ENGİN ARDIÇ ÖZÜR DİLEMELİYDİ! BİR DARBE DE OKUR TEMSİLCİSİNDEN!

Sabah Okur Temsilcisi Yavuz Baydar, Engin Ardıç'ın Şafak Pavey hakkında yazdığı 'Hem özürlü hem CHP'li' ifadesini mercek altına aldı.

NEFRETTEN KAÇIŞ MÜMKÜN

Sıkça vurguluyorum: Bu köşeye yansıyan eleştirilerin kapsama alanı birkaç istisna dışında haberler, foto ve grafik gibi haber unsurları, baskı kalitesi ve dağıtım ile ilgili. Bu alan dışında, kanaat içeren köşelere ilişkin şikâyetlere, ancak kaçınılmaz hallerde yer verilmekte.
Maddi hatalar (bilgi yanlışları vs), dil yanlışları bunlardan biri.
Ama başka çok önemli bir alan daha var: Ülkemizde yaygın, içselleştirilmiş, adeta "norm" olmuş ırkçılık ve nefret söylemi. Çünkü ülkedeki kamusal tartışmanın en önemli sorunlarından biri, bulaşıcı nefret söyleminin yasalar karşısındaki "dokunulmazlığı".
Zehirli bir ortamda bunların tartışılması ve sağlıklı bir hukuk/etik çerçevesine oturtulması mücadelesine okur temsilciliği kurumu da dahil. Çizgi zorlandığı veya aşıldığı vakit, doğan tepkilerin anlaşılması ve hataların tekrarlanmaması için bu şart.
Topyekûn mücadele gerekli.
SABAH köşe yazarı Engin Ardıç'ın 15 Şubat tarihli "Yumurtasız eylemin tadı yok" başlıklı yazısına gelen yaygın tepkiler de bu kategori içinde. İstanbul Taksim Meydanı projesine dair yazısının bir bölümünde Ardıç şu görüşlere yer vermişti:
"..Protesto kimsenin umurunda değil, proje çatır çatır uygulanacak ama "sanatçı arkadaşların" isimleri basında bir kere daha geçmiş oldu.
Tülay ve sanatçı arkadaşı Açılay gibi!...
Başka türlü geçeceği de pek yoktu, çünkü bu isimler uzun süredir "gündemden düşmüş" isimler. Artık "12 Eylül filmleriyle" de ilgi uyandıramıyorlar, yaptıkları "kıl müziğiyle" de... Tövbe, "hem özürlü hem CHP'li" olduğu için amigo basının çok sevdiği Şafak Pavey hanım kızımız hariç.."
Son cümleye tepkiler hızla yayıldı. Kişi ve kuruluşlar bu ifadeyi kabul edilebilir bulmadıklarını ifade ettiler. Ali Berkil'den gelen eleştiriyi kısaltarak buraya aldım:
"Nefret söylemi sadece hedef aldığı kişiye ya da gruba değil, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamına girmez. Bir kaza sonucunda kolunu ve bacağını kaybetmiş bir insana yönelik olarak; siyasetçi olsun olmasın, bedensel engeli doğuştan veya sonradan ortaya çıkmış olsa da, fiziksel ve/veya zihinsel engeli geçici veya kalıcı olsa da, böyle bir ifade kesinlikle kullanılamaz."
"Avustralya, Belçika, Brezilya, Kanada, Şili, Hırvatistan, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İzlanda, Hindistan, İrlanda, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Polonya, Sırbistan, Singapur, Güney Afrika, İsveç, İsviçre, Tayland ve Britanya'da nefret söylemine karşı yasalar var. Bu ülkelerede bir toplumsal grubu hedef alan, hedef gösteren, küçük düşüren, aşağılayan, kamuoyu önünde ayrımcılığa maruz bırakan sözlü ya da yazılı açıklamalar yapmak yasaklanmakta ve cezalandırılmaktadır."
"Türkiye'nin çok satan gazetelerinden biri olan Sabah gazetesinde böyle bir ayrımcılık, böyle bir nefret söylemi hoşgörülmemelidir. Nefret söylemi, basın-yayın ilkelerine ve insanı insan yapan değerlere, insan haklarına aykırıdır."
Şafak Pavey ise, yazıya kısa bir tepki verdi. "'Bu yazı üzerinde hiç durmadım. Hatta bunları iltifat olarak kabul ediyorum. Hem engelli hem de CHP'li olmaktan gurur duyuyorum" dedi.
Ardıç eleştirileri 18 Şubat tarihli köşesinde yanıtladı. "Ben Şafak Pavey'e "hem özürlü hem CHP'li" demedim. Bunu bir aşağılama olarak kullanmadım. Pavey'i tenzih ederim. "Amigo basın Şafak Pavey'i 'hem özürlü hem CHP'li' olduğu için çok seviyor" dedim. Benim bakış açımdan değil, onların bakış açısından. Pavey'i değil, CHP medyasını eleştirdim. "Ben böyle düşünüyorum" demedim, "onlar öyle bakıyorlar" demeye getirdim. İkisi aynı şey mi? Bıktım ahmaklarla uğraşmaktan yahu... " diye yazdı.
Tepkiler ve tartışma AB'nin "nefret söylemini suç olarak düzenlenmemiş olması Türkiye'nin önemli eksikliğidir" saptamasına maruz kalıp duran Türkiye'de hayli ilginç bir zamana da rastladı. Geçen ay kurulan, engelli STK'larının da arasında olduğu 60 kadar dernekten oluşan "Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu", TBMM'yi ırkçılık ve nefret söyleminin suç olarak yasalarda yer alması doğrultusunda sıkı markaja almış durumda.
Peki, bu açıdan bakıldığında, köşe yazısındaki ifade nefret söylemine girer mi?
Soruyu, medyada cinsiyet ayrımcılığı, ötekileştirme ve nefret yayma gibi konularda uzman olan Prof Yasemin İnceoğlu'na (Galatasaray Üniversitesi) sordum.
Yanıtını biraz kısaltarak paylaşıyorum.
"Uluslararası alanda 'nefret söylemi' tanımı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 1997 tarihli tavsiye kararında şöyle kondu: 'Yabancı düşmanlığı, ırkçı nefret, antisemitizm ve hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir". Bu, günümüzde din veya inanç, cinsiyet, yaş, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve engellilik gibi birçok alanı kapsamaktadır."
"AİHM, demokratik toplumun olmazsa olmazlarından olarak kabul ettiği ifade özgürlüğü kapsamında sert eleştiri niteliğinde olan ifadeleri kabul etse de nefret söylemi niteliğindeki ifadeleri korumaya almamakta."
"Yazarın dile getirdiği ifade ile ifadenin yayıldığı kitlenin (yüksek tirajlı gazete söz konusu) büyüklüğü birlikte düşünülecek olduğunda, nefret söyleminin gazetecilik etiği açısından kabul edilemezliği apaçık ortadadır."

