ENİS BERBEROĞLU'NUN BU YAZI ÜZERİNE NE YAPACAĞINI MERAK EDİYORUM!
Serdar Turgut, Hürriyet yazarı Vahap Munyar'ın 50 liraya lahmacun yazısından yola çıkarak Hürriyet'i topa tuttu.
Lahmacunla kalite aramak
DÜŞÜNCESİZCE para harcayarak kaliteli yaşam yakalanabileceğini sananlar sayesinde bu ülkede kalite düzeyi iyice aşağıya çekildi.
Bazı ekonomi muhabirleri ve şefleri, bu tür insanlara hayat bilgisi dersi verip onlara gerçek kaliteli yaşamı anlatacakları yerde, onların düşük düzeyde zevk dünyasına büyük bir gusto ile dalıp bu kişilerden birer rol modeli yaratmaya çalışıyorlar.
Bu yaptıklarının ülkeye aslında nasıl da zarar verdiğinin, zevksizliği kalite sanan zenginlerle kurdukları işbirliğiyle ülkedeki gusto ve hayat kalitesi düzeyini nasıl da aşağıya çektiklerinin ya farkında değiller ya da kurdukları bu ilişkilerin kendilerine sağladığı hayat tarzı imkânları nedeniyle verdikleri zararın farkında olsalar da bunu görmüyormuş gibi yapıp hayatlarını sürdürüyorlar.
BAKALIM YAYIN YÖNETMENİ NE YAPACAK?
Örneğin, bir ekonomi yazarı şu satırları yazabiliyorsa, bu bence onun gazete yönetiminden uyarı alması için bir neden olmalıdır:
"Tabanlıoğlu Mimarlık’ın tasarladığı Milas-Bodrum Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ni gezmek üzere Melkan-Murat Tabanlıoğlu ve Özlem Gürsel ile birlikte Bodrum’a gittiğimizde Türkbükü’nde Maça Kızı’nın sahibi Sahir Erozan’la da sohbet fırsatını bulduk."
Şimdi ben kendisi de eskiden çok iyi bir ekonomi muhabiri olan ve gazeteciliğini yaparken etik meselelere çok dikkat eden gazetenin şimdiki Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nun bu yazı üzerine ne yapacağını merak ediyorum.
50 LİRAYA LAHMACUN
Ben tabii ki yazının o güzel dış hatların gezilmesinin anlatıldığı bölümüne karşı değilim, ona emek vererek yaratanlar elbette gazetecilere eserlerini gösterecekler. Ancak yazı bununla alakalı değil, yazı hemen ortaya çıkıveren ve gazetecinin "Sohbet fırsatı bulduk" cümlesiyle buluşmalarını anlattığı Sahir Erozan’ın söyledikleriyle ilgiliydi.
KALİTENİN DİBE VURUŞU
Konu ise onun işletmekte olduğu yerde bir lahmacun ile bir ayranın 50 liradan satılmasıydı.
Bu ülkede parayı kolay kazanıp da kolay harcayanlar bulunduğundan ve bazı gazeteciler "kaliteli yaşam arayışı" ana başlığında bu tür insanlara desteklerini verdikçe kalite anlayışı da iyice dibe vurdu.
ÇOK PARA HARCAYARAK ÖZEL OLMAYA ÇALIŞMAK
Türkiye’nin yeni zenginleri, çok para harcayarak zengin olmayanları dışlayan bir yaşam sürdürmeye çalışırlar.
Bunlar uçaklarda birinci sınıfta uçarlar ve gecesi 2 bin 700 Euro’yu bulan Sahir Erozan’ın oteli gibi otellerde kalırlar. Ama yine de lahmacun yerler ve ona da 50 lira öderler. Lahmacun bu yeni zenginlerin aralarına mesafe koymak için çok çaba harcadıkları, çok da para harcadıkları düşük düzeyli insanların yiyeceğidir.
ZEVKLER AYNI KALIYOR
Yani anlayacağınız çok para kazanmış da olsa, pahalı kıyafetler de giyse, pahalı otomobiller de kullansa, gecesi 2 bin 700 Euro gibi absürd bir fiyattan da konaklasa o insanlar da sonuçta lahmacun yerler. Yani aslında zevklerinde parayla gelen hiçbir farklılık olamamaktadır.
Para onları gayet tabii ki daha zevkli, daha değişik damak tadına ulaştıramamaktadır. Onlar da sonuçta yandaki halk plajında üç liraya satılan lahmacun ve ayranı yemektedirler. Ancak onlar buna 50 lira ödemekteler ve bunu da bir ayrıcalık saymaktalar.
