Erdoğan'ın danışmanından Erdal Şafak'a 'Silivri' itirafı!
Sabah gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanlarından biriyle arasında geçen konuşmayı köşe yazısıyla aktardı.
Sabah gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak, Erdoğan'ın danışmanlarından biriyle arasında geçen diyaloğu bugünkü yazısına taşıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Paris ziyareti sırasında danışmanlarla öğle yemeğinde bir araya geldiğini ifade eden Şafak, ismini açıklamadığı danışmanlardan birinin kendisine, “Biliyor musun, Paralel Yapı 17 Aralık darbesini başarsaydı, sen şimdi Paris'te değil Silivri'de olacaktın. Ben de seni ziyarete gelecektim" dediğini yazdı.
Yazısının devamında danışmana "Sen nerede olacaktın?" sorusunu yönelttiğini belirten Şafak, danışmanın gülerek "İnanmayacaksın ama ben 17 Aralık'tan birkaç gün önce hastalanmış, rapor almıştım. O nedenle beni içeri atamayacaklar, mecburen hastaneye göndereceklerdi. Orada da herhalde bir yolunu bulup izin alır, ziyaret için Silivri'ye gelirdim" şeklinde cevap verdiğini ifade etti.
Erdoğan’ın siyaset hayatı boyunca yanında olan en yakın danışmanlarıyla sohbet ettiğini altını çizen Şafak, 17 Aralık’ın ardından neler olduğunu danışmanların ağzından şöyle aktardı:
“Darbe girişiminin iki ayağı olduğunu hemen anladık: Emniyet ve yargı. İki kurumu da hızla darbecilerden temizlememiz gerekiyordu. Ama bunun hiç de kolay olmadığını gördük. Çünkü; Türkiye genelinde 81 ilin emniyet müdüründen 72'si Paralel Yapı'nın denetimindeydi. İstanbul'daki 176 şube emniyet müdüründen 152'si Haşhaşi'lerdendi.”
İşte Erdal Şafak’ın yazısı:
Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yaptığımız günübirlik Paris ziyareti sırasında, bir ara, daha doğrusu öğle yemeğinde, Tayyip Bey'in en yakınındaki danışmanların birkaçıyla bir araya geldim.
Onlar çekirdek kadroyu oluşturuyordu.
Onlar iyi günde de, kötü günde de Erdoğan'ın yanındaydılar.
Onlar ikbal için değil, sadece Erdoğan'a olanca güçleriyle destek için oradaydılar.
Onlar, uzun yürüyüşün en başından beri Erdoğan'ın gölgesiydiler.
***
İşte o çekirdek kadronun adsız kahramanlarından biri İtalyan restoranının bir köşesindeki masamızda bir ara bana şöyle seslendi:
"Biliyor musun, Paralel Yapı 17 Aralık darbesini başarsaydı, sen şimdi Paris'te değil Silivri'de olacaktın. Ben de seni ziyarete gelecektim."
Güldüm, "Sen nerede olacaktın?" diye sordum.
O da güldü: "İnanmayacaksın ama ben 17 Aralık'tan birkaç gün önce hastalanmış, rapor almıştım. O nedenle beni içeri atamayacaklar, mecburen hastaneye göndereceklerdi. Orada da herhalde bir yolunu bulup izin alır, ziyaret için Silivri'ye gelirdim."
***
Kahkahalar kesildikten sonra ciddileşti: "17 Aralık sabahı karşımıza çıkan tabloya inanamazsın..."
Anlatmasını rica ettim. Kırmadı:
"Darbe girişiminin iki ayağı olduğunu hemen anladık: Emniyet ve yargı.
İki kurumu da hızla darbecilerden temizlememiz gerekiyordu.
Ama bunun hiç de kolay olmadığını gördük. Çünkü;
Türkiye genelinde 81 ilin emniyet müdüründen 72'si Paralel Yapı'nın denetimindeydi.
İstanbul'daki 176 şube emniyet müdüründen 152'si Haşhaşi'lerdendi.
Daha vahimi; yerlerine atama yapılmasını önlemek için, potansiyel adayların tümü için akla gelebilecek tüm gerekçelerle soruşturma açtırmış, sicillerini bozmuşlardı.
Sonuç: Emniyet'te müdürlüğe getirilecek adam kalmamıştı!
Yargıya gelince...
Özel yetkili savcılıkların tümü Paralel'in elindeydi.
