Elif Çakır, Nazlı Ilıcak'ı fena bombaladı:Aydın Doğan şimdi ona tefle göbek attırıyor!

Star gazetesi yazarı Elif Çakır, bugünkü yazısında Nazlı Ilıcak’ı hedef aldı. Çakır, Ilıcak'ı eski söz ve yazılarıyla vurdu.

İşte Elif Çakır'ın bugünkü yazısı:

Geçmiş gün... Günlerden pazar diye hatırlıyorum. Zira evdeydim. Bir arkadaşım aradı ve acilen Kanal D’yi açmamı istedi. “Niye, n’oldu?” diye sorunca “Nazlı Ilıcak göbek atıyor, kaçırmak istemezsin?” dedi.

Açtım. Nazlı Ilıcak’ın şu alayı vala ile duyurulan ‘Pazar Gezmesi’ programıydı. Programın yeni bölümü müydü yoksa tekrarı mıydı, doğrusu hatırlamıyorum. Hani şu Nazlı Ilıcak’ın ünlülerin evine giderek yaptığı ‘yemek yapalım, göbek atalım’ programı.

Nazlı Ilıcak tef eşliğinde göbek atıyordu. Allah için, Nurhan Damcıoğlu’na taş çıkartacak kadar iyi kıvırıyordu.

Nazlı’yı izlerken aklıma yıllar önce Yeni Şafak gazetesinde yazarken Aydın Doğan’a salladığı ve Doğan’ı küçümsemek için 2001 yılında kaleme aldığı ‘Aydın’ın tefi ve Yalan Yasası’ başlıklı yazısındaki “Sana bir tef göndereceğim Aydın, belki sadece tef çalarsın da şu millet biraz rahat eder” sözleri aklıma geldi.

Neler demiyordu ki, Aydın Doğan için. Sadece Aydın Doğan mıydı hedefine oturttuğu? Hayır. Çok eskilerden tanıdığını Aydın Doğan’ı asıl şu sözlerle vuruyordu: “Eşi Sema da basma entarili, takunyalı, üzerine Gümüşhane havası sinmiş, çekingen, az konuşan çok dinleyen bir kadıncağızdı. Ya ilkokul ya da ortaokul mezunuydu. Bu yüzden haddini bilir, ‘Ali topu tut, Ayşe sen tut’u aşan ve entelektüel birikim isteyen konulara pek girmezdi.”

Nazlı’ya tefle göbek attırıyor

Hatırlıyorum. Yine 2002 yılında, Aydın Doğan Show Tv’de yayınlanan Tuncay Özkan’ın programında telefonla bağlanmış ve Nazlı Ilıcak’a “Yarın öbür gün sen yine benim yanımda çalışmak istersin!” deyince Nazlı Ilıcak da “Hadi hadi ben yerimden memnunum bir daha senin yanında çalışmam” demişti.

Neyse. Ne yalan söyleyeyim, programda Nazlı Ilıcak’ın çalınan tefle attığı göbeği ve yüzündeki o mutluluğu görünce Aydın Doğan ve eşi Sema hanım geldi aklıma.

“Sen en iyisi tef çal da, bu millet rahatlasın” dediği Aydın Doğan hem Nazlı’ya “Tefle göbek attırıyordu” ve hem de Nazlı’yı isterse göbek attırmak için bile yanında çalıştırabileceğini çünkü Nazlı’yı çok iyi tanıdığını bir kez daha ortaya koyuyordu.

Nazlı Ilıcak bir fenomendir aslında. Onu anlatmaya kelimeler yetmez. Asla kin tutmayan birisidir...

Misal kendisine ‘şıllık’ diyen birisiyle gün gelir çok iyi dost olabilir.

Nazlı bu, gün gelir, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a “Ben sizi çok seviyorum, yağdanlığınız olmak istiyorum” der, gün gelir kocasıymış arkadaşıymış dinlemez Demirel’e mektup yazarak “Efendim çok haklı sebeplerim var, sansür uyguluyorlar benim yazıma” diyerek kocasını şikayet eder.

Keşke birazcık araştırsa...

