ENGİN ARDIÇ 'AZİZ VE NECİP TÜRK MATBUATI'NIN YAZ AYLARI ALIŞKANLIKLARINI' GEYİĞE SARDI!..
Aziz ve necip Türk basını, yaza bir takım hazırlıklarla girdi. Bunlar arasında 'kıyılara adam gönderip muamele çetelesi tutturmak' da var...Arada darbe kışkırtıcılığı da tutarsa, çift kaymaklı olur... Sağlam geyik bir tık ötede...
Kurban olduğum aziz ve necip Türk matbuatı, yaza birtakım hazırlıklarla girdi.
Bunların içinde elbette her yıl olduğu gibi 'kıyı kasabalarına adam gönderip muamele çetelesi tutturmak' falan da vardı ama magazinle iş bitmiyordu. Bir siyasi gündem saptanması, bir yayın çizgisi bulunması gerekiyordu.
Çünkü hem sıcaklar bastıracak, okullar kapanacak, parası olanlar biryerlere kaçacak, satışlar ister istemez düşecekti, hem de Dünya Kupası'na Türkiye katılmayacağı için o yönde fazla 'hamaset ekmeği' çıkmayacaktı. (Elbette bir İtalyan hergelesinin bir Cezayir bitiriminin anasına ve kızkardeşine söveceğini, onun da kefereye kafayı çakacağını daha işin başından bilemezdik...)
Demek ki atış yapılacaktı ve hedef de belliydi: Eski koalisyonlar gibi laik basınla 'mıç mıç' olmayan (deyim Sayın Zafer Mutlu'nun yeni dönemde yeni bir gazete çıkaracağı zaman yaptığı özeleştiridir), avanta vermeyen, daha doğrusu yalnızca kendi yandaşlarına koklatan nankör iktidar...
Üstelik faşistler de saldırıya geçmek üzereydiler: Patlamamak üzere ayarlanmış, pimi çekilmeden atılan birtakım bombalar, ve 'gerekirse kendi yandaşını da harcamaktan çekinmeyeceksin' şeklindeki 'gayrı nizami harp' ilkesi uyarınca Kemalist yargıç öldürmeler falan...
Dolayısıyla, gaz verilebilecek iki alan vardı: Erken seçim ve cumhurbaşkanlığı oylaması...
Fakat başbakan da ısrarla erken seçime gitmeyeceğini, yeni cumhurbaşkanını da zamanı gelince seçeceklerini söyleyip duruyordu...
Meclis seçimine daha bir buçuk yıl, cumhurbaşkanı seçimine de daha bir yıl kadar vardı.
İşin kötüsü, birtakım anketler yaptırılıp yayınlanıyordu, ve bunlarda AKP'nin oy yitirse bile seçimi tek başına yeniden ve çok rahat kazanacağı görülüyordu, yani zorla bir 'sath-ı mail' yaratılsa, seçim dürtüklense bile işin hiçbir 'heyecanı' yoktu. (Elbette anket sonucu alınmadan iki gün önce parti başkanlarına telefon edip 'sizi ikinci göstereceğiz' şeklinde 'müjde vermeler' falan da ayrı konu...)
Bu arada darbe kışkırtıcılığı da tutarsa, kadayıf çift kaymaklı olurdu ve 'Atatürkçü bir yönetimden' belki istenen avantalar da çıkardı ileride... Sonuçta hepimiz hem din kardeşi hem de 'laiklik kardeşi' değil miydik?
Hiçbiri tutmadı.
Faşistler çabuk çözüldüler, daha doğrusu foyaları ortaya çabuk dökülünce, ileride daha başka numaralar çevirmek üzere 'sütre gerisine' çekildiler. Durumu ortaya çıkardığı için bazı faşist yazarlar da polise çok kızdılar.
Ordu, basının pis zokasını yutmadı.
Kocasının hastalığını fırsat bilip yeniden gündeme gelmeye çalışan Rahşan Ecevit'ten de bir türlü umulan ürün elde edilemedi: Rahşan Hanım'ın çevirdiği manevralar her kesimde büyük bir tepkiyle karşılandı ve bundan basına yeterince ekmek çıkamadı.
'Mesut Yılmaz'ı ve Tansu Çiller'i yeniden politikaya döndürmek için kamuoyuna birtakım yemler atmak' politikası da daha operasyonun başında iki seksen yattı. Halkın öfkesi henüz geçmemişti ve galiba geçeceği de yoktu.
Hele hele, Süleyman Demirel'i siyasete döndürmek gibi 'matbuat kaşalotu' numaralarına, ciddiye alıp da karşı çıkmak şöyle dursun, kimse artık gülmeye bile gerek görmüyordu...