İşletmeci Sahir Erozan bu konuda aslında bir klasik sayılması gereken bir laf söylüyor. Demiş ki: "Ben burada sadece bir lahmacun satmıyorum ki. Bir konsept ve hizmet var onun içinde."
AL KONSEPTİNİ DE...
Bu konsept sunma argümanı halkla ilişkilerciler tarafından sıkça dile getirilen ve ne idüğü belli olmayan bir şeydir. İnsanı aptal yerine koymayı siyaseten doğru biçimde anlatmanın bir biçimidir bu. Ben "Konsept sunuyoruz" lafını her duyuşumda içimden her defasında "Al konseptini de..." diye başlayan cümlemi kurarım.
ZENGİNDEN SITCOM YAPMAK
Peki dünkü yazısı aslında çok da güzel bir halkla ilişkiler bülteni olan Vahap Munyar neden göremiyor burada dönen dolabı ve yaratılan suni düzenin içi boşluğunu? Çünkü içinden geldiği gazetecilik geleneğinde Ertuğrul Özkök’ün damgası var.
HER TAŞIN ALTINDA GÜLEN VE ÖZKÖK MÜ VAR?
Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu ülkede ne olursa altında Gülen Cemaati, gazetecilikte de ne oluyorsa bunun altında Ertuğrul Özkök aranmaya başlandı" ama bu insanların yazdığı ve yönettiği gazetede bir zengine tapınma ve sitcom gazeteciliği geleneği var.
Zengine tapınmayı ve sitcom gazetecilik anlayışını getirenler de maalesef çok para harcamakla kalitenin satın alınabileceğini düşünmüşlerdir. Bir dönem yükselen gazetecilik dalı olan magazin gazeteciliğinde paralı insanların yaşam biçimi anlatıldı, ayrıca ekonomi sayfalarında da zenginlerin yaşam stili verildi.
Bunlar gayet tabii ki ilginçti, çünkü bir halk plajında lahmacun ve ayranı üç liradan yemekte olan insanların ilginç olacakları halleri yok, tabii ki bunu 50 liradan yiyenlerin ilgi çekmesi doğaldır.
Bu mutlu kısırdöngü sürdürüldükçe bir dönemin yayın yönetmenleri (benim aklıma Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök geliyor) uzaktan izlemeleri gereken insanların hayat tarzlarına özendiler, aynı hayatı aramaya başladılar ve bu işin teorisini de yaparak Vahap Munyar gibi insanları da aynı tavırlara teşvik ettiler.
Burada çok derin psikolojik nedenler de rol oynuyordu. Hayatta kalitenin parayla satın alınabileceğine kendinizi inandırırsanız bazı paralı insanların sergileyebilecekleri kalitesizliği de görmemeye başlarsınız ve bir süre sonra zengin tapınmacılığı başlar sizde.
TÜSİAD’A ÜYELİK
Ertuğrul Özkök, yayın yönetmenliği sürecinin bir aşamasında TÜSİAD’a bireysel üye olmaya karar verdi ve sonunda bunu da başardı. Zamanında bir yayın yönetmeninin bunu yapmasının normal olup olmadığı çok tartışıldı, ama kimse bu üyeliğin temelinde yatan derin psikolojik nedenleri tartışmaya açmadı.
İşte Vahap Munyar’ın dünkü yazısı, o psikolojik ortamın ve onun yarattığı zenginlere tapınmacı sitcom gazetecilik ekolünün örneklerinden bir tanesidir.
HINCAL ULUÇ
50 liralık lahmacun yenilen dünyayı anlatmak işi Sahir Erozan ve Vahap Munyar gibi amatör pop sosyologlara bırakılmamalıydı. Bu iş Hıncal Uluç gibi bir usta tarafından yapılmalıydı.
Hıncal Uluç hayatı boyunca gezdi, yiyip içti ve bunları hepini yazdı ve hiçbiri de basit halkla ilişkiler bülteni gibi koku saçmadı ortaya.
Çünkü Hıncal bunu müthiş bir özgüvenle yapıyordu, uzaktan izlediği insanların hayatını içten içe kıskanmıyor ve onlar gibi olmak istemiyordu.
Arkadaşının masasında gündelik Türk yemekleri yerken her zaman en mutlu Hıncal Uluç oldu. Bu yüzden o 50 liralık lahmacunu satan işletmeci, Hıncal Uluç’a Vahap Munyar’a konuştuğu gibi rahat ve yaptığı işin mutlak doğruluğuna inanıyormuş gibi konuşamazdı.
