''DOKUNAN YANAR'' DEDİLER AMA KORSANI BİLE ÇIKTI!
Ahmet Şık'ın taslak halindeyken imha edilmek istenen ve 000Kitap adıyla 125 kişinin imzasıyla basılan kitabının korsanı çıktı.
Ahmet Şık’ın taslak halindeyken el konan ve imha edilmek istenen kitabı Dokunan Yanar kitabı, 000Kitap adıyla 125 gazeteci, aktivist ve akademisyenin imzasıyla yayınlanmıştı. Kitabın çok satanlar listesinde yer almasının ardında korsanının basıldığını ifade eden yayıncı Timur Soykan, 000Kitap’ın hikayesini Radikal’e anlattı...
Kitap fikri nasıl çıktı?
Yasaklandıktan sonra sonra bir beklenti oluşmuştu. Başta “Yayınevleri birleşip ortak basacak” diye kulaktan kulağa yayılan bir söylenti de çıkmıştı. Ama aylar geçti, hiçbir şey yapılmadı.
Ve iş başa düştü...
Yayınevlerini de bu konuda eleştiremem, çünkü ortada bir korku iklimi vardı. Ben de Radikal’den ayrıldıktan sonra bir şahıs şirketi kurdum. Postacı Yayınevi.
Ne zaman?
1 Ekim. Ama o da çok prosedür gerektiren bir şeydi. Şirketi kuruyorsun, sonra yayıncı sertifikası almak için sürüyle belge hazırlıyorsun... Bandrol için yine bir dünya belge.
Kitaba 125 kişinin yazar olması nasıl oldu?
O süreç şöyle: O korku iklimi herkesi etkiledi. Yani herkes dinlendiğini, takip edildiğini düşünüyordu. Asıl önemlisi kitabın toplatılması, engellenmesi korkusu vardı. Konuyu herkese açamıyorsun, telefonda pek konuşmuyorsun. Başbakan dedi ya, kitap değil de bomba hazırlıyormuş gibi hissediyorsun! Paylaştığın az sayıda insan da sana “Aaa, bu da gitti” gözüyle bakıyor. Ulan nükleer başlık yapmıyoruz ki, altı üstü kitap yapıyoruz.
Sonra?
Sonunda bu böyle olmayacak, açalım bunu dedik. Açtık telefonları, 125 kişiye öyle ulaşıldı. Ve o an her şey değişti. Çünkü örneğin Yaşar Kemal, arandı, “Atın imzamı” dedi o babacan tavrıyla. O bir çınar sonuçta, onun yanında olduğunu bilmek o kadar rahatlatan bir şey ki. Vedat Türkali mesela, kendisiyle konuşan arkadaşı ağlatacak kadar duygusal bir konuşmayla destek verdi, Murathan Mungan imzasını attı. Ve birbirinden değerli pek çok isim.
Kaç kişiydiniz? Bir grup falan kuruldu mu?
Birkaç kişi. Ahmet’in arkadaşları. 125 imzadan sonra iş tamamen aydınların, gazetecilerin imece çalışmasına döndü ve çok hızlandı. Kimi kapağı, kimi sayfa düzenini yaptı. Kimi kısaltmalar yaptı. İmzalar da sadece 2 günde toplandı, yoksa binlerce imza olurdu, biz aslında başta 100 imza düşünüyorduk. Ve kitabı matbaaya verdik. Fuara yetişmesi önemliydi, “Kitabın özgürleşmesi için en uygun ortam kitap fuarıdır” diyorduk. Aldık, bir arkadaşın arabasına yükledik, fuara götürdük kitapları.
Parayı nasıl buldunuz?
Fuara ilk 1000 kitap götürdük. O 1000 tane kitap zaten çok cüzi bir şey, 2 bin 500 lira filan. O 1000 taneyi satınca oldu o para 7 bin 500 lira. 2 bin tane daha istendi. Gelir gelmez bitti, oldu 15 bin lira. Ama daha fazlası için biraz para koymak gerekti.
Fuardaki atmosfer nasıldı?
Yayınevlerine haber göndermiştik, “Böyle bir kitap var, alır mısınız” diye. Çok destek veren yayınevi oldu, ama alamayacağını söyleyenler de oldu. Bazıları da aldı kitabı ama “Alıyorum ama çok tedirginim” cümlesini hissettirdi. PEN Türkiye’nin standını açması çok etkili oldu. Sonra Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları bir basın açıklaması yaptı ve birdenbire işin rengi değişmeye başladı.
