ERMENİ OLSAYDIM AKİT'TEKİ İFADELERDEN RAHATSIZ OLURDUM!
T24'ten Hazal Özvarış, nefret söylemi eleştirilerini Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya'yla konuştu.
- AKP'nin 4. Olağan Kongresi'nde 6 gazete ve 2 televizyon kanalına akreditasyon yasağı uygulandı. Uzun bir dönem akreditasyon engeli yaşayan bir gazetenin genel yayın koordinatörü olarak AKP'nin bu kararını siz nasıl değerlendirdiniz?
AK Parti gazete ve kanalları davet etseydi daha şık olurdu. Ama Sayın Başbakan'ın bazı olaylarda duygusal tepkileri daha keskin olabiliyor. Bu olayda da Başbakan, "Bu benim özel toplantım, ister davet ederim, ister etmem" dedi. Bunun kendisi açısından haklı gerekçeleri var. Bazı gazeteler, eleştiri sınırlarının da ötesinde hakaret ediyorlar ve çok ağır ifadeler kullanıyorlar. Bu Başbakan’ı kızdırmış olabilir.
Bununla ilgili muhalefet partilerinin, özellikle de CHP'nin tavrı "Gazeteler davet edilmediyse, biz de gelmiyoruz" oldu. Ama Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun da şunu bilmesi lazım; CHP bu gazeteye hâlâ ambargo uygulamakta. Akit’in CHP Genel Merkezi'ne resmi olarak alınıp alınmadığını bilmiyorum, ama CHP’nin birçok basın toplantısı ve etkinliğine Akit'in davet edilmediğini iyi biliyorum.
‘Akreditasyon yasağına en önce gazeteciler teşne’
- Eğer CHP Akit'e bunu yapıyorsa elbette savunulamaz. Ancak literatüre Genelkurmay'ın soktuğu akreditasyonu AKP uygulayınca “Yapılmasa daha şık olurdu” demekle birlikte “Erdoğan’ın haklı gerekçeleri” olduğundan bahsediyorsunuz. İnsanların aklına takılacaktır; "Hasan Karakaya için yanlışı kimin yaptığı mı önemli?"
Ne Genelkurmay'ın, ne AK Parti'nin, ne MHP'nin, ne de CHP'nin medyaya karşı tavır takınmasını, ambargo uygulamasını doğru buluyorum. Bunu tasvip etmek mümkün değil. Ama medyada aydın dediğimiz bazı arkadaşlarımız da maalesef aynı zihniyeti taşıyorlar. Biz, akredite uyguladığı için Genelkurmay'ı da, Erdoğan'ı da eleştiriyoruz. Ama bazı arkadaşlarımız gerek gazetelere verdiği demeçlerde, gerek televizyonlarda "kendilerinin hedef gösterildiğini" iddia ederek bu gazetenin yöneticisinin, yani benim Sayın Başbakan'ın ve Cumhurbaşkanı'nın uçağında ne işim olduğunu soruyorlar ve "Bu gazeteye karşı bir akredite uygulanmalı!" diyorlar. Gazetecilerin akredite uygulamasını teşvik ettiği bir ortamda siyasilerin de, devlet kurumlarının da bunu yapmasına şaşırmamak lazım. Akreditasyon yasağına en önce gazeteciler teşne.
‘‘Başbakan’ın uçağına kim, kaç kez bindi’ listesi ayıp ve aşağılık’
- Siz, Başbakan'ın uçağına en sık davet edilen gazete olmanızı neye yoruyorsunuz?
Öncelikle bu sorunun arka planını aktarmak istiyorum. Ben Başbakan'ın uçağına ilk kez 2004'te, Moğolistan’a gitmek üzere bindim. O zaman Cumhuriyet, Milliyet, Vatan, Akşam gibi birçok gazete benim için şu cümleleri kullandı:“Başbakan uçağına alıyor ama hep Doğu ülkelerine götürüyor, hiç Avrupa ülkesine götürmedi." Bundan sonra Sayın Başbakan'la Viyana'ya gittim. Daha sonraki haberlerde "Üç geziden birine götürülüyor" denildi. Hangi gazetecilerin, kaç kez, nereye götürüldüğünün listelerini tuttular. Bence bu çok ayıp ve aşağılık bir şeydi.
- AKP'nin 10 yıllık iktidarı boyunca uçağa davet edilenler listesinde değişim yaşandığı için soralım; siz bugün uçağa alınmıyor olsaydınız ne düşünürdünüz?
Bu beni hiç ilgilendirmiyor. Ben asla herhangi bir Başbakanlık yetkilisini arayıp "Beni bu geziye çağırın" gibi bir cümle sarf etmezdim.
- Kast ettiğimiz, Başbakanlık tarafından benimsenen tutumdu. Sizce bugün bazı gazetecilerin uçağa davet edilmiyor olması ne kadar kabul edilebilir?
Şahsen böyle bir tutum görmüyorum. Bugün belki de Başbakan'ın en çok kızdığı gazetelerden biri Taraf'tır, ama Taraf Yazı İşleri Müdürü de uçağa alındı, Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni de. Kaldı ki neredeyse her geziye Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu da, Zaman da, Star da, Sabah da, Türkiye de, Akşam da davet ediliyor.
En son Azerbaycan, Ukrayna, Bosna'yı içine alan son gezimizde genellikle Ankara temsilcileri ve yazarlar vardı; genel yayın yönetmeni olarak bir tek ben vardım. Normal bir bakış açısına göre, benim orada olmamam gerekiyordu. Ama sanıyorum ki, "Bu adama karşı ambargo uygulanmalı" taleplerine Sayın Başbakan böyle bir cevap verme gereği bulmuş olabilir. Bunu tamamen tahmin olarak söylüyorum.
‘Başbakan Balık burcu; takdir edilmediğinde tepki veriyor’
- "Duygusal davranabildiğini" söylediğiniz Erdoğan'ın. Başbakan'ın "Herkes vitrinine layık olanı koyar. O medya patronuna yazıklar olsun, diyorum. O adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz" gibi sözlerle medya patronlarına basın özgürlüğü açısından sizce ne kadar yapıcı?
Politikadan ziyade şöyle değerlendirmekte fayda var; Başbakan Balık burcu, benim gibi. Balık burcunun en önemli özelliklerinden birisi de mükemmeliyetçi olmasıdır. Yaptığı her işin en güzelini yapmak ister ve sonunda takdir edilmek ister. Bunu Başbakan'ın şahsına dair değil, burcunun özellikleri olduğu için söylüyorum. Başbakan, Türkiye için gecesini gündüzüne katıyor, yağmur - çamur demeden koşturuyor. Bunun da gerek kamuoyu, gerek gazeteler tarafından takdir edilmesini istiyor. Takdir edilmediği zaman da duygusal tepkiler veriyor; öfkelenebiliyor, sinirlenebiliyor. Bir Başbakan'ın tepkisi değil, bir AK Parti Genel Başkanı'nın tepkisi de değil, bir insanın tepkisi bunlar.
- Başbakan'ın yaptıklarını burcuyla mı açıklıyorsunuz?
İlla burçların özelliğinden değil, ama her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Birçok insan olaylar karşısında farklı tepkiler koyabiliyor. Bunu Demirel'de de, Tansu Çiller'de de gördük...
- Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan ve balık burcu olsa benzer müdahaleler için aynı açıklamayı yapar mıydınız?