Çünkü neredeyse tüm hayatı bir sitcom’dan oluşan Hıncal Uluç, o tür gazeteciliğin "para harcayana tapınmacı" kültürüne hiç teslim olmadı.
Serdar Turgut/Gazete Habertürk
DÜŞÜNCESİZCE para harcayarak kaliteli yaşam yakalanabileceğini sananlar sayesinde bu ülkede kalite düzeyi iyice aşağıya çekildi.
Bazı ekonomi muhabirleri ve şefleri, bu tür insanlara hayat bilgisi dersi verip onlara gerçek kaliteli yaşamı anlatacakları yerde, onların düşük düzeyde zevk dünyasına büyük bir gusto ile dalıp bu kişilerden birer rol modeli yaratmaya çalışıyorlar.
Bu yaptıklarının ülkeye aslında nasıl da zarar verdiğinin, zevksizliği kalite sanan zenginlerle kurdukları işbirliğiyle ülkedeki gusto ve hayat kalitesi düzeyini nasıl da aşağıya çektiklerinin ya farkında değiller ya da kurdukları bu ilişkilerin kendilerine sağladığı hayat tarzı imkânları nedeniyle verdikleri zararın farkında olsalar da bunu görmüyormuş gibi yapıp hayatlarını sürdürüyorlar.
BAKALIM YAYIN YÖNETMENİ NE YAPACAK?
Örneğin, bir ekonomi yazarı şu satırları yazabiliyorsa, bu bence onun gazete yönetiminden uyarı alması için bir neden olmalıdır:
"Tabanlıoğlu Mimarlık’ın tasarladığı Milas-Bodrum Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ni gezmek üzere Melkan-Murat Tabanlıoğlu ve Özlem Gürsel ile birlikte Bodrum’a gittiğimizde Türkbükü’nde Maça Kızı’nın sahibi Sahir Erozan’la da sohbet fırsatını bulduk."
Şimdi ben kendisi de eskiden çok iyi bir ekonomi muhabiri olan ve gazeteciliğini yaparken etik meselelere çok dikkat eden gazetenin şimdiki Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nun bu yazı üzerine ne yapacağını merak ediyorum.
50 LİRAYA LAHMACUN
Ben tabii ki yazının o güzel dış hatların gezilmesinin anlatıldığı bölümüne karşı değilim, ona emek vererek yaratanlar elbette gazetecilere eserlerini gösterecekler. Ancak yazı bununla alakalı değil, yazı hemen ortaya çıkıveren ve gazetecinin "Sohbet fırsatı bulduk" cümlesiyle buluşmalarını anlattığı Sahir Erozan’ın söyledikleriyle ilgiliydi.
KALİTENİN DİBE VURUŞU
Konu ise onun işletmekte olduğu yerde bir lahmacun ile bir ayranın 50 liradan satılmasıydı.
Bu ülkede parayı kolay kazanıp da kolay harcayanlar bulunduğundan ve bazı gazeteciler "kaliteli yaşam arayışı" ana başlığında bu tür insanlara desteklerini verdikçe kalite anlayışı da iyice dibe vurdu.
ÇOK PARA HARCAYARAK ÖZEL OLMAYA ÇALIŞMAK
Türkiye’nin yeni zenginleri, çok para harcayarak zengin olmayanları dışlayan bir yaşam sürdürmeye çalışırlar.
Bunlar uçaklarda birinci sınıfta uçarlar ve gecesi 2 bin 700 Euro’yu bulan Sahir Erozan’ın oteli gibi otellerde kalırlar. Ama yine de lahmacun yerler ve ona da 50 lira öderler. Lahmacun bu yeni zenginlerin aralarına mesafe koymak için çok çaba harcadıkları, çok da para harcadıkları düşük düzeyli insanların yiyeceğidir.
ZEVKLER AYNI KALIYOR
Yani anlayacağınız çok para kazanmış da olsa, pahalı kıyafetler de giyse, pahalı otomobiller de kullansa, gecesi 2 bin 700 Euro gibi absürd bir fiyattan da konaklasa o insanlar da sonuçta lahmacun yerler. Yani aslında zevklerinde parayla gelen hiçbir farklılık olamamaktadır.
Para onları gayet tabii ki daha zevkli, daha değişik damak tadına ulaştıramamaktadır. Onlar da sonuçta yandaki halk plajında üç liraya satılan lahmacun ve ayranı yemektedirler. Ancak onlar buna 50 lira ödemekteler ve bunu da bir ayrıcalık saymaktalar.
İşletmeci Sahir Erozan bu konuda aslında bir klasik sayılması gereken bir laf söylüyor. Demiş ki: "Ben burada sadece bir lahmacun satmıyorum ki. Bir konsept ve hizmet var onun içinde."
