Ekşi Sözlük'ten mahkemeye Bakara-Makara savunması!
‘Dini değerleri alenen aşağılamak’ ve ‘kamu barışı’nı bozmak suçundan ceza alan Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu, itiraz kabul edilmezse AİHM'e gidecek.
‘Dini değerleri alenen aşağılamak’ ve ‘kamu barışı’nı bozmak suçundan ceza alan Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu, itiraz dilekçelerinde eski AB Bakanı Egemen Bağış’ın ‘bakara-makara‘ tapesini emsal gösterdiklerini açıkladı.
Kapanoğlu, ertelenen cezanın kesinleşmesi halinde AİHM’e kadar gideceklerini de söyledi.
Sözlük yazarı 40 kişiyle birlikte yargılanan Kapanoğlu’nun, Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda, dava konusu olan ‘entry’lerinde yazdıklarını tekrarlamaktan kaçınarak, “Aynı şeyler nedeniyle ceza alırsam hapse girme ihtimalim var. Dolayısıyla mahkeme bu kararıyla beni susturmayı başardı gibi” demesi de dikkat çekti…
Söyleşinin öne çıkan kısımları şöyle:
‘Bir dine özel değil’
* Davaya sebep olan yazdıklarımın konuları Tanrı kavramı, din, dinlerde ceza şeklindeydi. Bu konularla ilgili eleştirel yazılar yazmışım ama hiçbirinde hakaret yok. Zaten Tanrı ile ilgili yazdıklarım belli bir dine özel değil. Dinle ilgili olanlar da zaten fıkıhta olan, tartışılan konular. Yani benim kafamdan uydurduğum tartışma konuları değil.
‘İki din adamı da bunları konuşabilir’
* Şu anda daha fazla da ayrıntıya giremiyorum ne yazdığımla ilgili. Demokles’in ceza kılıcını kafama diktikleri için. Bunları yazdım diye detaylı anlatırsam bir daha aynı ‘suçu’ işlemiş sayılabilirim, ya da sayılır mıyım emin değilim. O nedenle risk almıyorum. Ben sözkonusu eleştirileri yazdığım dönem ne hakaret kastı güdüyordum ne de bu konularda yargılanabileceğime dair bir ihtimale kafamda yer ayırmıştım. Bir sıkıntı olmaz diye düşünüyordum. Çünkü böyle şeyler bu uslupla tartışılır. O metinlerde alaycı ya da küçümser bir ifade dahi bulamazsınız. İki din adamı da arasında bunları konuşabilir, yine benim yazıdaki uslubumla. Ben de zamanında böyle düşünerek yazmıştım fakat şimdi bunlar suç konusu edildiği ve ceza ertelendiği için bir daha aynı şeyler nedeniyle ceza alırsam hapse girme ihtimalim var. Dolayısıyla mahkeme bu kararıyla beni susturmayı başardı gibi.
‘Hıristiyan bir yazar, Hıristiyanlığı aşağılamaktan yargılandı’
* [Mahkeme] 216’ncı maddeyi işletti. Yani dedi ki; halkın belli bir kesiminin benimsediği dini değerlere hakaret ettin. Yazdığım şeylerde bırakın hakareti, halkın belli bir kesiminin benimsediği din dahi yok. Dava açılan 40 kişiden birinin aynı konu içerisinde hem Hıristiyanlığı hem Müslümanlığı rencide ettiği iddiası var. Hıristiyanlığı aşağıladığı söylenen kişi de savunmasında Hıristiyan olduğunu, yazdıklarının hakaret içermediğini, kendi dinine hakaret etme niyeti olmadığını anlattı. Duruşmanın bazı yerlerinde isyan edenler oldu, ‘Yahu ben bu yazdığımla aslında dini savunuyorum, niye buradayım’ diye…
‘Twitter gibiyiz’
* Ekşi Sözlük yıllardır Twitter gibi Facebook gibi bir mecra olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Yani biz yönetim kurulu olarak Ekşi’de yazılanlardan sorumlu değiliz, sadece bir yazma ve depolama alanı sağlıyoruz. Yazılanların ne editörlüğünü yapıyoruz ne de bir editör istihdam etmiş durumdayız. Aynı Twitter gibi. En temel farkımız şirketimiz burada kurulduğu için Türkiye’nin ceza kanunlarına ve özgürlük anlayışına tabi olmamız. Yine Ekşi Sözlük olanaklar el verdiği sürece fikir özgürlüğünün en rahat yaşandığı yerlerden biri olarak görülür çünkü farklı görüşlerden kimseler buluşup tartışabilir. Biz de hukuken sıkıntı yaratmadığı sürece her tür içeriğe izin veririz.