Sayın Kılıçdaroğlu bugün ana muhalefet partisi genel başkanı olduğu halde, daha geçtiğimiz günlerde söylediği sözleri ben kullansam “küfürbaz” derlerdi. “Şerefsiz", "alçak" gibi kelimeleri art arda kullanıyor. Bu kişi daha iktidar gücü yokken bunları yapabiliyorsa, iktidar olduğunda Allah bilir neler yapar.
- Hasan Bey, Başbakan ile ilişkiniz nasıl başladı? Bugün size nasıl hitap ediyor?
Tayyip Bey'le ilişkimiz Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu 1980'li yıllara dayanıyor. Ben o zaman Milli Gazete Yazı İşleri Müdürü'ydüm. Zaman zaman görüşürdük. Daha 1982'de "Eğer bir gün bize hizmet etmek nasip olursa, Topkapı’yı ecdadımıza yakışır bir hale getireceğim" demişti. Ve 1994'te Belediye Başkanı olduğunda, ilk yaptığı icraatlardan birisi Topkapı ve Trakya otogarını kaldırmak ve orayı gerçekten ecdada yakışır bir şekilde açık hava müzesi haline getirmek oldu. Bugünkü Panorama 1453 Müzesi sadece İstanbul'un değil, bütün Türkiye'nin gururudur. Ben 1982'de hedefleri olan, 1994'ü görebilen bir insan tanıdım.
Sayın Başbakan ile bizim ilişkimiz sadece gazeteci ve siyasetçi ilişkisi değil. Kökleri geçmişe dayanan bir dostluğumuz var. Dolayısıyla bana bazen Hasan Bey, bazen Hasan'cığım der. Ben duymadım, ama arkadaşların dediklerine göre, “Hasan Abi” dediği de olmuş. Bu hitaplarda ben herhangi bir art niyet aramıyorum; abi-kardeş, kardeş-kardeş arasındaki ilişki olarak değerlendiriyorum. Ve bugüne kadar da zaman zaman kendisini eleştirdim.
- Hangi konularda?
Eleştirilerim güncel konularla ilgili oldu. En son, memleketime gittiğim son geziden sonra Akhisar-Salihli arasındaki duble yolun hâlâ bitirilememiş olmasından ve yılan hikâyesine dönmüş olmasından dolayı Binali Yıldırım'ı, Manisa milletvekillerini, dolayısıyla da bu icraatın başındaki Tayyip Bey'i eleştirdim. Bu bir Erdoğan düşmanlığı veya muhalefeti değil, yapılması gereken bir şeyin kendisine de iletilmesiydi.
‘Esad’dan randevu almışsam, giderdim’
- Beşşar Esad'la önceden kararlaştırılmış röportajların Başbakanlığa yakın bir ismin telefonla müdahalesi üzerine bazı gazete ve gazeteciler tarafından iptal edilmesi de Erdoğan'a eleştirileriniz dâhilinde mi?
O olayın ayrıntılarını pek bilmiyorum. Ama Cumhuriyet’in gittiğini hatırlıyorum.
- Size böyle bir telefon gelse, görüşmenizi iptal eder miydiniz?
Randevu almışsam, giderdim.
- Başbakan Erdoğan'ın bugüne kadar Yeni Akit'teki üsluba dair eleştirisi oldu mu?
Hayır.
‘’Rakel Dink’ten bölücülük’ başlığı aşırı kaçmış olabilir’
- Hasan Bey, Yeni Akit’in üslubuna dair bazı konularda sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek için arşivlerinizden bazı örneklerle soracağız. Örneğin, Rakel Dink’in Uludere ziyaretini Yeni Akit, "Rakel Dink'ten bölücülük" başlığıyla haberleştirdi. Başlıktaki bu ifade size aşırı gelmiyor mu?
Bu haberi hatırlamıyorum. “Genel Yayın Koordinatörü’sünüz, neden hatırlayamıyorsunuz” diyeceksiniz, ama yurtiçi ve dışı geziler nedeniyle her haberle ilgilenemiyorum.
- Peki, şimdi duyduğunuzda ne düşündünüz?
Biraz aşırı kaçmış olabilir. Bunu şu yüzden diyorum, Hrant Dink cinayeti ardından Milliyet'ten bir kadın meslektaşımız geldi ve bizimle bir röportaj yaptı, ardından bu araştırma kitap haline getirildi. O kitaba bakarsanız göreceksiniz, bizim Hrant Dink’e bakışımız, Ermeni olmasına rağmen son derece müspetti ve sözlerine geniş yer verdik. Yanılmıyorsam, üç sefer manşet yaptık.
- Dink'in ölümünün ardından özenli bir yazı da kaleme aldığınızı okuyucular için hatırlatalım. Bu tavrınıza karşın biraz önce "Hrant Dink Ermeni olmasına rağmen" gibi anlamakta zorlandığım bir ifade kullandınız. Neden?
Yanlış anlaşılma olmasın. “Rağmen”i şunun için dedim; bazıları Hrant Dink Ermeni olduğu için ona düşman olurken, biz bu tavra rağmen Dink'in görüşlerini savunduk. Dink’in yapmak istediğini destekler bir tavır aldık. "Ermenilerle Türkler niye birbirleriyle düşman haline gelsinler, beraber yaşasınlar" dedik ki, hükümetin ilk gayelerinden birisi de buydu. Ama birileri Hrant Dink'ten rahatsız oldu ve ortadan kaldırdı.
- Dink hakkındaki tutumunuza rağmen Yeni Akit'te “Ermeni” kelimesini içeren başlıklarda aşağılama var.
Doğru, mesela Sarkozy (eski Fransa Cumhurbaşkanı) için “Sarkozyan” ifadesini kullandık. Hrant Dink'e destek verdik, ama onun ölümünden sonra yürüyüş yapan ve "Hepimiz Ermeni'yiz" diyenleri tasvip etmedik.
‘Ermeni olsaydım Akit’teki ifadelerden elbette rahatsızlık duyardım’
- Ermeni olmak sizin için ne ifade ediyor?
Benim yazılarımda Ermenilerle ilgili, özellikle de geçmişteki Ermenilerle ilgili bazı tespitler var. Osmanlı devleti, Ermenilere “millet-i sadıka” diye bakmış ve birçok Ermeni müzisyen sarayda şarkılar söylemiş, gösteriler yapmış veya paşa rütbesine kadar yükselmişler. Neredeyse Başbakanlık makamına tekabül edebilecek önemli görevlere getirilenler olmuş. Ben bunları son derece doğal karşılıyorum, çünkü olması gereken de bu. Caminin, kilisenin, havranın bir arada olduğu görüntünün bugün de yaşaması gerektiğine inanıyorum. Ama maalesef şartlar bunun aksini gösteriyor. Ermenilere bakarsan 1915 olaylarında Ermenilere katliam yapılmıştır, Türklere bakarsan bu sadece bir sürgündür ve sürgün esnasında ölenler olmuştur. 1915 hâlâ tartışma konusudur. Bunu tartışması gerekenler de elbette tarihçiler olmalıdır.
O dönemi yaşamış, ailelerinden kendilerine belge kalan kişilerden birisi bana elindeki belgeleri getirdi. Ben bu belgelerde Ermeniler ile Türkler arasında hiçbir husumet olmadığını gördüm. Ama bir taraftan da o dönem bazı örgütler kurulmuş. Bunları çok aşırı olmazsa PKK'ya veya ASALA'ya benzetebilirsiniz. Geçmişteki Ermeni örgütler isyanlar çıkarıyorlar ve işin içine Rus, İtalyan ve Fransızlar giriyor. Aslında biraz bugünü de andırıyor.
