Elif Şafak intihal iddialarına isyan etti!

Dün gece Abbas Güçlü ile Genç Bakış'a konuk olan Elif Şafak son kitabı Ustam ve Ben'e yöneltilen intihal iddialarına isyan etti.

İşte programın özeti;

BU KİTAPTA 3 YILIM VAR ÇAMUR ATMAK BU KADAR KOLAY MI?
- Evet Saramago'nun kitabında fil var, filbaz da var. Bu çok doğal. Filler ve filbazlardan bahseden daha onlarca kitap sayabilirim. Ben özellikle kitabımda zikrettim ve insanların böyle bir kitap olduğunu bilmesini istedim. Çünkü Avrupa'da o dönemde yaşamış Süleyman isimli bir fil var. Onlara da dikkat çekmek için kendim yazdım zaten. Ama daha kitap çıkmadan, kimse okumadan 480 sayfalık bir kitabı alıntı diye suçlamak bence vicdansızlıktır. Bilmeden, uzaktan, çamur atarak, şahısları hedef alarak yapılan şeyin edebiyat eleştirisiyle ilgisi yok. Bizde maalsef edebiyat çok ilkel bir düzeyde tartışılabiliyor ve maalesef edebiyat çevreleri içinde. Okurla bir derdimiz yok. Bu kitapta benim çok emeğim var. Gecelerim, gündüzlerim, 3 senem var. Bu kadar kolay mı insanları suçlamak, çamur atmak.

O FİL HAFIZASIZ TOPLUMA BİR GÖNDERME
- Osmanlı'dan bahsederken çok insansız bir anlatıma sahibiz. Hep padişahlardan veya sadrazamlardan, vezirlerden söz ediyoruz. Ama birey nasıldı diye sorduğumuz yok. Hele ki hayvanlar sanki tarihimizde hiç yokmuş gibi. Ben Ustam ve Ben'de hayvanları da anlattım. Ve fili çok önemsedim. Çünkü çok hafızasız bir toplumuz, fil hafızanın sembolü. Ben bu kez Osmanlı'ya doğudan bakmak istedim ve fil doğudan geliyordu.

GENÇLERİN AYNI EVİ PAYLAŞMASINI ELEŞTİRMEK KAYGI VERİCİ
- Türkiye'de sokakta bir kadını dövebilirsiniz, öldürebilirsiniz ama öpemezsiniz. Biz kadına şiddettin önlenmesinde çok az ilerlemiş bir toplumuz ama başkalarının hayatlarına karışmada çok istekli davranıyoruz. Bunu hem toplumsal düzeyde dedikoduyla yapıyoruz, hem de bazen siyaset düzeyinde. Ben gençlerin aynı evi paylaşmasının eleştiri konusu olmasından kaygı duyuyorum. Bunun insanların özel hayatları olduğunu ve karışılmaması gerektiğini düşünüyorum.

KORKUYLA YAPILAN POLİTİKALAR TEHLİKELİDİR
- Aykırı olmak, farklı düşünmek neden kötü olsun? Farklı düşünemezsek toplum, sanat, edebiyat nasıl ilerler? Ama farklı renklerden, farklı seslerden korkuyoruz. Bir kere bu korkulardan arınmamız lazım. Korku sadece korku doğrurur ve korkuyla yapılan politika da çok tehlikelidir.
- Bu hayatta bir şey öğreneceksek kendimize benzemeyen insanlardan öğreneceğiz. Bana tıpatıp benzeyen birinden öğrenecek birşeyim yok. Biz bu saygıyı kaybettik. O zaman ilerleme nasıl mümkün olacak?

EZİLEN DE EZİYOR
- Çok acımasızız. Bir kolektif göz var ve o yadırgadığı herşeyi yaftalıyor, damgalıyor. Öteki gibi görünen rahat edebiliyor mu ülkede? Yoksa biz bakışlarımızla onu taciz mi ediyoruz? Ben Mahrem romanımda bunları sorgulamak istedim.
- Bu çağın da ezilenleri ve muktedirleri var. Ötekinin de ötekileştirdiği, ezilenin de ezdiği noktalar var. O yüzden bu zincir kırılmıyor. Buna da dikkat etmemiz lazım.

OSMANLI'DA RASATHANEYİ YIKAN EĞİLİM BUGÜN DE VAR
- Hem Osmanlı hem de cumhuriyet tarihi boyunca neden başka Mimar Sinanlar çıkartamadık, onları nasıl engelledik? Mesele kitapta da anlatılan bir rasathane var. Bir bilim yuvası. Ama daha sonra yıkılıyor. Yapan da Osmanlı, yıkan da. İki eğilime de sahibiz biz. Bugün de böyle. Bir tarafta daha çok okumaya, ilerlemeye inanan, zihnen, ruhen daha açık olan insanlarımız, bir taraftan da sürekli onların önlerine çıkartılan engeller. Niçin böyle?

GEZİ'DEKİ MİZAHTAN ÇOK ETKİLENDİM
- Ankara'da çok büyük fırtınalar yaşanıyor, bunları da konuşalım ama edebiyatla, mizahla yanyana konuşalım. Mesela Gezi protestoları esnasında beni en çok etkileyen şeylerden bir tanesi çok güçlü bir mizah duygusunun çıkmasıydı. Bu mizaha olan açlıkla, ihtiyaçla çok ilgili birşey. Buna ihtiyacımız var.