Richard Dawkins ve Fazıl Say’dan sonra
* [Bu davanın açılmasına mahal veren şikâyetçi] Ali Emre Bukağılı… Daha önce Richard Dawkins’in kitabıyla ilgili yayınevi ve daha sonra Fazıl Say hakkında da şikâyetçi olmuştu. Adnan Oktar ile yakınlığı bilinen biri. Adnan Oktar ile bizim hikâyemiz çok zaten. Defalarca bana dava açtı, hakaret ettiğim gerekçesiyle. Çünkü ona yobaz ve cahil demiştim. Mahkemede kendisinin yobaz ve cahil olduğunu kanıtladık, dolayısıyla hakaret değil gerçeklerin tespiti haline geldi sözlerim. Beraat etmiştim.
‘Memleketi ateşe falan vermedim’
*… Hâkimin yazılı bir gerekçesi yok ama gayet açık ki yazdıklarım nedeniyle kamu için bir tehlike oluşmuş değil. Benim Ekşi’deki yazılarım nedeniyle memleket ateşe filan verilmedi. Somut olarak bir tehlike yaratmış olmam gerekiyordu. Güncel bir örnek… “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyen adam için bir mahkeme takipsizlik kararı verdi. Nasıl? Bu cümleyle kamuya tehlike oluşmadı diyerek. Dolayısıyla aslında sırf bu somut tehlikenin yokluğu nedeniyle kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesi gerekiyordu. O yüzden verdiği karar hukuksuz bir karar.
‘Bakara -makara’ emsal
* İtiraz dilekçemizde de ‘Bakara-makara’yı emsal gösterdik. … Çünkü “Açıyorum Google’ı, Bakara-makara bişey sallıyorum” diyen Egemen Bağış hakkında, tehlike oluşmadığı için ortada suç yoktur diye takipsizlik verildi. Ki çok da doğru bir karar. Çünkü suçun gerçekleşmesi için gerekli şart, somut tehlike oluşturmak.
‘Tanıdığım ülke çok değişti’
* Benim tanıdığım ülkenin çok değiştiğini düşünüyorum. Ben bunları yazdığım zaman 2007 yılıydı, hatta 2004’te yazdıklarım bile var. Bu konuları tartışmanın hep belli bir seviyesi vardı. Şimdi deniliyor ki bu konuları hiç açmaya yeltenme. Zaten ben yeltenemem. Çünkü yaparsan sana patlatırız bir şey deniliyor. Yani ben bunu anlıyorum. Artık kesinlikle sınırlarımı bilmiyorum. Ne dersem suç sayılır, ne dersem eleştiri sınırları içinde kalır, ne dersem fikir ifade özgürlüğü kapsamına girer… Bunların arasındaki ayrım şu anda benim tarafımdan bilinmiyor! Çünkü hakkımda verilen kararın mantıksal bir dayanağı yok. Bu demektir ki bana ve dünyada birçok ülkenin hak ve hukuk anlayışına göre sıradan ve son derece normal sayılabilecek eleştiriler bu devlet tarafından suç sayılabiliyor. E o zaman bu devletin bir daha hangi sözümü yine suç sayıp saymayacağını bilemem.