- Dediğiniz gibi 1915 tartışmasını tarihçilere bırakarak Yeni Akit’in haberleriyle devam edelim; 2007’de Ermeni soykırımı yasa tasarısının ABD Kongresi’nde tartışılması hakkında Yeni Akit’te "Ermeni yerli uşakları" başlıklı bir haber yer aldı. “Türkiye’nin dış düşmanlarının değirmenlerine su taşıyanlar” diyerek akademisyenlerden medyaya uzanan bir listeyi Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından toplanan kalabalığın bir fotoğrafı ile yayımladınız. Fotoğrafın altında "Hepimiz Hrantız'cıların kına yakma zamanı" ifadesi yer aldı. Ermenilerle Türklerin beraber yaşamasından bahsettiğiniz için soralım; siz bir Ermeni olsanız Yeni Akit'teki bu ifadelerden rahatsız olmaz mıydınız?
Elbette, bir Ermeni olsaydım, bundan rahatsızlık duyardım. Ama Türk oldukları halde, en azından nüfus kâğıtlarında Türk yazdığı halde "Hepimiz Ermeni'yiz" diyenleri şahsen tasvip etmiyorum.
‘’Ermeni uşakları’ tabiri ağır kaçmış olabilir, ama hak ettiler’
- Tasvip etmemenin ötesine geçip "Ermeni uşakları" diyerek nefret üretmiyor musunuz?
O günlerde Ermenistan'la Türkiye'nin arasında krizlerin devam ettiği problemli günler yaşanıyordu. O dönem Türkiye'nin çıkarlarından ziyade, Ermeni çıkarlarını savunmak bence hatalıydı. "Ermeni uşakları" gibi tabirler belki biraz ağır kaçmış olabilir, ama bunu hak etmiyor değillerdi. Bugün BDP'liler bazı PKK'lılar ile kucaklaşıyorlar. Bazı yazarlarımız "Haklı taleplerine kulak verilmeli, yerine getirilmeli" diyerek yaşananları onaylıyorlar. Bir tarafta terör örgütü ve buna arka çıkan bir siyasi uzantı var, diğer tarafta onlara arka çıkan bir medya var. Ben bu durumda onlara "PKK uşakları" diyebilirim. Belki ağır bir eleştiri olabilir, ama derim.
‘Yaptıklarımız hedef gösterme değil, güncel olaya tepki’
- Yeni Akit'in üslubu nedeniyle Ermenilerin can güvenliğini tehdit altında hissediyor olmasına ihtimal veriyor musunuz?
Hayır. Şunu özellikle belirteyim; yaptıklarımıza hedef gösterme veya nefret dili deniliyor. Ama bizim yaptıklarımız sadece o olay karşısında gösterdiğimiz tepkilerdir. Kurumsallaşmış bir kampanya değildir.
- Kurumsallaşmış tepki yoksa bu dilin tersini kullanabileceğiniz Ermenilere dair pozitif içerikli haberler neden Yeni Akit’e yansımıyor?
Güzel bir şey yapsınlar, onları da yayımlayalım. Dediğim gibi, kimseye karşı önyargılı değiliz.
‘Artık Ermenistan’la kucaklaşalım’
- Ermeniler ne yapsalardı "güzel" bulurdunuz?
Mesela, 1915 olaylarını sürekli Amerikan Kongresi'ne veya Fransız Meclisi'ne getirip bunu tazminata, kınamaya döndüren eylemler içerisinde bulunmaktansa meseleyi Türkiye ile oturup konuşsunlar. Veya arşivler karşılıklı olarak açılsın, her şey ortaya dökülsün, eğer özür dilemek gerekiyorsa dilensin. Ermenistan'ın bugün dışarıya açılacak başka kapısı yok. Iğdır esnafı kapıların açılmasına o zamanlar hazırdı. Sonra bunlar oldu. Ama artık kucaklaşalım; ticari olarak da, komşuluk olarak da birbirimizle diyalog içerisinde olalım.
- Diyalog için Yeni Akit'in manşetleri ne kadar zemin hazırlayıcı?
Gerektiği zaman destek oluyoruz. Ama geçmişte ASALA örneği var, Amerikan Kongresi’nde, Fransa'da Cumhurbaşkanlığı seviyesinde girişimler var. Yine de şunu söyleyeyim; Türkiye'deki Ermenilerle zerre kadar problemimiz yok. Türkiye'deki Ermenilere Osmanlı'da nasıl millet-i sadıka olarak bakılıyorsa, ben de öyle görüyorum. İstiklal Savaşı döneminde işgalci güçlerle işbirliği yapıp birçok katliama girişmiş olmalarına rağmen ben Ermenileri hiçbir şekilde tehlike olarak görmüyorum. Benim Türkiye'de kalan Ermenilerle hiçbir bir problemim yok.
‘Ali Bayramoğlu kendi kendisine gelin güvey oluyor’
- O zaman neden Yeni Akit yayınlarında Ali Bayramoğlu'na "Kripto Ermeni" deniliyor?
Ali Bayramoğlu, kendi kendisine gelin güvey oluyor. Bayramoğlu ile ilgili bizim çok fazla problemimiz yoktu. Ama kendisi kaşıdı, kaşıdı ve meseleyi bu hale getirdi. Ayrıca gerçekten de gerek PKK konusunda, gerek Ermeniler konusunda bir gazetecinin yapması gereken eylemlerin çok ötesine geçiyor ve sanki taraf oluyor.
- "Kripto Ermeni" ne demek?
Ermeni ajanlığı demek.
- Siz Bayramoğlu'na ajan diyerek, konuya dair savunduğu düşüncelerin üstünü örtmüş olmuyor musunuz?
Orhan Pamuk o kitabı yazmakla, Nobel ödülü almakla, “Bir milyon Ermeni'yi kestik, 50 bin Kürt'ü doğradık” demekle Türkiye'ye ne kazandırdı? Bir gerçeği mi dile getirdi, yoksa Batı'ya şirin gözükmek için mi böyle ifadeler kullandı? Bayramoğlu’na da, benzer görüşteki insanlara da Türkiye-Ermeni ilişkilerine ne kazandırdıkları düşünülerek bakılmalı; kendilerini tatmin mi ediyorlar, yoksa Türkiye'nin çıkarlarına mı hizmet ediyorlar?
- Ermeni meselesi Türkiye'nin tabu listesinde rahatlıkla ilk üçe girerken, bir gazete olarak söylenenleri Türkiye'nin çıkarlarına lehine veya aleyhine diye ayrıştırıp, kişileri "Kripto Ermeni" diyerek yargılamak hedef göstermekle eş anlamlı değil mi?
Hayır.
‘Kripto Ermeni diyerek dozajı sert kaçan bir eleştiri yaptık’
- Sizce gazetelerin amacı “ülke çıkarlarına hizmet” etmek ve bu yönde yargılamak mı, yoksa yansıtmak mı? Haberlere aşırı yorum gazeteciliğe ne kadar uygun?
En başta da söyledik; her yiğidin yoğurt yiyişi vardır. Ali Bayramoğlu'na eleştirilerimizi yöneltirken hedef gösterme amacı gütmedik. Sadece dozajı sert kaçan bir eleştiri yaptık. Bunun haricinde kimse bunun altında bir şey aramasın. Dediğim gibi, biz hiç kimseye önyargılı değiliz. “Arşiv” sayfamızı biliyorsunuzdur; bir gün baş tacı ettiğimiz bir yazarı ertesi gün eleştirebiliyoruz. Dolayısıyla, Bayramoğlu’na karşı da önyargılı değiliz. Söylediklerimiz sadece o andaki duygumuzun yarattığı doğaçlama. Örneğin Ali Bayramoğlu hakkında her ifadede, her yazıda "Bu kripto Ermeni'dir" demiyoruz.