Ağır ceza mahkemelerinin tümünde 3 üyeden 2'si mutlaka onlardandı. Paralelci olmayan üçüncü üyeyi ise bir açığını yakalayıp şantajla sindirmişler, istediklerini yaptırmışlar, böylece kararların oybirliğiyle alınmasını sağlamışlardı. Örneğin, Köksal Şengün işte böyle bir tezgâhın kurbanı olmuştu."
***
Dehşetle dinledim. Tek kelime çıkabildi ağzımdan: "Sonra?"
Güldü. Devam etti:
"Dünya tarihi herhalde böyle bir darbe girişimi yazmamıştır.
Ve inan, Erdoğan dışında hiç kimse bu oyunu bozamazdı. ABD'de böyle bir tezgâh kurgulansa, Obama altından kalkamazdı. Avrupa ülkelerinin hiçbirinde böyle bir darbeyi bertaraf edebilecek lider göremiyorum... Tayyip Bey, gözü karalığı sayesinde oyunu bozdu.
Bir şey daha söyleyeyim; Darbeye 17 Aralık'ta değil de iki üç ay sonra kalkışsalardı, belki Erdoğan da bu hamleyi savuşturamayacaktı. Telaşları, belki de paniklemeleri sonucu darbeyi öne alınca, çemberi tümüyle kapatamadılar."
***
Yine ağzım açık dinledim. Yine tek kelime çıktı ağzımdan: "Sonra?"
O da yine güldü. Devam etti:
"Emniyet'te epey temizlik yapıldı. Ama hâlâ birkaç kaleleri var. Örneğin, il emniyet müdürlüklerinin 7'si onların elinde. İstihbarat şube müdürlerinin 30'u onlardan. Hepsini biliyoruz. Elbette onlar da tasfiye edilecek ama biraz zaman alacak. Çünkü meşruiyet sınırlarını asla zorlamak istemiyoruz."
Ve noktayı koydu: "Haydi, Paris'te bu güneşli günün keyfini çıkaralım. Özgürce. Özgürlüğün değerini kavrayarak..."
Hak verdim. Ya şu sıralar Silivri'de olsaydım? Nâzım Hikmet'in 1938'de Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi'nde yazdığı şiiri mi mırıldanacaktım:
"Bugün Pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar / Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün / Bu kadar benden uzak / Bu kadar mavi / Bu kadar geniş olduğuna şaşarak / Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum / Dayadım sırtımı duvara / Bu anda ne düşmek dalgalara / Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım / Toprak, güneş ve ben... / Bahtiyarım..."
***
Sağlıklı ve mutlu bir hafta dileğimle. Özgürlüğün değerini bilin, tadını çıkarın...
Yazısının devamında danışmana "Sen nerede olacaktın?" sorusunu yönelttiğini belirten Şafak, danışmanın gülerek "İnanmayacaksın ama ben 17 Aralık'tan birkaç gün önce hastalanmış, rapor almıştım. O nedenle beni içeri atamayacaklar, mecburen hastaneye göndereceklerdi. Orada da herhalde bir yolunu bulup izin alır, ziyaret için Silivri'ye gelirdim" şeklinde cevap verdiğini ifade etti.
Erdoğan’ın siyaset hayatı boyunca yanında olan en yakın danışmanlarıyla sohbet ettiğini altını çizen Şafak, 17 Aralık’ın ardından neler olduğunu danışmanların ağzından şöyle aktardı:
“Darbe girişiminin iki ayağı olduğunu hemen anladık: Emniyet ve yargı. İki kurumu da hızla darbecilerden temizlememiz gerekiyordu. Ama bunun hiç de kolay olmadığını gördük. Çünkü; Türkiye genelinde 81 ilin emniyet müdüründen 72'si Paralel Yapı'nın denetimindeydi. İstanbul'daki 176 şube emniyet müdüründen 152'si Haşhaşi'lerdendi.”
İşte Erdal Şafak’ın yazısı:
Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yaptığımız günübirlik Paris ziyareti sırasında, bir ara, daha doğrusu öğle yemeğinde, Tayyip Bey'in en yakınındaki danışmanların birkaçıyla bir araya geldim.
Onlar çekirdek kadroyu oluşturuyordu.
Onlar iyi günde de, kötü günde de Erdoğan'ın yanındaydılar.
Onlar ikbal için değil, sadece Erdoğan'a olanca güçleriyle destek için oradaydılar.
Onlar, uzun yürüyüşün en başından beri Erdoğan'ın gölgesiydiler.