AL KONSEPTİNİ DE...
Bu konsept sunma argümanı halkla ilişkilerciler tarafından sıkça dile getirilen ve ne idüğü belli olmayan bir şeydir. İnsanı aptal yerine koymayı siyaseten doğru biçimde anlatmanın bir biçimidir bu. Ben "Konsept sunuyoruz" lafını her duyuşumda içimden her defasında "Al konseptini de..." diye başlayan cümlemi kurarım.
ZENGİNDEN SITCOM YAPMAK
Peki dünkü yazısı aslında çok da güzel bir halkla ilişkiler bülteni olan Vahap Munyar neden göremiyor burada dönen dolabı ve yaratılan suni düzenin içi boşluğunu? Çünkü içinden geldiği gazetecilik geleneğinde Ertuğrul Özkök’ün damgası var.
HER TAŞIN ALTINDA GÜLEN VE ÖZKÖK MÜ VAR?
Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu ülkede ne olursa altında Gülen Cemaati, gazetecilikte de ne oluyorsa bunun altında Ertuğrul Özkök aranmaya başlandı" ama bu insanların yazdığı ve yönettiği gazetede bir zengine tapınma ve sitcom gazeteciliği geleneği var.
Zengine tapınmayı ve sitcom gazetecilik anlayışını getirenler de maalesef çok para harcamakla kalitenin satın alınabileceğini düşünmüşlerdir. Bir dönem yükselen gazetecilik dalı olan magazin gazeteciliğinde paralı insanların yaşam biçimi anlatıldı, ayrıca ekonomi sayfalarında da zenginlerin yaşam stili verildi.
Bunlar gayet tabii ki ilginçti, çünkü bir halk plajında lahmacun ve ayranı üç liradan yemekte olan insanların ilginç olacakları halleri yok, tabii ki bunu 50 liradan yiyenlerin ilgi çekmesi doğaldır.
Bu mutlu kısırdöngü sürdürüldükçe bir dönemin yayın yönetmenleri (benim aklıma Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök geliyor) uzaktan izlemeleri gereken insanların hayat tarzlarına özendiler, aynı hayatı aramaya başladılar ve bu işin teorisini de yaparak Vahap Munyar gibi insanları da aynı tavırlara teşvik ettiler.
Burada çok derin psikolojik nedenler de rol oynuyordu. Hayatta kalitenin parayla satın alınabileceğine kendinizi inandırırsanız bazı paralı insanların sergileyebilecekleri kalitesizliği de görmemeye başlarsınız ve bir süre sonra zengin tapınmacılığı başlar sizde.
TÜSİAD’A ÜYELİK
Ertuğrul Özkök, yayın yönetmenliği sürecinin bir aşamasında TÜSİAD’a bireysel üye olmaya karar verdi ve sonunda bunu da başardı. Zamanında bir yayın yönetmeninin bunu yapmasının normal olup olmadığı çok tartışıldı, ama kimse bu üyeliğin temelinde yatan derin psikolojik nedenleri tartışmaya açmadı.
İşte Vahap Munyar’ın dünkü yazısı, o psikolojik ortamın ve onun yarattığı zenginlere tapınmacı sitcom gazetecilik ekolünün örneklerinden bir tanesidir.
HINCAL ULUÇ
50 liralık lahmacun yenilen dünyayı anlatmak işi Sahir Erozan ve Vahap Munyar gibi amatör pop sosyologlara bırakılmamalıydı. Bu iş Hıncal Uluç gibi bir usta tarafından yapılmalıydı.
Hıncal Uluç hayatı boyunca gezdi, yiyip içti ve bunları hepini yazdı ve hiçbiri de basit halkla ilişkiler bülteni gibi koku saçmadı ortaya.
Çünkü Hıncal bunu müthiş bir özgüvenle yapıyordu, uzaktan izlediği insanların hayatını içten içe kıskanmıyor ve onlar gibi olmak istemiyordu.
Arkadaşının masasında gündelik Türk yemekleri yerken her zaman en mutlu Hıncal Uluç oldu. Bu yüzden o 50 liralık lahmacunu satan işletmeci, Hıncal Uluç’a Vahap Munyar’a konuştuğu gibi rahat ve yaptığı işin mutlak doğruluğuna inanıyormuş gibi konuşamazdı.
Çünkü neredeyse tüm hayatı bir sitcom’dan oluşan Hıncal Uluç, o tür gazeteciliğin "para harcayana tapınmacı" kültürüne hiç teslim olmadı.
Serdar Turgut/Gazete Habertürk