- Bayramoğlu sizin gözünüzde son dönemde mi "kripto Ermeni" oldu?
Belki birkaç dönemde, çünkü o da çok ağır ifadeler kullandı. "Akit'e karşı akredite uygulanmadır" gibi bir asker söylemiyle bu talebi dile getiren de Ali Bayramoğlu'dur.
‘Biz saldırgan ve sert bir dil kullanmayı tercih ediyoruz’
- Bir kişi ile bir gazete eş tutulabilir mi? Güç dengesinde bir çarpıklık yok mu?
Orantısız güç demek istiyorsanız, onun elinde de gazete var.
- Yazarlıkla genel yayın koordinatörlüğü arasındaki farkı teslim edersiniz.
Omzuma bir işaret koymuşlar. Bu benim gazetecilik anlayışımı değiştirmez.
- "Dozajın sert kaçtığını" söylediniz. Aklınıza şuna benzer bir cümlenin takılması da muhtemel mi; "Belki de başka bir dil tuttursaydık, bu tartışma karşılıklı olarak belirli bir seviyede yürüyebilirdi. Biz de bazen hata yapabiliyoruz."
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de gazetecilik için "tahrik edebilir”, “saldırgan, sert bir dil kullanılabilir" benzeri ifadeler kullanılıyor. Biz de bu dili kullanmayı tercih ediyoruz.
‘Bize ‘nefret davası’ açılmaz, çünkü kimseden nefret etmiyorum’
- “AKP Siyasi Vizyonu 2023” kitapçığından bir alıntı: “Dini veya etnik nefreti uyandıran, tahrik, tahkir ve tezyif içeren tutumlara ve eylemlere karşı etkili bir şekilde cevap, yerinde bir karşılık olarak nefret suçu tanımını geliştiriyor ve ceza hukukumuzda bu suçu güçlü bir yaptırıma bağlamanın hazırlıklarını sürdürüyoruz.” AKP bahsettiğiniz dili nefret suçu olarak tanımlıyor.
Yanılmıyorsam 2006 veya 2007 yılında bizim de bütün gazeteler gibi Avrupa'da baskımız vardı. Gazetemizi bir iki değişiklik dışında aynı şekilde Almanya’da da yayımlanıyordu. Ama Gerhard Schröder'in Başbakan olduğu dönemde Almanya'daki gazetemiz kapatıldı. Bize üç sebep gösterildi; 1- Amerikan aleyhtarlığı, 2- Avrupa yaşam tarzına muhalefet, 3- İsrail aleyhtarlığı, Batı ülkelerinde İsrail'e ve Yahudilere yönelik haberler, yazılar, yorumlar büyük tepki görüyor ve nefret suçu kapsamına giriyor, ama Müslümanlara yönelik ifadeler nefret suçu sayılmıyor.
AKP’nin 63 maddesine nefret suçunun girmesinin de sebebi Peygamberimiz aleyhindeki son filmdir. Sayın Başbakan, son gezimizde bizim sorularımız üzerine bunu gündeme getirdi ve bunun nefret suçu olduğunu söyledi. Yalta'daki konferansta da bu konuda Avrupalıları uyardı. Daha sonra BM Genel Kurulu’nda da bu konuyu konuşacaktı, olmadı. Yahudilere karşı söylenen sözler nasıl nefret suçu sayılıyorsa, İslam'a ve Hz. Muhammed'e karşı yapılan karikatürler ve yazılar da nefret suçu kapsamına sokulmalı. Maddenin temelinde bu var.
- Anlattıklarınızdan yola çıkarak AKP, nefret suçunun Türkiye'de de yasalaşmasına karar verdi ve dinin yanı sıra etnisiteye yönelik tutumları da suç kapsamında değerlendirdi. Size bu yasa ardından dava açılacağını düşünüyor musunuz?
İnanır mısınız, bize şimdiye kadar 300-400 dava açıldı ama benzer nedenlerle açılmış hiçbir dava yok. Sanıyorum ki, nefret suçuna dair özel yasa yürürlüğe girdiğinde de bu konuda dava açılmaz. Çünkü ben hiç kimseden nefret etmiyorum.
- Nefret suçu yasasını Hasan Karakaya da destekliyor mu?
Evet.
- Akit’in başlıklarında dikkat çeken başka bir konu da Yahudilik. Örneğin, Prof. Büşra Ersanlı, gözaltına alındıktan sonra, önce Habervaktim'de "Ersanlı'nın Yahudi aşkı", ardından Yeni Akit'te "Her taşın altından o kadın çıkıyor" başlıklarıyla benzer içerikli iki metin yayımlandı. “Haber” metninin içinde yer alan bazı bilgiler şöyleydi; “Ersanlı'nın eski eşinin Yahudi olması, ablasının bir dönem Doğu Perinçek ile evli olması.” Bu bilgiler Yeni Akit'i neden ilgilendirdi?
Büşra Ersanlı'yı KCK ne kadar ilgilendirdiyse, Ersanlı da bizi o kadar ilgilendirdi. Bu ilişkilerin insanlara hiç mi etkisi yok? Ersanlı'yı bir anlığına bırakalım. Şu anda Balyoz davasından 20 yıl hapse mahkûm olan Çetin Doğan'ın kızı ve damadı var. Kızının ne kadar canhıraş bir gayret sarf ettiğini gazetelere, televizyonlara verdiği röportajlardan görüyoruz. Ama bir de Yahudi damadı var. Bildiğim kadarıyla halen Amerika'da ve orada çok büyük bir lobi faaliyeti yürütüyor. Amerika'daki gazetelerde sözlerini görebiliyorsunuz.
‘Başka ırk veya dinden olsanız, önyargılı olduğunuzu düşünürdüm’
- Dani Rodrik'in Yahudiliğinin bu konuyla ile alakası ne?
Bakın, bunların kimsenin dini, ırkı veya rengiyle ilgisi yok. Ama bu ilişki Türkiye'nin çıkarlarına, yargısına ve bazı değerlerine karşı eyleme dönüşürse o zaman ben orada başka bağlantılar ararım. Mesela siz benden randevu istediniz, samimi olarak itiraf ediyorum, T24 internet gazetesinin veya Hazal Hanım'ın kim olduğuna dair kimseden tek bilgi almış değilim, arkadaşlarıma sorabilirsiniz. Sırf önyargılı olmak istemediğim için yapmadım bunu. Şimdi siz geldiniz ve oldukça da, nasıl diyelim sert sorular soruyorsunuz. Ama eğer siz, atıyorum, başka bir ırktan veya dinden olsanız...
- Ne olurdu?
Hiçbir şey olmazdı. Ama eğer bunu önceden bilseydim, sizin önyargılı olduğunuzu düşünürdüm. Mesela soruları belli bir yöne doğru kanalize etmek isterseniz ve ben de bunu fark edersem başka bir şey düşünürüm. Büşra Ersanlı, KCK akademilerinde ders vermiş ve Apo'yu, liderliği anlatmış. Kusura bakmayın ama bir yanda da Türkiye Cumhuriyeti var.