MİMAR SİNAN İSTANBUL'U KORUMAK İÇİN ÇABALAMIŞ AMA...
- Neden bu kadar gecekondulaşmaya, çarpık kentleşmeye izin veriyoruz. İstanbul'u bu kadar hoyratça tüketmeye hakkımız var mı? Mimar Sinan sadece binalar yükseltmekle kalmamış, özellikle İstanbul'un korunması için çabalamış. Buranın depremler şehri olduğunu biliyor. Şehrin canını, ruhunu gözeterek inşaa ediyor. Biz bunu kaybettik ve bundan hiç rahatsız olmuyoruz.

ANNEANNE EVİNİN BÜYÜLÜ İZLERİ VAR BENDE
- Anneannem Fahriye Hanım'ın hayatımda çok izi vardır. 1970'lerde dışarıda şiddet, bölünmeler, çatışmalar yaşanırken, o ananelerin evlerinde çok daha büyülü bir ortam; nazar duaları, kahve falları vardı. O iki farklı dünyanın izleri var bende. Türkiye'de bilhassa edebiyat ortamının biraz küçümsediği, tepeden baktığı bir sözlü kültür, müthiş bir hazine var. Ben ananemin yanında bununla tanışma fırsatı buldum.

YAZAR OLMAK İÇİN ARIZALI OLMAK LAZIM
- Genellemek istemem, çok güzel bir çocukluk geçirip yazar olanlar da olabilir elbette ama benim gözlemlediğim bir şekilde bir yerde bir arızanızın olması lazım. Herşey çok güllük gülistanlık, hayatla ilişkiniz çok pürüzsüzse o kadar da içe çekilme gereği duymuyorsunuz.

GÜLLÜK GÜLİSTANLIK TOPRAKLARDAN EDEBİYAT ÇIKMAZ
- Öyle bir memlekette yaşıyoruz ki sürekli peşpeşe sıcak olaylar yaşanıyor. Ama edebiyat güllük gülistanlık topraklardan değil, insanların acılar çektiği ve acılarını anlatamadığı topraklardan çıkıyor.

SİYAH SÜT VE AŞKIN ARASINDA BİR YERALTI TÜNELİ VAR
- Her ne kadar birbirlerinden farklı gibi görünseler de Siyah Süt ve Aşk romanları arasında bir yer altı tüneli var. Aşk'ı ancak bana iç demokrasi geldikten sonra yazabildim. Kendi içimde belki belli aşamalardan geçmem gerekiyordu. Her ne kadar tasavvufa olan ilgim öğrencilik yıllarıma dayansa, daha uzun soluklu olsa da kendi içimde mevsimlerden geçmeden Aşk'ı yazamadım.

EN ZORU OTOSANSÜR
- Doğrudan baskıdan ziyade konuşulması en zor olan şey otosansür. Kendimizi yüzde yüz özgür hissettiğimizi söylememiz mümkün değil. İlle politik anlamda olmak zorunda değil ama politikada bunun bir parçası. Siyasetin sanat üzerinde kurallar getirmesi, sanatın çerçevesini çizmeye çalışmasını ben son derece tehlikeli buluyorum.

KADIN YAZARLAR CİNSELLİK YAZAMIYOR
- Ataerkillik edebiyat dünyası için de geçerlidir. Kadın romancı ne yazarsa yazsın otobiyografik olduğu zannediliyor. O yüzden cinsellikte kadın yazarlar olarak kendimize otosansürler uyguluyoruz. Ama yaşlandıkça bu sansürler daha azalıyor.

SİYASET YÜZÜNDEN KADINI UNUTTUK
- Cinsiyet ve cinsellik Türkiye'de konuşulması çok zor konular. Kadınlarla ilgili konular çok tali konular zannediliyor. Halledebiliriz, aciliyeti yok diye düşünülüyor.
- Başörtülü, başı açık, çok farklı toplumsal kesimlerden gelen kadınların, kadın olmaktan kaynaklanan ortak paydaları var. Siyaset yüzünden bunu çok unuttuk. O yüzden kadın dayanışmasına ve kızkardeşlik kültürüne çok inanıyorum ve destekliyorum.

TÜRKİYE HOMOFOBİK
- Eşcinsellik konusunda korkularımız ve önyargılarımız çok fazla. Araştırmalar yapılıyor; birçok insan bir eşcinselle komşuluk etmek istemeyeceğini söylüyor. Sormamız gerekir, hayatınızda bir eşcinsel tanıdınız mı? Tanımadan nasıl böyle büyük genellemeler yapıyorsunuz? Türkiye'de sadece ataerkillik değil homofobi de olduğunu düşünüyorum. Ve o insanlara eşit muamele edilmiyor. O yüzden ben bu konuda yazmayı seviyorum.

KİTAP REKLAMI NEDEN YADIRGANIYOR?
- İçimden gelen yolda ilerlemeyi tercih ediyorum. Bir filmin tanıtımının yapılması kimseye tuhaf gelmiyor ama bir romanın tanıtımı yapıldığında yadırganıyor. Bunlar değişmesi gereken kalıplar.

SOSYAL MEDYANIN AYDINLIK VE KARANLIK YÜZLERİ VAR
- Sosyal medyayı önemsiyorum, kesinlikle küçümsemiyorum. Ama sosyal medya ay gibi. Ayın karanlık yüzü ve aydınlık yüzü var. Aydınlık yüzü çok daha demokratik, karanlık yüzünde çok fazla bilgi kirliliği var.

O REKLAMDA SLOGANI SEVDİĞİM İÇİN OYNADIM
- Ben o reklamda neden oynadım? Siz kredi kartı diye bakıyorsunuz ama ben o reklamın sloganını sevdim. İçimden geldiği için de yaptım. Bu çok sık yapabileceğim birşey değil. Konuya göre de temaya göre seçiyorum.