Ne oldu?
Çünkü okur devreye girdi.
Ne değişti?
Okurun tavrı her şeyi bitiriyor. 1000 kitap 1 saatte tükendi. Matbaadan kitabın gelişini bekleyenler oldu, “Hiç önemli değil, 2 saatse 2, 5 saatse 5 saat, biz buralardayız” deyip bekliyorlardı. Biri geliyor, kulağında telefon “Ahmet sana da alıyorum, Mehmet sana da alıyorum” diye 5 kitap birden alıyordu. Sarılıp teşekkür edenler oldu. Ama her gelen aynı şeyi söylüyordu: “Bak, susturamadılar kitabı.”
O okuru tarif edersen... Kimler alıyor?
Herkes aldı. Türbanlı, başörtülü insanlar da gördüm. Ama daha çok solcular ve sosyal demokratlar. Zaten alanlar bir tepki ortaya koymak için alıyorlar.
Dağıtım sorununuz var mı?
Başta yayınevlerine çekine çekine soruyorduk, çünkü sonuçta kimseyi bir şeye zorlamak istemiyorduk. “Alıyorsan alıyorsun, almıyorsan eyvallah” diyorduk. Çok özen gösterdik, bu konuda. Ama bir süre sonra devreye ticaret girdi. Yayınevleri bu işte para olduğunu gördü. Fuarda ilk 1000 kitap hurra 1 saatte bitince; bu kez yayınevleri aramaya başladı, ‘İşte şu kadar istiyorum, bu kadar istiyorum, ne zaman gelir’ falan...
Ne hissettin?
TÜYAP Kitap Fuarı çok değişmiş... Eskiden apayrı bir dünyaydı. Çok daha muhalifti, böyle ticari değildi. Şimdi görüyorsun¸orada büyük bir ticari faaliyet görülüyor.
NOT: Ahmet Şık 6 Mart’ta tutuklandı. Silivri Cezaevi’nde Nedim Şener ve Doğan Yurdakul ile birlikte 3 kişilik bir hücrede kalıyor. Haftada bir, 45 dakika görüş, ayda bir de 1 saat açık görüş var. Soyadı tutan aileden birileri ve önceden adlarını verdiği 3 kişiyle görüşebiliyor. İsimleri yenilemesine izin çıkmamış. Bu nedenle yayıncısı Timur Soykan ile de 10 aydır hiç görüşemedi. Duruşması 26 Aralık’ta.
Ortada tek gerçek var
Ahmetler alındığında şoke olmuştum. Sabaha karşı Şişli Adliyesi’nde bekliyoruz. Bir yanda Orhan Dink var, Hrant Dink’in kardeşi. Abisi öldürülmüş, devlet eliyle katledilmiş biri. Bir tarafta Özgür Mumcu var, Uğur Mumcu’nun oğlu. Sonra polis geliyor, kalkanlarla Ahmet ve Nedim’i aramızdan geçirip götürüyor. Fuarda basın açıklaması yapılıyor, ortamızda Metin Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe oturuyor. İktidarlar değişiyor ama hep aynı insanlar, aynı şiddetle cezalandırılmaya devam ediyor. Kitabın özgürlüğü için bir çaba gösteriyorsun, fuarda. Elif Ilgaz, Rıfat Ilgaz’ın torunu; Ahmet Nesin, Aziz Nesin’in oğlu kitabı dağıtıyor. Tüm bu hikâyeler bu kitapta birleşiyor gibi. Zamanın bir eleği var, bütün yalanları elekten geçiriyor ve ortada sadece bir gerçek kalıyor. Basın özgürlüğü anlamında çok kötü bir dönem yaşıyoruz.
Satış ne durumda?
50 bin kitap basıldı. D&R’da ve pek çok kitabevinde birinci sırada. Bir de korsanı çıktı tabii. Korsan, kimseyi tanımıyor, tak basıyor. Bir tek onlar hiç korkmuyor galiba. Kitap bugüne kadar 35 bin kadar sattı. Kendi masrafını da çıkarttı. Bundan sonraki geliri telif olarak yazarına; Ahmet’e ve yayınevine gidecek. Postacı Yayınevi; bir kitapla faaliyetine son vermeyecek. Postacı Yayınevi de gazetecilerin kitaplarını çıkartan ve telif hakları oranları yazar lehine çok daha yüksek bir yayınevi olarak yayın hayatına devam edecek. Ahmet ile birlikte.