‘’Ersanlı’nın Yahudi aşkı’ haberinde belki biraz da ironi vardı’
- KCK iddianamesine göre Ersanlı, Abdullah Öcalan'ı değil, yerel yönetimi ve özerkliği anlatıyor. Bu konunun akademisyen olan Ersanlı'nın üzerinde çalıştığı bir alan olduğunu not düşerek soralım; asıl önyargıyı “Ersanlı’nın Yahudi aşkı" diyerek hem Ersanlı’ya, hem de Yahudilere karşı siz yaratmıyor musunuz?
O haberi gayet iyi hatırlıyorum. 3-4 maddenin alt alta yazıldığı bir haberdi. Diğer gazeteciler de geziler arasında bana haberle ilgili "Ya ne ilgisi var" dediler. Orada belki biraz da ironi vardı.
- Kim güldü, diye sorsak?
Birçok arkadaşımız "Ne alakası var" diyerek güldü. Yapılan illa hedef gösterme, nefret dili olarak görülmemeli.
- Ersanlı tahliye edilince haberlere dair bir muhasebe yaptınız mı?
Hayır. Normal bir olay olarak baktık. İnanın, Ersanlı KCK davasından alınıncaya kadar Büşra Ersanlı'ya dair bir tek kelime haber göremezsiniz bizde. Alınınca arkadaşlar öyle bir haber yapmışlar. O vakte kadar fotoğrafını bile görmemiştim, yaşlanmış bir kadın olduğunu bile bilmiyordum. Ardından gelen haberler, gelişen haberlerdi. Onun değişik bağlantıları ve ilişkileri de bu vesileyle gündeme gelmiş olabilir. Bu da haberdir. Ama tahliye edildiğinde de "Niye tahliye ettiniz" diyen bir yerde durmadım. Mahkûm olana kadar herkes masumdur.
‘Ersanlı’yı ortadan kaldırın, demedik; art niyetli tek satırımız yok’
- Masumiyet karinesi esas olmasına rağmen bir insan hakkında "Her taşın altında" diyor olmak veya antisemitizmin varlık gösterdiği bir ülkede Ersanlı'nın eski eşinin dini ne kadar "haber"?
Bu kadar büyütmeyin. Hedef göstermedik; haberlerimiz "Bu kadını ortadan kaldırın, icabına bakın" demek değildi. Aktüel gelişmeler ışığında ilk haberin devamı niteliğinde gelen haberler oldu ama kampanyaya dönüşmedi. Bunu samimiyetle söylüyorum. Art niyetle yapılmış tek satır haberimiz yoktur.
- Peki, "Yahudi" kelimesinin yerini “Müslüman” alsa ve "Ersanlı’nın Müslüman aşkı” diye haber okusanız tavrınız aynı olur muydu?
Yabancı gazetelerden geliyor zaten. Şu anda bir mücadele veriliyor.
- Ne mücadelesi?
Türkiye çıkarlarının mücadelesi ve elbette yok olmayacak ama İslam dinine karşı saldırılara karşı mücadele. Bu saldırılara cevap verilmesi gerekiyor. Bu yüzden de onların kullandığı argümanlar bizim tarafımızdan da kullanılıyor. Hz. İsa, bir yanağınıza tokat atılırsa diğer yanağınızı dönün, der. Ama bu Hristiyanlıkta, ben Müslüman'ım. Kaldı ki Hristiyanlar da artık diğer yanaklarını dönmüyorlar. Patlatıyorlar tokadı.
‘Bu yazıları yazmakla ben de bir hedefim’
- "Türkiye'nin çıkarları, İslam'ın istikbali" gibi yüksek hedefler nedeniyle insanları harcamıyor musunuz?
Hayır. Bakın ben 40 yıllık gazeteciyim ve gördüğünüz gibi her gün o köşede fotoğrafım yayımlanıyor. Ve ben dünyanın her yerine giden bir adamım. Gitmeden önce de, geldikten sonra da nerelerde, ne yaptığımı yazıyorum. Şimdi benim yazılarımdan gıcık kapan, bana nefret duyan insanlar da vardır. Ve ben caddelerde, kuytu yerlerde onların aralarında dolaşıyorum. Bu yazıları yazmakla bir hedefim. O halde ya başıma geleceklere razı olacağım, ya da yazı yazmayacağım. Aradaki fark bu.
- Aradaki farkı şu da olabilir mi; siz kendi yazınız nedeniyle hedef olma ihtimalinizi düşünürken, diğer insanlar savundukları düşüncelerin Yeni Akit'te yansıtılma biçimi nedeniyle hedef olduklarını söylüyor.
Bakın Milliyet gazetesi uçaktaki bir fotoğrafımı koyup, kafamı daire içerisine aldı ve "Bu adamın uçakta ne işi vardı" dedi. Buna karşı cevap vermedim, ama eğer bu bir hedef göstermeyse, yarın ben de bir saldırıya maruz kalabilirdim. Kaldı ki bu yayınların bedelini ödedik. Benim odama kurşun atıldı, hâlâ orada duruyor. 400 polis, 2 panzer ve keskin nişancılar tarafından gazetem baskına uğradı.
- 28 Şubat döneminde başınıza gelenler kabul edilemez; ancak sizin "kartel medya" olarak adlandırdığınız eski merkez medyanın yaptıklarını siz de Yeni Akit'te yapmıyor musunuz?
Eğer bu bir hataysa, onlar da yapıyor, biz de yapıyoruz. Onlar o hatalara son verirlerse, biz de son veririz. Basit bir misal vererek ikili ilişkilerin neden önemli olduğunu anlatmak istiyorum; Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni’yken Ertuğrul Özkök'ü eleştirirken kullandığım ifadeler vardı. “Tansu Çiller Başbakan olduktan sonra bir erkeğe de bıyık yakışmaz” diyerek bıyıklarını kesti. Ben de kendisine yönelik eleştirilerimde "bıyıksız Ertuğrul" ifadesini kullanmaya başladım. Fakat gerek telefonda konuşmak, gerek aynı ortamda bulunmak durumunda kaldık. Ve sağ olsun son derece ilgi gösterdi. Sonrasında Ertuğrul Bey'e "bıyıksız Ertuğrul" demedim. "İnsanlar bilmediğinin düşmanıdır" derler ya, eğer insanlar bir araya gelseler halledemeyecekleri bir meselenin olduğunu zannetmiyorum.
‘Kışlalı’ya atılan çarpı işareti, görüşünü onaylamama demekti’
- Hasan Bey, Yeni Akit'in “hedef gösterme” eleştirileriyle gündeme gelmesinin bir sebebi de gazetenin geçmişi. Ahmet Taner Kışlalı, Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday ve Danıştay üyeleri gazetenizde fotoğraflarıyla birlikte öfkeli bir dille yazılan haberler ardından öldürüldü. Bu geçmiş size yayınlarınızı sorgulatmıyor mu?
Ahmet Taner Kışlalı olayında, bazı medya kuruluşlarında Hrant Dink'e veya Ahmet Kaya'ya karşı yapılan yayınlar gibi kampanyaya dönüşen herhangi bir yayın olmadı. Kışlalı, Cumhuriyet'te bir yazı yazmıştı ve "Arşiv" sayfamızı yapan arkadaşımız fotoğrafını üstüne çarpı işareti koyarak yazısını aldı. Eğer, çarpı işareti “Bu adamı ortadan kaldırın" anlamına geliyorsa, Emin Çölaşan da bir kitap yazdı ve kapağında Tansu Çiller ve Özer Çiller çarpı işaretiyle yer aldı. Hasan Mezarcı ile ilgili dart çizildi, ortasına Mezarcı'nın kafası konuldu. Şenal Sarıhan başkanlığındaki “Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü” yapıldı, başörtüsü üzerine çarpılar çizildi. Bütün bunları bahsi geçen medya hedef göstermek için yapmadıysa, bizim arkadaşımız da hedef göstermek için yapmadı; sadece "Ben bu görüşü onaylamıyorum" dedi.
