DUMANLI KALEMİN UCUNU SİVRİLTTİ! BDP VE KÜRT AYDINLARINA SERT ELEŞTİRİ!
Zaman yazari Ekrem Dumanlı yaşanan son terör olayları karşısında suskunluğa gömülen Kürt aydınlarına ve BDP'ye sert eleştiriler yöneltti.
"İki ayda kırk asker şehit oldu; BDP’den tık yok. Adamlar uzaktan kumandalı robot gibi. Düğmesine basılmadan hareket edemiyorlar adeta" diyen Zaman yazarı Ekrem Dumanlı bakın BDP’ye ve kürt aydınlarına yönelik olarak dile getirdiği sert eleştirileri nasıl kaleme almış?
İşte Dumanlı’nın o yazısı...
Kürt kardeşime açık mektup
Öteden beri hep şuna inandım: Zalime dur diyecek ancak ve ancak içeriden gelen ve gönüllerde dalga dalga yankılanan haykırışlardır. Firavun’u aciz bırakan, o görkemli saray ahalisinden namuslu ve cesur bir ferdin "Rabb’im Allah’tır dediği için bu adamı öldürecek misiniz?" diye feryat edip Musa’ya kol kanat germesiydi. O ses vicdanlarda öyle yankılandı ki zalimler dermansız kaldı, mazlumlar rahat bir nefes aldı.
Kürt sorununda zalimler ile mazlumlar yer değiştirdi. Dün faili meçhuller eşliğinde zulüm edene millet vicdanı "Yeter!" dedi ve şimdi o haksızlığın hesabı (yargı yoluyla) soruluyor. Kürtler adına hareket ettiğini söyleyen örgütçü zalimlerden kim hesap soracak? Tabii ki kanunlar. Ama ondan önce kamu vicdanı "Yeter!" demeyecek mi?
Birkaç gün önce haberlerde rastladım; şehit binbaşının anneciği, "Allah şehit oğlumu cennette Hazret-i Muhammed’e komşu eylesin!" demiş. Âmin! Yaralı kalple yapılan bu mukaddes dua kasvet dolu kalbimi titretti. Anaların duası geri çevrilir mi? Hâşâ! Cenaze evinden Kur’an sesleri yükseliyordu. İçim parçalandı. Kim o arslan şehidin alnından öperek son yolculuğuna uğurlamak istemez? Haber görüntüleri akıp giderken bir çığlık yükseldi. İki çocuğu yetim bırakan hain şebekeye "Allah belanızı versin!" diyordu. Ses o kadar samimi, o kadar yanıktı ki! Eminim o bedduaya milyonlar "Âmin!" diyordu. Bu mübarek Ramazan gününde dualar bedduaya dönüyorsa ehli insafı, ehli vicdanı göreve çağırmak gerekiyor. En başta da aklını yitirmemiş, vicdanını kaybetmemiş Kürtleri... Neden mi?
Sevgili Kürt kardeşim;
İlk gençlik ateşini bir dönem Türkçülüğün kalesi sayılan bir beldede iliklerine kadar yaşamış bir insanın tecrübesiyle sizlere sesleniyorum. Şaman dönemine duyulan anlamsız ve şovenist özlemle üstün ırk olduğumuza dair söylencelerin gencecik beyinlerde fırtına kopardığı günleri dün gibi hatırlıyorum. Başka ırklara karşı beslenen öfke, aşağılama ve nefret, o kitleleri dimdik ayakta tutuyordu. Temelsiz ve ufuksuz iddiaların büyük ve kitlesel bir çatışmaya dönüşmesini kim önledi biliyor musunuz? Aklı başında Türkler!
Onlar dediler ki, "Bu topraklarda ırkçılık yapılmaz; vatanımız bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, kaderimiz bir..." Önce tereddüt ettik söylenenler karşısında belki. Fakat sonra anladık ki sosyal barışı inşa etmenin ruhu, insan gerçeğine odaklanmaktan geçiyor; yani Âdem ve Havva’nın çocukları olduğumuzu idrak etmekten... Gördük ki bu ülkenin kendi ayakları üzerinde durmasından rahatsız olan güçler onun yıkılıp gitmesi için ya etnik ayrılıkları kullanıyor, ya mezhep farklılıklarını. Kardeş kavgası çıkarmak için şeytanları bile kıskandıracak keskin plan yapanlar kaç kuşağımızı harcayıp tüketti; biliyor musunuz? O insaflı Türkler olmasaydı (ki bazı dönemlerde onlar da çaresiz kaldı) bu topraklar yaşanmaz hale gelecekti.