‘Susturma işi belli bir sistematik içinde hallediliyor’
* Deneyip öğrenme taraftarı da değilim açıkçası. Hatta geçmişe yönelik dinle ilgili yazdıklarımı da sileyim diye düşündüm. Çünkü ortada bir de Fazıl Say örneği var. Son derece yaygın bilinen bir alıntı yaptığı için ceza aldı. Ve ben mesela Fazıl Say’ın yaptığı alıntının ne olduğunu bile gazeteye söylemekten imtina ediyorum işte şimdi. Devletin 216’ncı maddeyi kullanmaktaki amacı da bu bence. .. Kendi nezdinde sakıncalı bulduğu konuların hiç konuşulmamasını sağlamak. Susturmak. Benim bu düşürüldüğüm durum, tam olarak istenilen durum. Bana diyorlar ki, devlet her zaman böyleydi, istemediğini sustururdu. Tamam ama bence farklı fikirlere tahammülsüzlük boyut atlamış durum. Susturma işi belli bir sistematik içinde ve seri biçimde hallediliyor. Örneğin bizim dava aralıkta görülmeye başlandı, nisanda sonuçlandı. 40 kişiyi ışık hızıyla yargıladı. Din konusunda fikir beyan ettiği anlaşılan bu kişilerin bir daha bir şey yazarken 40 kez düşüneceği, örneğin benim önümüzdeki 5 yıl beyan etmeyeceğim ortada.
‘Ülke olarak kan kaybediyoruz’
* Bu sadece Ekşi Sözlük meselesi değil, bir ülke olarak kan kaybediyoruz. İfade özgürlüğü son dönemin en çok darbe alan değerlerinden, temel haklardan biri. Elbette Ekşi’deki yazarlardan da tedirgin olanlar olabilir. Twitter’da da daha temkinli davrananlar olduğu gibi. Hukuksuz ama tertemiz bir sansür sistematiği ile karşı karşıyayız.
‘AİHM’e kadar gideceğiz’
* Yok elbette. Ama davanın özelinde ilk etapta itirazımızın kabul edilmesini bekliyoruz. Olmazsa Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye kadar davayı takip edeceğiz. Bu arada şimdi sana bu anlattıklarım yüzünden de nasıl bir lince maruz kalacağımı bilmiyorum, bir de işin bu yanı var. Mantıklı bir sebep olmasına gerek yok. Benim için olağan hale geldi, ne desem hatta ne demesem sosyal medyada bir kesim tarafından linç ediliyorum. Dinle ilgili yazdıklarım çıkarılabilir ya da milliyetçiler “Ülkeni AİHM’ye şikâyet edemezsin” diyebilir. Her şey olabilir artık.
Kapanoğlu, ertelenen cezanın kesinleşmesi halinde AİHM’e kadar gideceklerini de söyledi.
Sözlük yazarı 40 kişiyle birlikte yargılanan Kapanoğlu’nun, Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda, dava konusu olan ‘entry’lerinde yazdıklarını tekrarlamaktan kaçınarak, “Aynı şeyler nedeniyle ceza alırsam hapse girme ihtimalim var. Dolayısıyla mahkeme bu kararıyla beni susturmayı başardı gibi” demesi de dikkat çekti…
Söyleşinin öne çıkan kısımları şöyle:
‘Bir dine özel değil’
* Davaya sebep olan yazdıklarımın konuları Tanrı kavramı, din, dinlerde ceza şeklindeydi. Bu konularla ilgili eleştirel yazılar yazmışım ama hiçbirinde hakaret yok. Zaten Tanrı ile ilgili yazdıklarım belli bir dine özel değil. Dinle ilgili olanlar da zaten fıkıhta olan, tartışılan konular. Yani benim kafamdan uydurduğum tartışma konuları değil.
‘İki din adamı da bunları konuşabilir’
* Şu anda daha fazla da ayrıntıya giremiyorum ne yazdığımla ilgili. Demokles’in ceza kılıcını kafama diktikleri için. Bunları yazdım diye detaylı anlatırsam bir daha aynı ‘suçu’ işlemiş sayılabilirim, ya da sayılır mıyım emin değilim. O nedenle risk almıyorum. Ben sözkonusu eleştirileri yazdığım dönem ne hakaret kastı güdüyordum ne de bu konularda yargılanabileceğime dair bir ihtimale kafamda yer ayırmıştım. Bir sıkıntı olmaz diye düşünüyordum. Çünkü böyle şeyler bu uslupla tartışılır. O metinlerde alaycı ya da küçümser bir ifade dahi bulamazsınız. İki din adamı da arasında bunları konuşabilir, yine benim yazıdaki uslubumla. Ben de zamanında böyle düşünerek yazmıştım fakat şimdi bunlar suç konusu edildiği ve ceza ertelendiği için bir daha aynı şeyler nedeniyle ceza alırsam hapse girme ihtimalim var. Dolayısıyla mahkeme bu kararıyla beni susturmayı başardı gibi.