Kitap fikri nasıl çıktı?
Yasaklandıktan sonra sonra bir beklenti oluşmuştu. Başta “Yayınevleri birleşip ortak basacak” diye kulaktan kulağa yayılan bir söylenti de çıkmıştı. Ama aylar geçti, hiçbir şey yapılmadı.
Ve iş başa düştü...
Yayınevlerini de bu konuda eleştiremem, çünkü ortada bir korku iklimi vardı. Ben de Radikal’den ayrıldıktan sonra bir şahıs şirketi kurdum. Postacı Yayınevi.
Ne zaman?
1 Ekim. Ama o da çok prosedür gerektiren bir şeydi. Şirketi kuruyorsun, sonra yayıncı sertifikası almak için sürüyle belge hazırlıyorsun... Bandrol için yine bir dünya belge.
Kitaba 125 kişinin yazar olması nasıl oldu?
O süreç şöyle: O korku iklimi herkesi etkiledi. Yani herkes dinlendiğini, takip edildiğini düşünüyordu. Asıl önemlisi kitabın toplatılması, engellenmesi korkusu vardı. Konuyu herkese açamıyorsun, telefonda pek konuşmuyorsun. Başbakan dedi ya, kitap değil de bomba hazırlıyormuş gibi hissediyorsun! Paylaştığın az sayıda insan da sana “Aaa, bu da gitti” gözüyle bakıyor. Ulan nükleer başlık yapmıyoruz ki, altı üstü kitap yapıyoruz.
Sonra?
Sonunda bu böyle olmayacak, açalım bunu dedik. Açtık telefonları, 125 kişiye öyle ulaşıldı. Ve o an her şey değişti. Çünkü örneğin Yaşar Kemal, arandı, “Atın imzamı” dedi o babacan tavrıyla. O bir çınar sonuçta, onun yanında olduğunu bilmek o kadar rahatlatan bir şey ki. Vedat Türkali mesela, kendisiyle konuşan arkadaşı ağlatacak kadar duygusal bir konuşmayla destek verdi, Murathan Mungan imzasını attı. Ve birbirinden değerli pek çok isim.
Kaç kişiydiniz? Bir grup falan kuruldu mu?
Birkaç kişi. Ahmet’in arkadaşları. 125 imzadan sonra iş tamamen aydınların, gazetecilerin imece çalışmasına döndü ve çok hızlandı. Kimi kapağı, kimi sayfa düzenini yaptı. Kimi kısaltmalar yaptı. İmzalar da sadece 2 günde toplandı, yoksa binlerce imza olurdu, biz aslında başta 100 imza düşünüyorduk. Ve kitabı matbaaya verdik. Fuara yetişmesi önemliydi, “Kitabın özgürleşmesi için en uygun ortam kitap fuarıdır” diyorduk. Aldık, bir arkadaşın arabasına yükledik, fuara götürdük kitapları.
Parayı nasıl buldunuz?
Fuara ilk 1000 kitap götürdük. O 1000 tane kitap zaten çok cüzi bir şey, 2 bin 500 lira filan. O 1000 taneyi satınca oldu o para 7 bin 500 lira. 2 bin tane daha istendi. Gelir gelmez bitti, oldu 15 bin lira. Ama daha fazlası için biraz para koymak gerekti.
Fuardaki atmosfer nasıldı?
Yayınevlerine haber göndermiştik, “Böyle bir kitap var, alır mısınız” diye. Çok destek veren yayınevi oldu, ama alamayacağını söyleyenler de oldu. Bazıları da aldı kitabı ama “Alıyorum ama çok tedirginim” cümlesini hissettirdi. PEN Türkiye’nin standını açması çok etkili oldu. Sonra Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları bir basın açıklaması yaptı ve birdenbire işin rengi değişmeye başladı.
Ne oldu?
Çünkü okur devreye girdi.
Ne değişti?