İslam’ı yanlış anlayıp, Müslümanları terörist imajına hapseden bazı cahil insanların önüne mutedil ve ’sırat-ı müstakîm ehli’ Müslümanlar çıkmasaydı dünya kan gölüne dönecekti. Üzerine bombalar bağlayıp kanlı eylemini Kur’an ayetleriyle telif etmeye çalışan meczup adamı dıştan bir ses durdurabilir mi? Ancak hakiki ve cesur müminler "Sen Kur’an’ı yanlış anlıyorsun, o ayetlerdeki murad-ı İlahi senin dediğin gibi anlaşılmaz!" diyecek ki aklı selim hakim kılınabilsin...
Son günlerde hangi Kürt arkadaşıma rastlasam soruyorum: "Boş ver cerbezeye dayanan siyasî yorumları; halk vicdanı ne diyor bu katliamlar karşısında?" Dürüstlüğüne inandığım o dostların hepsi dedi ki: "PKK’nın bu kadar vahşi eylemler yapması Kürtler arasında da hiç bu kadar nefretle karşılanmamıştı." Geçmişte devletin kendine zulmettiğini, en temel haklardan mahrum bıraktığını, faili meçhuller yüzünden acılar yaşadığını düşünen insanların bugün yapılan korkunç eylemlere anlam verememesi gayet normal. Kürtleri kucaklayan onca gayret ortadayken etrafı kana bulayan eylemler, ancak taşeronlukla izah edilebilir.
Sevgili Kürt kardeşim;
Bir dönem devlete karşı yaşadığınız kaygıları, korkuları bugün örgüte karşı yaşıyor olmanızı anlamamak mümkün değil; ancak PKK denilen insafsız, vicdansız, izansız, dinsiz örgütün bu ülkeyi bir felakete sürüklediğini görmek gerekiyor. Birileri kardeşliğimize gölge düşürmek; hatta onu düşmanlığa dönüştürmek için var gücüyle çalışıyor. Gerçekten barış ve huzur içinde demokrasi isteyen herkesin sesi daha gür çıkmalı! İçeriden yükselecek o sayha zalimleri boğmadan terörün çanına ot tıkanamaz ve bu feci durumdan (Allah muhafaza buyursun) herkes zarar görür...
BDP tel tel dökülürken
İki ayda kırk asker şehit oldu; BDP’den tık yok. Adamlar uzaktan kumandalı robot gibi. Düğmesine basılmadan hareket edemiyorlar adeta. Öcalan’ın, "Beni taşeron gibi kullanıyorlar!" demesi üzerine zaten betleri benizleri attı, depresyona girdiler. Polise tokat atmaya gelince kadınlığını bile unutanlar, anaların ağıtlarını duymuyor. Güvenlik güçlerine taş atarken pervasızlığın numunesi olmaya namzet milletvekili, gencecik çocukların art arda ve sebepsiz yere şehit edilmesine gık diyemiyor. Uzaktan kumandayı elinde tutanlardan birisi mahpus, öbürü rehin. Bu saatten sonra meydan komşu ülkeler üzerinden yürütülen sinsi bir savaş taktiğine kalıyor. Bu da BDP’nin çapını aşıyor...
Farz edin ki iki ay içinde kırk PKK militanı öldürülmüş olsaydı, bu zevat kıyameti koparmaz mıydı? ’Barışa sıkılan kurşun’dan bahsederken Nobel Barış Ödülü adayı olmuş gibi nutuk irad etmez miydiler? Partinin klasik tabanını biliyoruz, onların öğrenilmiş çaresizliklerine aşinayız. Ancak bu partiye bin bir hevesle giren bazı kişilerin süklüm püklüm olup bir kenarda aciz beklemelerine mana veremiyoruz.
Mesela Beynelmilel filmiyle (ve daha birçok özelliğiyle) insanların sempatisini kazanan, hoş-sohbet Sırrı Süreyya Önder neden derin bir suskunluğa hapsolmuştur? Öteden beri İslamcı kimlik taşıdığını bangır bangır haykıran ve daha önceki PKK eleştirilerini bir kenara bırakarak BDP saflarına katılıp dostlarında, "Herhalde bir maslahat gözetiyor olmalı..." iyimserliğine neden olan Altan Tan, seri cinayetler karşısında neden gürül gürül konuşamıyor?
PKK’ya yakın partiler içinde ilk kez vizyon zorlamasını BDP yaptı ve seçime geniş bir kadroyla katıldı. Şerafettin Elçi, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya, Altan Tan vs. Vakıa, bu açılımlı haliyle bile yüzde 7’yi bulamadılar; ancak "Belki bu sefer bu cephe demokratikleşme konusunda cesur ve yapıcı bir katkı sağlar..." iyimserliğine yol açmıştı. Son yaşananlar gösterdi ki maalesef beklentiler gerçekleşmiyor. Belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Çünkü karşımızda mezalim karşısında yaramaz çocuklara özenip tıp oynayan, düğmesine basıldığında da ezberindeki repliği var gücüyle haykıran bir koro var. Beste başka yerden, güfte başka yerden, senaryo başka yerden... Keşke öyle olmasaydı. Keşke orada da bir değişim ve dönüşüm yaşansaydı...