‘Hıristiyan bir yazar, Hıristiyanlığı aşağılamaktan yargılandı’
* [Mahkeme] 216’ncı maddeyi işletti. Yani dedi ki; halkın belli bir kesiminin benimsediği dini değerlere hakaret ettin. Yazdığım şeylerde bırakın hakareti, halkın belli bir kesiminin benimsediği din dahi yok. Dava açılan 40 kişiden birinin aynı konu içerisinde hem Hıristiyanlığı hem Müslümanlığı rencide ettiği iddiası var. Hıristiyanlığı aşağıladığı söylenen kişi de savunmasında Hıristiyan olduğunu, yazdıklarının hakaret içermediğini, kendi dinine hakaret etme niyeti olmadığını anlattı. Duruşmanın bazı yerlerinde isyan edenler oldu, ‘Yahu ben bu yazdığımla aslında dini savunuyorum, niye buradayım’ diye…
‘Twitter gibiyiz’
* Ekşi Sözlük yıllardır Twitter gibi Facebook gibi bir mecra olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Yani biz yönetim kurulu olarak Ekşi’de yazılanlardan sorumlu değiliz, sadece bir yazma ve depolama alanı sağlıyoruz. Yazılanların ne editörlüğünü yapıyoruz ne de bir editör istihdam etmiş durumdayız. Aynı Twitter gibi. En temel farkımız şirketimiz burada kurulduğu için Türkiye’nin ceza kanunlarına ve özgürlük anlayışına tabi olmamız. Yine Ekşi Sözlük olanaklar el verdiği sürece fikir özgürlüğünün en rahat yaşandığı yerlerden biri olarak görülür çünkü farklı görüşlerden kimseler buluşup tartışabilir. Biz de hukuken sıkıntı yaratmadığı sürece her tür içeriğe izin veririz.
Richard Dawkins ve Fazıl Say’dan sonra
* [Bu davanın açılmasına mahal veren şikâyetçi] Ali Emre Bukağılı… Daha önce Richard Dawkins’in kitabıyla ilgili yayınevi ve daha sonra Fazıl Say hakkında da şikâyetçi olmuştu. Adnan Oktar ile yakınlığı bilinen biri. Adnan Oktar ile bizim hikâyemiz çok zaten. Defalarca bana dava açtı, hakaret ettiğim gerekçesiyle. Çünkü ona yobaz ve cahil demiştim. Mahkemede kendisinin yobaz ve cahil olduğunu kanıtladık, dolayısıyla hakaret değil gerçeklerin tespiti haline geldi sözlerim. Beraat etmiştim.
‘Memleketi ateşe falan vermedim’
*… Hâkimin yazılı bir gerekçesi yok ama gayet açık ki yazdıklarım nedeniyle kamu için bir tehlike oluşmuş değil. Benim Ekşi’deki yazılarım nedeniyle memleket ateşe filan verilmedi. Somut olarak bir tehlike yaratmış olmam gerekiyordu. Güncel bir örnek… “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyen adam için bir mahkeme takipsizlik kararı verdi. Nasıl? Bu cümleyle kamuya tehlike oluşmadı diyerek. Dolayısıyla aslında sırf bu somut tehlikenin yokluğu nedeniyle kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesi gerekiyordu. O yüzden verdiği karar hukuksuz bir karar.
‘Bakara -makara’ emsal
* İtiraz dilekçemizde de ‘Bakara-makara’yı emsal gösterdik. … Çünkü “Açıyorum Google’ı, Bakara-makara bişey sallıyorum” diyen Egemen Bağış hakkında, tehlike oluşmadığı için ortada suç yoktur diye takipsizlik verildi. Ki çok da doğru bir karar. Çünkü suçun gerçekleşmesi için gerekli şart, somut tehlike oluşturmak.