Bizim yaptığımız nasıl bir hedef göstermeyse, Ahmet Taner Kışlalı üç ay sonra öldürüldü. Ya birisi durumdan vazife çıkardı ya da zaten böyle bir planları vardı ve akıllarına koyduklarını yaptılar. Bizim tavrımız sadece Kışlalı'nın o yazısına yönelikti. Yoksa Kışlalı, o dönem başörtülü kızları derslerine alan bir insandı. Bundan dolayı bizim ona düşman olmamız mümkün değil.
- Cinayetin ardından siz ne hissettiniz?
Üzüldüm tabii. Bir derin bir yapı, kendi hedefindeki isimleri, belki de bu işleri bahane ederek kotarıyor. Ama dediğim gibi Akit'in bunlarla zerre kadar alakası yok. Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday, dediniz. Trabzon'da idari mahkemenin iki başörtülü avukat hakkında verdiği "başörtüleriyle avukatlık yapabilir" kararına rağmen, Günday yazıyı sumenaltı etti ve bu hanımların mağdur olmasına yol açtı. Buna rağmen bu olayla ilgili yayın yaparken Günday'ın görüşlerine yer verdik. Daha sonra Günday öldürüldü ve sonra “Akit hedef gösterdi" denildi. Böyle olsa, Günday’a karşı tutum almaz mıydık, görüşüne yer verir miydik?
- Yeni Akit'in, "durumdan vazife çıkaranlar" tarafından, dediğiniz gibi “bahane ediliyor” olması sizce sorunlu değil mi?
Bir tek Akit'in manşetlerini değil, diğer gazeteleri bahane edenler de var.
'Açıklamalardan sonra Uludere'yi kaşımanın ne gereği var'
- Yeni Akit’in bu konuda özel bir yeri olduğu için soralım; “Altan ailesi PKK'ya hizmet ediyor” başlığıyla Sanem Altan, Mehmet Altan ve Ahmet Altan'ın fotoğraflarını sürmanşetten yayımlarken Akit’in anıldığı geçmişi ve bu kişilerin başlarına bir şey gelme ihtimalini düşündünüz mü?
Bakın, bıçak doktorun elinde neşter, kasabın elinde eti kesmek için balta, katilin elinde de insan öldürmek için araç oluyor. Bıçak başka amaçlar için kullanılıyor diye bıçak üretilmesin mi?
- Doktor kalmak için özen göstermek gerekmez mi?
Özen gösterilir. Ama bir söz vardır, "Demirden korksaydım trene binmezdim." Menderes asılacağını bilseydi, bu yola çıkar mıydı? Veya bugün suikast iddiasıyla anılan Turgut Özal, Özal olabilir miydi? Bu siyasetçinin doğasında da var, fikir adamlarının doğasında da. İslam'ın en parlak döneminde halifelerimiz öldürüldü. Bu yola çıktıktan sonra, “ballı, güllü, hiçbir risk olmadan bu işleri yapacağım” demek işin doğasına aykırı.
- "Siz fikir adamlığı yapıyorsanız, biz de sizi sürmanşetten 'PKK'ya hizmet ediyor' diyerek fotoğraflarınızla veririz" mi diyorsunuz?
Bizim söylememize gerek yok, Altan kardeşler, "Biz PKK'ya hizmet ediyoruz" diye zaten bağırıyorlar.
- Nasıl?
"Paşasının Başbakanı" başlığını atan kimdi?
- Bu, “Ben PKK'lıyım" mı demek?
Sadece örnek veriyorum, "Uludere'de Kürtleri bombaladılar" diyorlar.
- Uludere’de Kürtler bombalanmadı mı?
Bombalandı. Ama Kürtler hedeflenerek bombalanmadı ki! Yanlışlık yapıldı. Sonra gerek hükümetin, gerek Genelkurmay'ın özür mealinde beyanları oldu. Şimdi kalkıp da orada “Kürt halkını bombaladılar" demek ne kadar doğru? Bunu olayı tasvip etmek için söylemiyorum, ama bunu söylemekle "bilerek, arzu ederek, planlayarak bombaladılar" demek ayrı şey.
- Hâlâ sebebi açıklanmayan bir konu sorgulanırken "Kürtler bombalandı" denilerek Kürtlüğün sürekli ön plana çıkarılmasından rahatsızlık duyuyorsunuz, ancak Ersanlı'nın "Yahudi" bağlantısının haberlerinizde yer almasında sorun bulmuyorsunuz. Tavrınızda çelişki yok mu?
Ben de Kürtlerin öldürülmesini yazılarımda sorguladım, ama sonraki açıklamaları duyduktan sonra operasyon kazası olduğuna hak verdim. Evet, hâlâ aydınlatılamayan sorular var; büyük bir ihtimalle oyuna gelme, aceleci davranma gibi hadiseler yaşandı. Ama şimdi bunu kaşımanın ne gereği var?
Ben PKK ile Kürt halkını ayırıyorum. Kürt halkının çıkarlarını savunmak başka, PKK terörünün çıkarlarını dillendirmek başka. Bu ayrım ekseninde Taraf'ı da bugün PKK'nın yayın organı gibi görüyorum. Gazetenin başında Altan olduğuna göre, sorumlusu da kendisi. Kaldı ki Kürt halkının meseleleri konusunda son derece duyarlı olan Orhan Miroğlu'na da yazı yazdırılmadı.
- Miroğlu ve Taraf arasındaki sürecin tartışmalı olduğunu belirterek ilerleyelim; Taraf ve özelinde Ahmet Altan PKK'ya en sert eleştiri getiren gazetelerin arasında. Siz Taraf için "PKK'nın yayın organı gibi" derken bu yayınları yok mu sayıyorsunuz?
Bir yemek tarifi düşünün, yemeğin içerisinde her şey vardır ama öne çıkan bir malzeme vardır. Bence Altan'ın yazılarında da öne çıkan malzeme PKK yandaşlığı; en azından sempatizanlığı.
- "PKK'nın paravanı" olduğunu söylediğiniz DPI toplantılarına katıldığı için Hasan Cemal, Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu gibi isimlerin de "PKK yandaşı" olduğu iddiası yayınlarınızda yer aldı. Siz örneğin Hasan Cemal'in PKK yandaşı olduğuna inanabiliyor musunuz?
Cemal’in PKK yandaşı olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemem, ama Çandar'ın TESEV için hazırladığı bir raporda PKK için "Kürt isyan hareketi" dediğini gayet iyi biliyorum, bunun belgesini de yayımladık. Buna inanmadığım için Çandar'ı eleştirdim, eleştirmeye de devam edeceğim. Hasan Cemal de yazılarında bizim yaptığımızın gazetecilik olmadığını, hedef gösterme olduğuna benzer ifadeler kullandı, ama kendisi Kandil'e gidip röportaj yaptı.
- Cemal, Kandil röportajlarında PKK’yı sorgulayan sorular da sordu. Her röportaj yapılanla "yandaşlık" bağlantısı kurulabilir mi?
Ama DPI toplantısı illegal bir toplantı. Toplantıyı önce rektörün de onayını alarak Galatasaray Üniversitesi’nde yapmak istediler. Fakat rektör, DPI'nın İngiliz kuruluşu olduğunu ve PKK'nın avukatlarının yönetimde olduğunu öğrenince bu toplantıyı iptal etti. Toplantı da Cezayir Lokantası'na taşındı.