Deniz Baykal'ın sağa, sola, yukarıya, aşağıya, Akdeniz'e, Karadeniz'e 'açılma' teranesinin de kimsenin umurunda olmadığı görüldü.
Basının işi sıcakta zordu. Dünya Kupası da bitmişti. Türkiye Ligi'nin başlamasına daha haftalar olduğu için Fenerbah
Bunların içinde elbette her yıl olduğu gibi 'kıyı kasabalarına adam gönderip muamele çetelesi tutturmak' falan da vardı ama magazinle iş bitmiyordu. Bir siyasi gündem saptanması, bir yayın çizgisi bulunması gerekiyordu.
Çünkü hem sıcaklar bastıracak, okullar kapanacak, parası olanlar biryerlere kaçacak, satışlar ister istemez düşecekti, hem de Dünya Kupası'na Türkiye katılmayacağı için o yönde fazla 'hamaset ekmeği' çıkmayacaktı. (Elbette bir İtalyan hergelesinin bir Cezayir bitiriminin anasına ve kızkardeşine söveceğini, onun da kefereye kafayı çakacağını daha işin başından bilemezdik...)
Demek ki atış yapılacaktı ve hedef de belliydi: Eski koalisyonlar gibi laik basınla 'mıç mıç' olmayan (deyim Sayın Zafer Mutlu'nun yeni dönemde yeni bir gazete çıkaracağı zaman yaptığı özeleştiridir), avanta vermeyen, daha doğrusu yalnızca kendi yandaşlarına koklatan nankör iktidar...
Üstelik faşistler de saldırıya geçmek üzereydiler: Patlamamak üzere ayarlanmış, pimi çekilmeden atılan birtakım bombalar, ve 'gerekirse kendi yandaşını da harcamaktan çekinmeyeceksin' şeklindeki 'gayrı nizami harp' ilkesi uyarınca Kemalist yargıç öldürmeler falan...
Dolayısıyla, gaz verilebilecek iki alan vardı: Erken seçim ve cumhurbaşkanlığı oylaması...
Fakat başbakan da ısrarla erken seçime gitmeyeceğini, yeni cumhurbaşkanını da zamanı gelince seçeceklerini söyleyip duruyordu...
Meclis seçimine daha bir buçuk yıl, cumhurbaşkanı seçimine de daha bir yıl kadar vardı.
İşin kötüsü, birtakım anketler yaptırılıp yayınlanıyordu, ve bunlarda AKP'nin oy yitirse bile seçimi tek başına yeniden ve çok rahat kazanacağı görülüyordu, yani zorla bir 'sath-ı mail' yaratılsa, seçim dürtüklense bile işin hiçbir 'heyecanı' yoktu. (Elbette anket sonucu alınmadan iki gün önce parti başkanlarına telefon edip 'sizi ikinci göstereceğiz' şeklinde 'müjde vermeler' falan da ayrı konu...)
Bu arada darbe kışkırtıcılığı da tutarsa, kadayıf çift kaymaklı olurdu ve 'Atatürkçü bir yönetimden' belki istenen avantalar da çıkardı ileride... Sonuçta hepimiz hem din kardeşi hem de 'laiklik kardeşi' değil miydik?
Hiçbiri tutmadı.
Faşistler çabuk çözüldüler, daha doğrusu foyaları ortaya çabuk dökülünce, ileride daha başka numaralar çevirmek üzere 'sütre gerisine' çekildiler. Durumu ortaya çıkardığı için bazı faşist yazarlar da polise çok kızdılar.
Ordu, basının pis zokasını yutmadı.
Kocasının hastalığını fırsat bilip yeniden gündeme gelmeye çalışan Rahşan Ecevit'ten de bir türlü umulan ürün elde edilemedi: Rahşan Hanım'ın çevirdiği manevralar her kesimde büyük bir tepkiyle karşılandı ve bundan basına yeterince ekmek çıkamadı.
'Mesut Yılmaz'ı ve Tansu Çiller'i yeniden politikaya döndürmek için kamuoyuna birtakım yemler atmak' politikası da daha operasyonun başında iki seksen yattı. Halkın öfkesi henüz geçmemişti ve galiba geçeceği de yoktu.
Hele hele, Süleyman Demirel'i siyasete döndürmek gibi 'matbuat kaşalotu' numaralarına, ciddiye alıp da karşı çıkmak şöyle dursun, kimse artık gülmeye bile gerek görmüyordu...
Deniz Baykal'ın sağa, sola, yukarıya, aşağıya, Akdeniz'e, Karadeniz'e 'açılma' teranesinin de kimsenin umurunda olmadığı görüldü.
Basının işi sıcakta zordu. Dünya Kupası da bitmişti. Türkiye Ligi'nin başlamasına daha haftalar olduğu için Fenerbah