İşte Dumanlı’nın o yazısı...
Kürt kardeşime açık mektup
Öteden beri hep şuna inandım: Zalime dur diyecek ancak ve ancak içeriden gelen ve gönüllerde dalga dalga yankılanan haykırışlardır. Firavun’u aciz bırakan, o görkemli saray ahalisinden namuslu ve cesur bir ferdin "Rabb’im Allah’tır dediği için bu adamı öldürecek misiniz?" diye feryat edip Musa’ya kol kanat germesiydi. O ses vicdanlarda öyle yankılandı ki zalimler dermansız kaldı, mazlumlar rahat bir nefes aldı.
Kürt sorununda zalimler ile mazlumlar yer değiştirdi. Dün faili meçhuller eşliğinde zulüm edene millet vicdanı "Yeter!" dedi ve şimdi o haksızlığın hesabı (yargı yoluyla) soruluyor. Kürtler adına hareket ettiğini söyleyen örgütçü zalimlerden kim hesap soracak? Tabii ki kanunlar. Ama ondan önce kamu vicdanı "Yeter!" demeyecek mi?
Birkaç gün önce haberlerde rastladım; şehit binbaşının anneciği, "Allah şehit oğlumu cennette Hazret-i Muhammed’e komşu eylesin!" demiş. Âmin! Yaralı kalple yapılan bu mukaddes dua kasvet dolu kalbimi titretti. Anaların duası geri çevrilir mi? Hâşâ! Cenaze evinden Kur’an sesleri yükseliyordu. İçim parçalandı. Kim o arslan şehidin alnından öperek son yolculuğuna uğurlamak istemez? Haber görüntüleri akıp giderken bir çığlık yükseldi. İki çocuğu yetim bırakan hain şebekeye "Allah belanızı versin!" diyordu. Ses o kadar samimi, o kadar yanıktı ki! Eminim o bedduaya milyonlar "Âmin!" diyordu. Bu mübarek Ramazan gününde dualar bedduaya dönüyorsa ehli insafı, ehli vicdanı göreve çağırmak gerekiyor. En başta da aklını yitirmemiş, vicdanını kaybetmemiş Kürtleri... Neden mi?
Sevgili Kürt kardeşim;
İlk gençlik ateşini bir dönem Türkçülüğün kalesi sayılan bir beldede iliklerine kadar yaşamış bir insanın tecrübesiyle sizlere sesleniyorum. Şaman dönemine duyulan anlamsız ve şovenist özlemle üstün ırk olduğumuza dair söylencelerin gencecik beyinlerde fırtına kopardığı günleri dün gibi hatırlıyorum. Başka ırklara karşı beslenen öfke, aşağılama ve nefret, o kitleleri dimdik ayakta tutuyordu. Temelsiz ve ufuksuz iddiaların büyük ve kitlesel bir çatışmaya dönüşmesini kim önledi biliyor musunuz? Aklı başında Türkler!
Onlar dediler ki, "Bu topraklarda ırkçılık yapılmaz; vatanımız bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, kaderimiz bir..." Önce tereddüt ettik söylenenler karşısında belki. Fakat sonra anladık ki sosyal barışı inşa etmenin ruhu, insan gerçeğine odaklanmaktan geçiyor; yani Âdem ve Havva’nın çocukları olduğumuzu idrak etmekten... Gördük ki bu ülkenin kendi ayakları üzerinde durmasından rahatsız olan güçler onun yıkılıp gitmesi için ya etnik ayrılıkları kullanıyor, ya mezhep farklılıklarını. Kardeş kavgası çıkarmak için şeytanları bile kıskandıracak keskin plan yapanlar kaç kuşağımızı harcayıp tüketti; biliyor musunuz? O insaflı Türkler olmasaydı (ki bazı dönemlerde onlar da çaresiz kaldı) bu topraklar yaşanmaz hale gelecekti.
İslam’ı yanlış anlayıp, Müslümanları terörist imajına hapseden bazı cahil insanların önüne mutedil ve ’sırat-ı müstakîm ehli’ Müslümanlar çıkmasaydı dünya kan gölüne dönecekti. Üzerine bombalar bağlayıp kanlı eylemini Kur’an ayetleriyle telif etmeye çalışan meczup adamı dıştan bir ses durdurabilir mi? Ancak hakiki ve cesur müminler "Sen Kur’an’ı yanlış anlıyorsun, o ayetlerdeki murad-ı İlahi senin dediğin gibi anlaşılmaz!" diyecek ki aklı selim hakim kılınabilsin...