- Habervaktim’de bu ifadelerle haber yapıldığından katılımcıların güvenlikleri sebebiyle toplantının Cezayir Lokantası'na taşındığı belirtildi.
Üniversite ev sahipliğini reddettiği için oraya gittiler. Kaldı ki siz, uluslararası olduğunu söylediğiniz bir toplantı yapıyorsunuz ve bunu kimseye bildirmiyorsunuz. Basın gelsin takip etsin, orada neler konuşulduğunu kamuoyu da duysun. Veya en azından bir sonuç bildirgesi yayımlayın. Ama bu da yok.
- Oslo görüşmeleri de gizli yapılmıştı. Sizce, PKK üyeleriyle masaya oturulan devlet yetkilileri de mi PKK yandaşı?
Oslo toplantıları, Habur'daki mahkemenin kurulması gibi olaylar Kürt sorununun çözümüne yönelik istişareler. Ayrıca içerikleri bir şekilde basına sızdı. Ama şu ana kadar DPI toplantılarına dair hiçbir şey yazılmadı. İçerisinde medya mensupları da olan bir toplantıdan bahsediyoruz. Peki, DPI toplantılarının böyle bir özelliği var mı? Açıklasınlar.
- Saydığımız isimlerin Kürt sorununun çözümü dışında bir amaçları olabileceğini hakikaten düşünebiliyor musunuz?
Bilmiyorum, belki kişisel bir tatminleri vardır. Ben Cemal’i PKK yandaşı, en azından sempatizanı olarak görüyorum. Problem şurada yatıyor; ben, PKK'nın Kürtlerin temsilcisi olduğuna inanmadığım için talep ve görüşlerine önem verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla PKK'nın yanında yer alan insanları da Kürt meselesinin çözümünde samimi adımlar atan insanlar olarak görmüyorum. Sorun buradan kaynaklanıyor.
- Kürt meselesinde muhatap olarak Öcalan'ı gösteren AKP için de bunu söylüyor musunuz?
AKP'nin bunu düşünmesi, bu konuda onları desteklediğim anlamına gelmez. Yine de eğer, karşılıklı görüşmeler Türkiye'nin çıkarlarına olacaksa, kan ve gözyaşı duracaksa desteklerim. Ama bu sonuç olmadan, sadece konuşmak için konuşmak gibi bir toplantı olursa, boşa geçirilmiş zaman diye bakarım.
‘Habervaktim bazı arkadaşlarımızca kuruldu, organik bağımız yok’
- Çandar, Cemal ve Bayramoğlu’na yönelik haberler için başlatılan "Sessiz kalmamak lazım" isimli imza kampanyası Habervaktim'de "Teröristler de imza attı" başlığıyla haber yapıldı. Habere göre iki PKK'lı ve bir KaosGL'li de kampanyaya imza atmıştı. Ancak kampanyanın kurucularından Ömer Faruk Gergerlioğlu imzaları atan IP adresini araştırdığını ve adresin sahibinin Habervaktim Genel Yayın Yönetmeni Fatih Akkaya olduğunu söyledi. Siz bu vakayı soruşturdunuz mu?
Hayır, Habervaktim bizimle organik bağı olmayan bir site.
- Tam olarak nasıl bir bağ var?
Gazetemizde çalışan bazı arkadaşlarımız bir internet sitesi kurmuşlar. Bu arkadaşlar görüştüğümüz, konuştuğumuz kişiler olmasına rağmen doğrudan bir ilişkimiz yok.
- Ancak Yeni Akit'in internet sitesinin yer sağlayıcısı olarak Habervaktim gözüküyor.
O kadarını bilmiyorum.
‘Yeni Akit de, ben de kantarın topuzunu kaçırabiliyoruz’
- Bu haber Habervaktim’e dair size ne düşündürdü? IP adresindeki benzerliği merak etmediniz mi?
Hiç merak etmedim. İnternet siteleriyle ilgilenemiyorum, zaten vaktim de yok. Konum olmadığı için araştırma gereği de duymadım.
- Hasan Bey, tüm bu konuştuklarımız toplamında sorsak; Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit’e dair “Bazen kantarın topuzu kaçıyor olabilir" demişti, bu sizin de Yeni Akit'e yönelik özeleştiriniz midir?
Zaman zaman kantarın topuzunu kaçırmak bir tek Akit'e değil, kendime de yönelik eleştirimdir. Elbette insan, arada sırada “Bu kadar da olmasaydı, daha iyi olacaktı” diyor.
- Hangi noktalarda bunu düşünüyorsunuz?
Şu anda bir örnek gösteremem, ama “Biraz sert olmuş" dediğim hadiseler oldu; “bıyıksız Ertuğrul" örneğinde olduğu gibi.
- Başka örnekler de var mı?
Bugün, geçmişe baktığımda Fatih Altaylı’nın başörtüsüne karşı aldığı tavır nedeniyle o günlerde çok sert bir dil kullandığımı fark ediyorum. Ama o günkü Altaylı da bunu hak ediyordu.
‘Ali Bayramoğlu ile konuşsak üslup biraz törpülenebilirdi’
- Bayramoğlu ile de karşılıklı konuşsanız, üslup değişir miydi?
Biraz daha törpülenebilirdi. İnsanlar karşılarındaki tanımadıkları zaman daha hızlı hüküm verebiliyorlar.
- Dili törpülemek için illa ki tanışmak mı gerekiyor?
Hayır, illa tanışmak gerekmiyor. Tanışmadan önce kişiden ziyade fikirlerini eleştiriyoruz. Ama o insanla tanıştığınız zaman insani yönünü görüyorsunuz ve onun öyle yapmak zorunda kaldığını veya onu yanlış anladığınızı gördüğünüzde ister istemez eleştirilerde törpü hasıl oluyor.
Tanışmanın avantajı kişiyi tanımakta. Ama daha önce sadece görüşlerini biliyordunuz, eleştiriyordunuz, yükleniyordunuz. Ben şahsen bu konuda son derece komplekssiz davranırım. Eğer biri benden daha güzel bir fikir savunuyorsa, medyada birçok kişinin yapmadığı şeyi yapıyorum ve daha güzel bir fikir savunulduğunda kaynak göstererek köşemde yazıya yer veriyorum. Hoşlandığım görüşleri alıyorum ve "Ben bunu neden düşünmedim. Adama gıpta ediyorum" diyebiliyorum.
- Hiç özür dileme ihtiyacı duydunuz mu?
Özür dileyecek hiçbir şey yapmadım. Zaten yazılarımı defalarca kontrol ederim.
‘Gazetede kadın çalışsa, muhtemelen daha dikkatli olurduk...’
- Yazılarınızda geçen "orospuşt, sorospu çocuğu, fahişe" gibi ifadeleri kontroller esnasında çıkarmayı düşünüyor musunuz?
Bazılarını çıkarıyorum, bunlar geride kalanlar.
- Bir parantez açıp sorsak; Yeni Akit’te neden hiç kadın çalışmıyor?
Bir sefer denedik, olmadı. Biz de rahat edemedik, o da rahat edemedi.
- Kadın çalışanlar olsaydı, Yeni Akit’in üslubunda bir değişiklik yaratır mıydı?
Muhtemelen daha dikkatli olurduk.