Nazlı bu çok mütevazıdır, hiç gocunmadan Tansu Çiller’in çaycısı olur gün gelir, dün “boyundan büyük laflar ediyor, medyada tekel oluşturuyor, ülkeyi yönetmeye çalışıyor, gazetesini bir silah gibi kullanıyor, iş takipçiliği yaptırıyor” dediği adamın yanında çalışmaya başlar.

Nazlı bu, her dönem mutlaka birilerini bulur ve o birilerini şeksiz şüphesiz savunmak zorunda hisseder kendisini.

Hiç fark etmez. Bu bazen askeri rejimin Başbakanı Bülent Ulusu olur, bazen asker talimatıyla kurulan Sunalp’in MDP’si olur bazen polis olur. Ama o hep şirinlik yaparak “demokrasiiii...” der, ağlamaklı ses tonuyla darbelerin kötü olduğunu anlatır.

Biz işte bu bunların daha fazlasını yapan kişiye ve oğlunu dahi “Anne sana ne oldu” şaşkınlığına sürükleyen kişiye Nazlı Ilıcak diyoruz.

İşte bu Nazlı Ilıcak (yaşı büyük olmasa sevimli haspam diyeceğim de) dün boyunu bosunu aşan HSYK, Yargıtay mevzusunda neresinden tutsanız elinizde kalacak bir yazının altına basmış imzayı.

Keşke birazcık araştırsa diyeceğim ancak ‘kendisi için bu kez şartlar manipülasyon yapmak olarak değiştiği’ için enayilik yapmayıp gazetesinin yayın politikasına uymuş.

Şaşırdım mı? Nazlı’yı tanıyan kimse şaşırmayacağına göre ben niye şaşırayım ki!

Ah be Nazlı, hadi rezilliğin bini bir para da insan oğlunu da mı düşünmez? Senin utanman arlanman yok da oğluna yazık!

Amacım Nazlı Ilıcak’a cevap vermek değil, o zaten konuya vakıf olmadığı için anlayamaz. Ancak konunun önemine binaen yazdığımın altını çizmem gerekiyor.

İlk icraat Yargıtay ve Danıştay’a atama

Paralel çetenin HSYK içindeki adamlarının dört yıldır hukuku nasıl ayaklar altına aldıklarını, yargıya güveni yüzde yirmilere düşürdükleri malumunuz.

Bütün hukuksuzluklarının ilk adımını ise 2010 referandumu sonrasında yapısı değişen HSYK’ya seçildikten sonra gerçekleştirdiler.

Tam bir strateji içinde çalıştılar.

İbrahim Okur ve ekibi ilk icraat olarak da 160 üyeyi etik olmayan bir şekilde Yargıtay’a ve 58 üyeyi de Danıştay’a göndererek kendilerine verilen görevlerini hakkıyla gerçekleştirdiler.

5000 hakim ve savcı aday arasından seçilen 160 ve 58 üyenin seçiminde liyakat, kıdem gibi yasalarda belirtilen hususlara dikkat edilmedi. 24 saat içinde gerçekleştirdiler.

Ekrem Dumanlı’nın Nazlı Ablası diyor ki, ‘Hayırrr, dört ay incelediler öyle 24 saat içinde olmadı. Çok hassas davranıldı’.

Ve Nazlı Abla yasalarda mevzuatta yer alan maddeleri falan güzel güzel sıralıyor. Ve zannediyor ki paralel örgütün HSYK’sı bu kurallara uymuş! Konuyu bilmediği eline ne verdilerse yemiş mi desem yoksa...

Bak Nazlı, ben sana söyleyeyim; dört ay değil, dört yıl boyunca incelediler, titizlik gösterdiler. Ama kendi adamları konusunda dikkatli olmak için inceleme yaptılar.

Nazlı diyor ki, Yargıtay’da bir grubun blok halde hareket etttiğini Kemal Kılıçdaroğlu söylüyordu! Eeee bir gerçeğin kimin söyleyip söylemediği o gerçeği değiştirir mi? Ekrem Dumanlıgillerden kafanı çevirip yargı mensuplarının ne dediğine bakarsan 160 paralel örgüt yargıtay üyesinin daha nelere kadir olduğunu görürsün!