***
İşte o çekirdek kadronun adsız kahramanlarından biri İtalyan restoranının bir köşesindeki masamızda bir ara bana şöyle seslendi:
"Biliyor musun, Paralel Yapı 17 Aralık darbesini başarsaydı, sen şimdi Paris'te değil Silivri'de olacaktın. Ben de seni ziyarete gelecektim."
Güldüm, "Sen nerede olacaktın?" diye sordum.
O da güldü: "İnanmayacaksın ama ben 17 Aralık'tan birkaç gün önce hastalanmış, rapor almıştım. O nedenle beni içeri atamayacaklar, mecburen hastaneye göndereceklerdi. Orada da herhalde bir yolunu bulup izin alır, ziyaret için Silivri'ye gelirdim."
***
Kahkahalar kesildikten sonra ciddileşti: "17 Aralık sabahı karşımıza çıkan tabloya inanamazsın..."
Anlatmasını rica ettim. Kırmadı:
"Darbe girişiminin iki ayağı olduğunu hemen anladık: Emniyet ve yargı.
İki kurumu da hızla darbecilerden temizlememiz gerekiyordu.
Ama bunun hiç de kolay olmadığını gördük. Çünkü;
Türkiye genelinde 81 ilin emniyet müdüründen 72'si Paralel Yapı'nın denetimindeydi.
İstanbul'daki 176 şube emniyet müdüründen 152'si Haşhaşi'lerdendi.
Daha vahimi; yerlerine atama yapılmasını önlemek için, potansiyel adayların tümü için akla gelebilecek tüm gerekçelerle soruşturma açtırmış, sicillerini bozmuşlardı.
Sonuç: Emniyet'te müdürlüğe getirilecek adam kalmamıştı!
Yargıya gelince...
Özel yetkili savcılıkların tümü Paralel'in elindeydi.
Ağır ceza mahkemelerinin tümünde 3 üyeden 2'si mutlaka onlardandı. Paralelci olmayan üçüncü üyeyi ise bir açığını yakalayıp şantajla sindirmişler, istediklerini yaptırmışlar, böylece kararların oybirliğiyle alınmasını sağlamışlardı. Örneğin, Köksal Şengün işte böyle bir tezgâhın kurbanı olmuştu."
***
Dehşetle dinledim. Tek kelime çıkabildi ağzımdan: "Sonra?"
Güldü. Devam etti:
"Dünya tarihi herhalde böyle bir darbe girişimi yazmamıştır.
Ve inan, Erdoğan dışında hiç kimse bu oyunu bozamazdı. ABD'de böyle bir tezgâh kurgulansa, Obama altından kalkamazdı. Avrupa ülkelerinin hiçbirinde böyle bir darbeyi bertaraf edebilecek lider göremiyorum... Tayyip Bey, gözü karalığı sayesinde oyunu bozdu.
Bir şey daha söyleyeyim; Darbeye 17 Aralık'ta değil de iki üç ay sonra kalkışsalardı, belki Erdoğan da bu hamleyi savuşturamayacaktı. Telaşları, belki de paniklemeleri sonucu darbeyi öne alınca, çemberi tümüyle kapatamadılar."
***
Yine ağzım açık dinledim. Yine tek kelime çıktı ağzımdan: "Sonra?"
O da yine güldü. Devam etti:
"Emniyet'te epey temizlik yapıldı. Ama hâlâ birkaç kaleleri var. Örneğin, il emniyet müdürlüklerinin 7'si onların elinde. İstihbarat şube müdürlerinin 30'u onlardan. Hepsini biliyoruz. Elbette onlar da tasfiye edilecek ama biraz zaman alacak. Çünkü meşruiyet sınırlarını asla zorlamak istemiyoruz."
Ve noktayı koydu: "Haydi, Paris'te bu güneşli günün keyfini çıkaralım. Özgürce. Özgürlüğün değerini kavrayarak..."
Hak verdim. Ya şu sıralar Silivri'de olsaydım? Nâzım Hikmet'in 1938'de Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi'nde yazdığı şiiri mi mırıldanacaktım:
"Bugün Pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar / Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün / Bu kadar benden uzak / Bu kadar mavi / Bu kadar geniş olduğuna şaşarak / Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum / Dayadım sırtımı duvara / Bu anda ne düşmek dalgalara / Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım / Toprak, güneş ve ben... / Bahtiyarım..."
***
Sağlıklı ve mutlu bir hafta dileğimle. Özgürlüğün değerini bilin, tadını çıkarın...