir ’gammaz’ imiş, içten pazarlıklı bir ’gammaz’ hem de...
Acaba patronuna da "Bunu atalım" demesi gerekti mi? Yoksa yeni yayın yönetmeni yeterli mi oldu bu kovma işi için?
Hani uzunca bir süredir patronuna "Onu at, beni al" dediğimi ısrarla yazıp duruyor ya, hiç değilse bundan, şimdilerde herkese yaşattığı sürprize açık olmalıydım.
Şöyle düşünmem daha doğru olurmuş: "Böyle lâfların edilebildiğini, birinin patronların kulağına ’At onu’ türü telkinler fısıldayabildiğini düşünen biri, kendisi herhalde öyle davranır, düşman bellediği kişinin patronunu tanısa onun kulağına aynen o cümleyi fısıldar..."
Ne bileyim ben, herkesi kendim gibi sandığımdan, burada "Kime böyle bir şeyi, ne zaman söylemişim?" diye nafile yere meydan okuyup durdum. Sonunda patronunu tanık bile gösterdim, "Eğer kendisine böyle bir telkinde bulunmuşsam söylesin" diye...
Aydın Bey kimbilir nasıl gülmüştür bana...
İddia o ki, ağzından köpükler saçarak başkalarına "Gammaz" diye saldıran çalışanı, yerine gelen yönetmene "Onu at" diye birini gammazlamış; gazetenin patronu bunu bilmez mi? Sonunda kovulan kişinin tazminatı kendi kasasından çıkacaksa, bilir elbette...
Üzgünüm, ama doğru: Ersin Kalkan’ın Hürriyet’ten kovulmasında benim de taksirim var...
Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde (19 Ocak 2010), Ali Bayramoğlu, "Orada mısın Ertuğrul, kendini görüyor musun?" diye haykıran bir yazı yazmış, cinayetten dönemin Hürriyet gazetesinin yayınlarını suçlamıştı. Hrant Dink, Agos’ta Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğunu yazmış, kimselerin görmediği bu haberi Hürriyet manşetine taşımıştı.
Kıyamet koparmıştı haber... Hrant Dink Valiliğe çağrılmış, iki MİT mensubunun önünde bir vali yardımcısı tarafından tehdit edilmişti...
Bayramoğlu’nun "Ertuğrul" diye seslendiği kişi, "Bu haberi Ersin Kalkan adlı arkadaşımız yaptı. / Ersin Kalkan kimdir? / Öğrenmek istiyorsanız gidip ’Agos’ gazetesinde çalışanlara sorun" diye meydan okuyarak cevap verdi suçlamaya...
Agos’ta çalışanlara sormama gerek bırakmayan bir gelişme oldu: "Hrant cinayetinde Hürriyet’in günahı var mıydı?" sorusunu Agos’un kendisi Ersin Kalkan’a sordu (29 Ocak). "Vardı" diye geldi ayrıntılı cevap. Kalkan, o dönemde Hürriyet’te yapılan kışkırtıcı neşriyata tanıklık etti.
Benim taksirim bu noktada başlıyor: Tıpkı Sabiha Gökçen haberi onun tarafından Hürriyet’e taşınmasa sadece Agos’ta kalsa gürültü kopmayacağı gibi, Hürriyet’le ilgili olumsuz tanıklık sırf Agos sayfalarında kalsa herhalde görmezden gelinirdi; ben o tanıklığı Agos’tan aldım ve buraya taşıdım (’Bu tanık olmadı, başka tanık lütfen...’, 5 Şubat).
Ersin Kalkan’ın Doğan Grubu’nda sonunu getiren sürece bilmeden yaptığım katkım bu.
Agos’taki tanıklığın Kulis’e taşınması üzerine, kendisini ’Ganj nehri kenarında Buda’ sanan gazete yönetmeni, halefine, "Bunu at" diye baskı yapmaya başlamış... Yeni yönetmen atılması istenen gazetecinin çok eski ve yakın arkadaşıymış... "Şimdi atarsak doğrudan bu olayla irtibatlanır" aklını o vermiş...
Beklemişler ve iş bulmanın iyice zorlaştığı yaz aylarının başında çıkışını vermişler... Geçen hafta...
Tam bir Bizans ayak oyunu, sizin anlayacağınız...
Hoşgörüsüzlük var... Gammazlık var... Hesapçılık var... İhanet var... Acımasızlık var...
Tepeden baktığında gördüğü Ayamama Deresi’ni Ganj Nehri sanan, kendisini çağdaş bir ermiş gibi satmaya çalışan, önüne geleni ’gammazlık’ ile suçlayan kişiye ne desem şimdi ben?
En iyisi hiçbir şey demeyeyim...
Taha Kıvanç/Yeni Şafak