Yargıtay’a gönderilecek 160 ve 58 kişinin isim listesi zaten hazırdı.

Aç HSYK’nın sitesini ve güzel güzel oku

Kendini bu kadar düşürme istersen. Savunurken de yazarken de bir mantığın olsun. Aç HSYK’nın sitesini ve güzel güzel oku.

2010 Ekim ayında HSYK seçimleri gerçekleşti. İbrahim Okur ve ekibi Kasım ayında görevlerine başladılar.

18 Şubat 2011 tarihinde yani Cuma günü mesai bitiminde HSYK Genel Sekreterliği tarafından Yargıtay’a aday olabilecekler listesi yayınlandı. Ben yuvarlak hesap 5 bin dedim sayıya takılma!

Hakim ve savcıların bu ilandan pazartesi günü yani 21 Şubat’ta haberi oldu. Anlaşıldı mı bu da?

22 Şubat tarihinde zaten HSYK genel kurul üyelerinin başka bir gündemi vardı o gündem de Bölge Adliye Mahkemelerine başsavcı atanması gündemiydi.

24 Şubat günü Yargıtay’a gidecek 160 üyenin seçimi bitti. Şimdi söyle bakalım çok bilmiş ve konuya hakim Nazlıcık, sence 22 Şubatta başka gündemle çalışmış bir kurul 5 bin aday arasından kimi seçeceğine kararı hangi ara vermiş olabilir.

Hangi vakitte, 5 bin kişinin siciline, kıdemine, hakkında soruşturma var mı yok mu, diye inceleme yaptı da karar verdi?

Adayların kendisini anlatmaya fırsat dahi verilmeden bu seçimin yapılması ne kadar doğru geliyor sana?

Bak kaldı ki, 2005 yılından itibaren Başbakan Erdoğan ve dönemin Adalet Bakanı’nı “Efendim bu HSYK önemli. Yargıtay önemli. Ancak doğru düzgün, demokrat yargı mensubu sayısı çok az. Bu statükocu yapıyı bozmak için belli yerlere gelmek lazım. Ancak demokrat ve temiz yargıçlar arasında birinci sınıfa ayrılacak savcı hakim yok. Şu 12 yılı 8 yıla indirilirse hallolur” minvalli sözlerle kandırdıklarından bahsetmiyorum.

Dahası birinci sınıfa ayrılacak savcı ve hakimlerin önlerinin nasıl tıkandığını başka sefere yazayım istersen.

Ben sana o dönemde 18-19 yıllık mesleki geçmişi olan ancak bir türlü 1. sınıfa ayrılamayan, yargı mensubu savcı Cihan Ergün dururken 1971 doğumlu birilerinin hangi liyakat ve kriterle yüksek yargıya seçildiğini istersen “HSYK’daki abilerine” bir sor, sana bir anlatsınlar hele de sen de bizlere anlat bakalım.

Pensilvanya fetvasıyla karar

Bir diğer husus ise...

Evet o tarihlerde Yargıtay’ın iş güç fazlalığı olduğu konusunda hükümette destek verdi dahası bizler de destek verdik. Referanduma nasıl destek verdiysek, Ergenekon, Balyoz davalarına nasıl destek verdiysek ‘yargıdaki iş yükü’ sorununa da öyle destek verdik.

Ve ben bir dosya yargıda kaç gün kalıyor, yargıda nasıl bir yığılma var, istatiksel olarak hep Ekrem Dumanlı’nın gazetesinden öğrendim. O dönemler ‘Allah razı olsun meseleye ne kadar sahip çıkıyorsunuz, bu memleket size duacı’ diyorduk.

Mevzu bu değil zaten. Konuyu gündemimize paralel çetenin gazeteleri soktular. Zaten hep böyle yapıyorlar. Haklı bir sebep bulup toplumsal desteği alarak arkadan kendi hesaplarını görüyorlar. Ergenekon’da da böyle oldu, Balyoz’da da, KCK davalarında da...