Okurun tavrı her şeyi bitiriyor. 1000 kitap 1 saatte tükendi. Matbaadan kitabın gelişini bekleyenler oldu, “Hiç önemli değil, 2 saatse 2, 5 saatse 5 saat, biz buralardayız” deyip bekliyorlardı. Biri geliyor, kulağında telefon “Ahmet sana da alıyorum, Mehmet sana da alıyorum” diye 5 kitap birden alıyordu. Sarılıp teşekkür edenler oldu. Ama her gelen aynı şeyi söylüyordu: “Bak, susturamadılar kitabı.”
O okuru tarif edersen... Kimler alıyor?
Herkes aldı. Türbanlı, başörtülü insanlar da gördüm. Ama daha çok solcular ve sosyal demokratlar. Zaten alanlar bir tepki ortaya koymak için alıyorlar.
Dağıtım sorununuz var mı?
Başta yayınevlerine çekine çekine soruyorduk, çünkü sonuçta kimseyi bir şeye zorlamak istemiyorduk. “Alıyorsan alıyorsun, almıyorsan eyvallah” diyorduk. Çok özen gösterdik, bu konuda. Ama bir süre sonra devreye ticaret girdi. Yayınevleri bu işte para olduğunu gördü. Fuarda ilk 1000 kitap hurra 1 saatte bitince; bu kez yayınevleri aramaya başladı, ‘İşte şu kadar istiyorum, bu kadar istiyorum, ne zaman gelir’ falan...
Ne hissettin?
TÜYAP Kitap Fuarı çok değişmiş... Eskiden apayrı bir dünyaydı. Çok daha muhalifti, böyle ticari değildi. Şimdi görüyorsun¸orada büyük bir ticari faaliyet görülüyor.
NOT: Ahmet Şık 6 Mart’ta tutuklandı. Silivri Cezaevi’nde Nedim Şener ve Doğan Yurdakul ile birlikte 3 kişilik bir hücrede kalıyor. Haftada bir, 45 dakika görüş, ayda bir de 1 saat açık görüş var. Soyadı tutan aileden birileri ve önceden adlarını verdiği 3 kişiyle görüşebiliyor. İsimleri yenilemesine izin çıkmamış. Bu nedenle yayıncısı Timur Soykan ile de 10 aydır hiç görüşemedi. Duruşması 26 Aralık’ta.
Ortada tek gerçek var
Ahmetler alındığında şoke olmuştum. Sabaha karşı Şişli Adliyesi’nde bekliyoruz. Bir yanda Orhan Dink var, Hrant Dink’in kardeşi. Abisi öldürülmüş, devlet eliyle katledilmiş biri. Bir tarafta Özgür Mumcu var, Uğur Mumcu’nun oğlu. Sonra polis geliyor, kalkanlarla Ahmet ve Nedim’i aramızdan geçirip götürüyor. Fuarda basın açıklaması yapılıyor, ortamızda Metin Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe oturuyor. İktidarlar değişiyor ama hep aynı insanlar, aynı şiddetle cezalandırılmaya devam ediyor. Kitabın özgürlüğü için bir çaba gösteriyorsun, fuarda. Elif Ilgaz, Rıfat Ilgaz’ın torunu; Ahmet Nesin, Aziz Nesin’in oğlu kitabı dağıtıyor. Tüm bu hikâyeler bu kitapta birleşiyor gibi. Zamanın bir eleği var, bütün yalanları elekten geçiriyor ve ortada sadece bir gerçek kalıyor. Basın özgürlüğü anlamında çok kötü bir dönem yaşıyoruz.
Satış ne durumda?
50 bin kitap basıldı. D&R’da ve pek çok kitabevinde birinci sırada. Bir de korsanı çıktı tabii. Korsan, kimseyi tanımıyor, tak basıyor. Bir tek onlar hiç korkmuyor galiba. Kitap bugüne kadar 35 bin kadar sattı. Kendi masrafını da çıkarttı. Bundan sonraki geliri telif olarak yazarına; Ahmet’e ve yayınevine gidecek. Postacı Yayınevi; bir kitapla faaliyetine son vermeyecek. Postacı Yayınevi de gazetecilerin kitaplarını çıkartan ve telif hakları oranları yazar lehine çok daha yüksek bir yayınevi olarak yayın hayatına devam edecek. Ahmet ile birlikte.