‘Başbakan'ın tabiriyle bir anlamda toplumun gazını alıyoruz’
- Hasan Bey, burada, yazılarınızda gördüğümüzden daha farklı bir Hasan Karakaya var; söyleşi esnasında çoğunlukla sakin ve şendiniz. Ama yazılarınızı okurken kaleminizin ucundan kan damladığı hissi geliyor. Siz bu dili yazılarınızda kullanıyorken, eli kalem tutmayanların neler yapabileceğini düşünüyor musunuz?
Bir de karşı tarafın gözüyle düşünün. Ben o yazıları yazıyorum. Evet, sert yazıyorum, bazıları kendi icadım olan argo ifadeler kullanıyorum. Ve Anadolu'da veya herhangi bir ortamda karşılaştığım birçok insan "Ellerine sağlık, bizim söyleyemediğimizi söyledin, karnımızın şişi indi" diyor. Sayın Başbakan'ın tabiriyle bir anlamda toplumun gazını alıyoruz. Belli bir olay veya insandan dolayı galeyana gelen insanlar yazıyı okuyunca "Rahatladık" diyorlar.
Bu yazılar aynı zamanda böyle bir fonksiyon icra ediyor. Biz Yeni Akit’te "Elinize silah alın" demiyoruz, insanların stresini alıyoruz. Örneğin, başörtü eylemlerinde insanlar çok çeşitli şeyler düşünebilirler ama ben onlara “Demokratik haklarınızı kullanmaktan öteye geçmeyin. Bunlar haricinde illegal eylem veyahut hoş karşılanmayacak bir eyleme girişmeyin” diye çeşitli defalar uyarılarda bulundum.
‘Eşcinselliğin tedavisi yoksa kabullenmek durumundayız’
- Söyleşiyi sonlandırmadan son bir konu daha açmak istiyorum; Yeni Akit’te eşcinsellik söz konusu olduğunda kullanılan iki tabir var: "Sapıklık" ve "sapkınlık." Bunlara ek olarak “ibne” ifadesi veya Anayasa’daki eşitlik maddesinin cinsel yönelimi de kapsaması için yapılan öneri üzerine "BDP'den ahlaksız teklif", "BDP sapıklıkta ısrar ediyor" gibi başlıklar da kullanılıyor. Sizce bu nefret söylemi değil mi?
Değil. Artık bu da nefret kapsamına girmesin. Bakın biraz önce Rodrik'ten Ersanlı'ya birçok isimden bahsettik. Bir insanın gerek rengi, gerek ırkı farklı olabilir. İnsanların bu farklılıklarını ve özel yaşamlarını ben de sonuna kadar destekliyorum. Bu isimlere karşı herhangi bir baskı uygulanırsa buna karşı dururum, ama bir insan eğer ırkını veya dinini diğer insanlar için baskı aracı olarak kullanmaya başlarsa karşısında beni bulur. Adam gibi yaşarsan haklarının sağlanması konusunda ben de sana her türlü desteği veririm, ama bunu bir silah olarak kullanma.
Şimdi eşcinsellik konusunda da, eşcinsellik ister bir tercih, ister doğuştan gelen bir hastalık olsun, bunun önüne geçecek herhangi bir tıbbi tedavi yoksa bunu kabullenmek durumundayız. Tarihin başlangıcından bu yana bu böyle olagelmiştir. Ama sen kalkar televizyon ekranlarında veya gazete köşelerinde eşcinselliğin güzel bir şey olduğunu söylersen, eşcinsellere karşı ayrıcalık uygulanmasını istersen ve bunun bir anlamda propagandasını yaparsan, ben buna karşı çıkarım.
‘Eşcinsellerin insan gibi yaşamasına katkıda bulunurum, ama...’
- Nefret cinayetlerinin odağında olduklarını düşündüğünüzde eşcinsellerin yasalar tarafından korunma taleplerine karşı mı çıkarsınız, haklı mı bulursunuz?
Eşcinsellerin şiddet görmesine karşıyım, onlar da insan. Ve insan olarak yaşamakta elbette özgürler. Bunun için gerekli şartların oluşmasına ben de katkıda bulunurum. Ama dediğim gibi, eşcinselliğin propagandasını, özendirici hareketleri tasvip etmiyorum.
- Örneğin eşcinsellerin "Biz de buradayız ve şiddet görmek istemiyoruz" demesi sizce propaganda mı?
Hayır, ama bir yerlerde "Eşcinseller var" dediklerini duyan genç bir delikanlıyı düşünün. "Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek" diye bir tabir vardır. Bu derecede de olmasın.
- "Haklarını savunsunlar, ama başkaları duymasın" mı diyorsunuz?
İlla ekrana çıkmaları şart değil. Polise, savcıya gitsinler. Ayrıca, özür dileyerek söylüyorum; fuhuş yapıyorlar. Bunu da zaman zaman ekranlarda anlatıyorlar. Kafalarına kese kâğıdı geçirip "Polisten şöyle baskı gördük" diye anlatıyorlar.
‘Eşcinsele iş vermemiz söz konusu olamaz'
- Polisten gördüğü şiddeti anlatırken kafaya kese kâğıdı geçirmek zorunda hissetmek sizce normal mi?
Başka bir cinsel yönelimi olduğu için illa fuhuş yapmak zorunda mı?
- Bir eşcinsel Yeni Akit'in kapısını çalsa siz iş verir misiniz?
Hayır. Elbette böyle bir şey söz konusu olamaz. Belki yapacağı bir iş vardır, fuhuş yapmak zorunda değiller.
- İşverenler böyle tepkiliyken bu nasıl olacak?
Her işveren bizim kadar katı değildir.
- Tercih veya hastalık olarak dediğiniz eşcinselliği Dünya Sağlık Örgütü 1993’ten beri hastalık olarak tanımlamadığını biliyor musunuz?
Dediğim gibi doğuştan da olabilir. Çift cinsiyetli insanlar da doğuyor ve insanlar sonradan hangi cinse ait olacaklarına kendileri veya aileleri karar veriyor. Bakın, Zeki Müren'in billur gibi bir sesi vardı, zeytinyağı gibi akıyordu. Ama Müren’in başka tür bir cinsel tercihi oldu. Tercihlerini de kamuoyuna açık bir şekilde yaşadı. Ama bugün Müren şarkılarıyla değil, cinsel tercihleriyle gündeme getiriliyor. Zeki Müren öldü ve bu toplumun insanları onu sanat güneşi olarak biliyor. Müren’in cinsel tercihlerini öne çıkarmanın çocuklar üzerine nasıl bir tesir bırakacağını düşünmek lazım.
- Müren, hiçbir zaman eşcinsel olduğunu söyleyemedi, aksine kadınlarla ilgilendiğini söylemek zorunda kaldı. Zeki Müren'e "Eşcinsel değilim" dedirten bu baskı ortamı sorunlu değil mi?
Bülent Ersoy yaşıyor işte. İdeali söyleyeyim; herkes kendi özelinde yaşasın, özendirici propaganda yapmasın biz de sapık, sapkın demeyelim.
‘Sapık, ‘eşcinseller sapık da olsa insan’ demek’
- Peki, bugün “sapıklık” diyerek bazı insanların hâlihazırda düşük olan tahammül eşiklerini daha da düşürüp şiddete teşvik edebileceğinizi düşünmüyor musunuz?
Bu nasıl algıladığınıza bağlı. Sapık demek, onlar insan demektir değildir; sapık da olsa insanlar, demek.
- Çocuğunuz eşcinsel olsa yine aynı şeyi söyler miydiniz?
Eğer tedavi edilmesi mümkünse denerdim, değilse kabullenirdim. Çocuğumun böyle olması eşcinsellere bakışımı değiştirmezdi.
Hazal Özvarış/T24.com