Son günlerde hangi Kürt arkadaşıma rastlasam soruyorum: "Boş ver cerbezeye dayanan siyasî yorumları; halk vicdanı ne diyor bu katliamlar karşısında?" Dürüstlüğüne inandığım o dostların hepsi dedi ki: "PKK’nın bu kadar vahşi eylemler yapması Kürtler arasında da hiç bu kadar nefretle karşılanmamıştı." Geçmişte devletin kendine zulmettiğini, en temel haklardan mahrum bıraktığını, faili meçhuller yüzünden acılar yaşadığını düşünen insanların bugün yapılan korkunç eylemlere anlam verememesi gayet normal. Kürtleri kucaklayan onca gayret ortadayken etrafı kana bulayan eylemler, ancak taşeronlukla izah edilebilir.
Sevgili Kürt kardeşim;
Bir dönem devlete karşı yaşadığınız kaygıları, korkuları bugün örgüte karşı yaşıyor olmanızı anlamamak mümkün değil; ancak PKK denilen insafsız, vicdansız, izansız, dinsiz örgütün bu ülkeyi bir felakete sürüklediğini görmek gerekiyor. Birileri kardeşliğimize gölge düşürmek; hatta onu düşmanlığa dönüştürmek için var gücüyle çalışıyor. Gerçekten barış ve huzur içinde demokrasi isteyen herkesin sesi daha gür çıkmalı! İçeriden yükselecek o sayha zalimleri boğmadan terörün çanına ot tıkanamaz ve bu feci durumdan (Allah muhafaza buyursun) herkes zarar görür...
BDP tel tel dökülürken
İki ayda kırk asker şehit oldu; BDP’den tık yok. Adamlar uzaktan kumandalı robot gibi. Düğmesine basılmadan hareket edemiyorlar adeta. Öcalan’ın, "Beni taşeron gibi kullanıyorlar!" demesi üzerine zaten betleri benizleri attı, depresyona girdiler. Polise tokat atmaya gelince kadınlığını bile unutanlar, anaların ağıtlarını duymuyor. Güvenlik güçlerine taş atarken pervasızlığın numunesi olmaya namzet milletvekili, gencecik çocukların art arda ve sebepsiz yere şehit edilmesine gık diyemiyor. Uzaktan kumandayı elinde tutanlardan birisi mahpus, öbürü rehin. Bu saatten sonra meydan komşu ülkeler üzerinden yürütülen sinsi bir savaş taktiğine kalıyor. Bu da BDP’nin çapını aşıyor...
Farz edin ki iki ay içinde kırk PKK militanı öldürülmüş olsaydı, bu zevat kıyameti koparmaz mıydı? ’Barışa sıkılan kurşun’dan bahsederken Nobel Barış Ödülü adayı olmuş gibi nutuk irad etmez miydiler? Partinin klasik tabanını biliyoruz, onların öğrenilmiş çaresizliklerine aşinayız. Ancak bu partiye bin bir hevesle giren bazı kişilerin süklüm püklüm olup bir kenarda aciz beklemelerine mana veremiyoruz.
Mesela Beynelmilel filmiyle (ve daha birçok özelliğiyle) insanların sempatisini kazanan, hoş-sohbet Sırrı Süreyya Önder neden derin bir suskunluğa hapsolmuştur? Öteden beri İslamcı kimlik taşıdığını bangır bangır haykıran ve daha önceki PKK eleştirilerini bir kenara bırakarak BDP saflarına katılıp dostlarında, "Herhalde bir maslahat gözetiyor olmalı..." iyimserliğine neden olan Altan Tan, seri cinayetler karşısında neden gürül gürül konuşamıyor?
PKK’ya yakın partiler içinde ilk kez vizyon zorlamasını BDP yaptı ve seçime geniş bir kadroyla katıldı. Şerafettin Elçi, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya, Altan Tan vs. Vakıa, bu açılımlı haliyle bile yüzde 7’yi bulamadılar; ancak "Belki bu sefer bu cephe demokratikleşme konusunda cesur ve yapıcı bir katkı sağlar..." iyimserliğine yol açmıştı. Son yaşananlar gösterdi ki maalesef beklentiler gerçekleşmiyor. Belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Çünkü karşımızda mezalim karşısında yaramaz çocuklara özenip tıp oynayan, düğmesine basıldığında da ezberindeki repliği var gücüyle haykıran bir koro var. Beste başka yerden, güfte başka yerden, senaryo başka yerden... Keşke öyle olmasaydı. Keşke orada da bir değişim ve dönüşüm yaşansaydı...