Yargıtay’daki iş yükünün azaltılması için yapılması gereken adım atıldı mı?

Bölge Adliye Mahkemelerine gerekli atamalar yapılsaydı ve bu mahkemeler çalıştırılsaydı;

Parasal değeri 25 bin liranın altında olan ve hapis cezaları 5 yılın altında olan davalara bu istinaf mahkemeleri baksaydı,

Yargıtay’ın üzerindeki yüzde 80 iş yükü gitmiş olacaktı.

HSYK bunu yapması gerekirken, bizlerin gündemine Yargıtay’ın üzerindeki iş yoğunluğunu soktular, aradan hemen yangından mal kaçırır gibi 160 üyeyi Yüksek Yargı Üyesi olarak atadılar.

Konudan bihabersin ama yine de bir soru sana Yargıtay’ sence adil ve hızlı çalışıyor mu sence? Atanan 160 yeni üye bir çözüm oluşturdu mu? Sence Pensilvanya’nın yargıçları verdikleri kararları Anayasa 138’e göre mi, yoksa Pensilvanya’nın fetvasına göre mi veriyorlar?

Ne diyor Anayasa 138... “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

Anladın mı?

Anlamazsın. Mevzu derin ve önemli. Senin boyunu maalesef aşar.

O yüzden. Patronlarına söyle, sana kanallarında ‘Pazar gezmesi’ ayarlasınlar. Git eğlen keyfine bak. Dahası köşende de googleden bulduğun uyduruk Mevlana sözleri paylaş. Şu ağır gündemde gülümsemeye de ihtiyacımız var...

Bir şey daha Nazlı Abla...

Senin abiler sana söylemezler. Hükümet bu 160 üye meselesinde dönen dolabı gördükten sonra, mevcut HSYK yapısı yüksek yargıya belli bir zümredeki kişileri seçtirdiği için yüksek yargıya seçilme kriterlerinde değişiklik yapıldı ve “20 yıl hizmet” koşulu getirildi.

Paralel örgüt Yargıtay’daki sosyal demokratları nasıl rehin aldı?

Tekrar etmekte fayda var: İbrahim Okur ve ekibi HSYK’ya minder atmasıyla birlikte paralel örgüte mensup 160 üyenin Yargıtay’a mancınıkla atılmasını biliyorsunuz.

Paralel örgütün Yargıtay’ı siyasi karargah olarak kullandığını da.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Yargıtay’da Birinci Başkanlık Kurulu seçimleri yapıldı ve paralel örgüt bu seçimi 20 sıfır alarak tulum çıkarttı.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu seçimleri bitmesine rağmen bitmeyen bir seçim daha var; Birinci Başkanlık Vekili seçimi.

Tur üstüne tur atlatılıyor. Ancak bir türlü adaylar gerekli oyu alamadıkları için seçim kilitleniyor.

Sekseninci tur yapılmasına rağmen adaylardan en güçlüsü olan Seyit Çavdar 170 oyun üstüne çıkamadı malaasef.

Peki, ama neden?

Kaynağımın verdiği bilgiye göre, paralel örgütün 160 üyesinin bir kısmı oy kullanmayarak seçimi kilitliyor. Sebep ise çok açık.

Paralel örgüt, HSYK’ya gönderilecek 3 asil ve 3 yedek üye için Yargıtay içindeki sosyal demokratlara karşı Birinci Başkanlık Vekili kartını ortaya koydu.

Birinci Başkanlık Vekili için HSYK’daki üyelerine oy istendi. Bundan emin olduktan sonra ittifak adayı destekleyeceklerini söylediler.

Paralel çetenin üyeleri seçildi. Yakup Ata’nın 201 oyu böyle sağlandı ve diğer iki asil üye içinde yeterli oyu böylece sağladılar.

Şimdi sırada aylardır kilitlenen Yargıtay’daki Birinci Başkanlık Vekili seçimi var.

Eğer, ismini yazdığım için değişikliğe gidilmezse Yargıtay’ın Birinci Başkanlık Vekilliğine Seyit Çavdar gelecek.