Köşenin kırmızı çizgileri
Tepkiler iki boyutlu oldu. Asıl eleştiri, nefret söylemi üzerinden, yazılanların kabul edilemezliğini vurguladı. Bir başka tepki dalgası da CHP kökenli oldu, siyasi renkleri ağır bastı, "artık yazmasın" noktasına kadar vardı.
Ardıç'ın yazısını ve yanıtını dikkatle okudum. Eğer bu yazıda kişiye odaklı bir hakaret, iftira vs olsaydı, hukuk alanına gireceği için el atmazdım. Ardıç, özür içermeyen yanıtında, "amigo basın"ın bakış açısından Pavey'in hem "özürlü" hem de CHP'li olduğu için sevildiğini savunuyor. Oysa, "tövbe" ile başlayan cümlesi, "..olduğu için.." ifadesiyle kendi görüşünü yansıtmakta. Nefret söylemi tanımının net çerçevesi göze alınınca, cümle sadece "CHP'li olduğu için" ile sınırlı kalsaydı, sorun olmayacaktı. Ancak, bu sorunlu ifadenin bir sosyal grubu aşağılayıcı nitelikte nefret söylemi içerdiği aşikârdır, şüphe götürmüyor. Hangi koşulda yazılmış olursa olsun, bu ifade açık bir özür gerektirirdi. Özür, bu tür hallerde erdemdir.
Her yazar hata yapabilir. Hele sık yazanlar. Ama hata yapması, "artık yazmasın" talebini, "susturun" kampanyalarını gerektirmez. Nefret söylemi konusunda hassas olanlar, yasa talebinde haklı olan herkes; hoşa gitmese de, aykırı, zihin kışkırtıcı olsa da, farklı her görüşe saygı duymalı; sevmediği düşünceleri "susturmaya" çalışmamalıdır. Köşelerin hoşgörüsüzlük nedeniyle peşpeşe kapandığı günümüz Türkiye'sinde, bu ayrımı çok iyi yapmak, özgürlükleri tutarlılıkla savunmak, akla karayı ayırmak gerekir.
Köşelerde ifade özgürlüğü sınırsız, köşe yazarı "mutlak dokunulmaz" değildir. Bu ne yazık ki ülkemizde çoktan terk edilmiş bir yaklaşım. Evet, dileyen saçmalama, sert dil kullanma özgürlüğüne de sahip olmalı. Ama köşeler tümüyle editoryal denetim dışına çıkarılarak, "sahipsiz" alanlar haline gelemez. Kişisel/kurumsal iftira ve hakaret; toplumsal nefret söylemi, açık-gizli reklam, bu köşelerin başlıca kırmızı çizgileri olmalıdır.
Çizgilerin sorumsuzca aşılması gazeteye, kuruma zarar verir; okur güvenini sarsar.
Kimse bunu sansür olarak görmemeli; medyada saygınlık için köşeler üzerinde de çok dikkatli, kararlı, ilkeli bir editoryal denetim şarttır.