‘Tanıdığım ülke çok değişti’
* Benim tanıdığım ülkenin çok değiştiğini düşünüyorum. Ben bunları yazdığım zaman 2007 yılıydı, hatta 2004’te yazdıklarım bile var. Bu konuları tartışmanın hep belli bir seviyesi vardı. Şimdi deniliyor ki bu konuları hiç açmaya yeltenme. Zaten ben yeltenemem. Çünkü yaparsan sana patlatırız bir şey deniliyor. Yani ben bunu anlıyorum. Artık kesinlikle sınırlarımı bilmiyorum. Ne dersem suç sayılır, ne dersem eleştiri sınırları içinde kalır, ne dersem fikir ifade özgürlüğü kapsamına girer… Bunların arasındaki ayrım şu anda benim tarafımdan bilinmiyor! Çünkü hakkımda verilen kararın mantıksal bir dayanağı yok. Bu demektir ki bana ve dünyada birçok ülkenin hak ve hukuk anlayışına göre sıradan ve son derece normal sayılabilecek eleştiriler bu devlet tarafından suç sayılabiliyor. E o zaman bu devletin bir daha hangi sözümü yine suç sayıp saymayacağını bilemem.
‘Susturma işi belli bir sistematik içinde hallediliyor’
* Deneyip öğrenme taraftarı da değilim açıkçası. Hatta geçmişe yönelik dinle ilgili yazdıklarımı da sileyim diye düşündüm. Çünkü ortada bir de Fazıl Say örneği var. Son derece yaygın bilinen bir alıntı yaptığı için ceza aldı. Ve ben mesela Fazıl Say’ın yaptığı alıntının ne olduğunu bile gazeteye söylemekten imtina ediyorum işte şimdi. Devletin 216’ncı maddeyi kullanmaktaki amacı da bu bence. .. Kendi nezdinde sakıncalı bulduğu konuların hiç konuşulmamasını sağlamak. Susturmak. Benim bu düşürüldüğüm durum, tam olarak istenilen durum. Bana diyorlar ki, devlet her zaman böyleydi, istemediğini sustururdu. Tamam ama bence farklı fikirlere tahammülsüzlük boyut atlamış durum. Susturma işi belli bir sistematik içinde ve seri biçimde hallediliyor. Örneğin bizim dava aralıkta görülmeye başlandı, nisanda sonuçlandı. 40 kişiyi ışık hızıyla yargıladı. Din konusunda fikir beyan ettiği anlaşılan bu kişilerin bir daha bir şey yazarken 40 kez düşüneceği, örneğin benim önümüzdeki 5 yıl beyan etmeyeceğim ortada.
‘Ülke olarak kan kaybediyoruz’
* Bu sadece Ekşi Sözlük meselesi değil, bir ülke olarak kan kaybediyoruz. İfade özgürlüğü son dönemin en çok darbe alan değerlerinden, temel haklardan biri. Elbette Ekşi’deki yazarlardan da tedirgin olanlar olabilir. Twitter’da da daha temkinli davrananlar olduğu gibi. Hukuksuz ama tertemiz bir sansür sistematiği ile karşı karşıyayız.
‘AİHM’e kadar gideceğiz’
* Yok elbette. Ama davanın özelinde ilk etapta itirazımızın kabul edilmesini bekliyoruz. Olmazsa Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye kadar davayı takip edeceğiz. Bu arada şimdi sana bu anlattıklarım yüzünden de nasıl bir lince maruz kalacağımı bilmiyorum, bir de işin bu yanı var. Mantıklı bir sebep olmasına gerek yok. Benim için olağan hale geldi, ne desem hatta ne demesem sosyal medyada bir kesim tarafından linç ediliyorum. Dinle ilgili yazdıklarım çıkarılabilir ya da milliyetçiler “Ülkeni AİHM’ye şikâyet edemezsin” diyebilir. Her şey olabilir artık.