DOKUNAN DA YANAR, TAM YANAŞMAYAN DA! BİRGÜN YAZARI EZBER BOZDU!
Birgün yazarı Metin Çulhaoğlu, futbolda şike ve Aziz Yıldırım olayına çok farklı bir cepheden bakarak ezber bozdu.
Dokunan da yanar, tam yanaşmayan da
Cavit Orhan Tütengil, Bedri Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Ümit Doğanay…
Hepsi akademisyendi. 1970’li yılların ikinci yarısında, 12 Eylül’e uzanan süreçte öldürüldüler. Genel olarak solda yer alıyorlardı, ama hiçbir şekilde “aşırı”, “örgütçü” veya “militan” değillerdi.
Aslında tam da bu nedenle öldürüldüler.
İnsanlar şunu düşünsün istiyorlardı: “Böyle ılımlılar bile vurulduğuna göre, aman öne çıkmayayım, ses etmeyeyim, neme lazım…”
***
Cinayet, bir topluma ve/veya toplumun belirli kesimlerine “mesaj vermenin” tek yolu değildir. Başka yolları da vardır.
Elmer Bernstein, John Garfield, Carl Foreman, Lee J. Cobb, Gary Cooper ve daha onlarcası…
Bu insanlar cinayete kurban gitmediler. ABD’deki o uğursuz McCarthy döneminin Meclis Anti-Anti Amerikan Faaliyetler Komitesi hepsini tek tek sigaya çekti. Amaç, bu kişilerin komünizmle ve Komünist Parti’yle ilişkilerini tespit etmekti. Oysa bu insanların çoğunun komünizmle hiç mi hiç ilgisi yoktu.
Aslında tam da bu nedenle ifade vermeye çağrıldılar.
İnsanlar, şöyle düşünsün istiyorlardı: “Halka mal olmuş, üstelik komünizmle ilgisi olmayan ünlüler de soruşturulduğuna göre, bunlara güç yetmez; aman öne çıkmayayım, ses etmeyeyim, neme lazım…”
***
Mustafa Sönmez’in verdiği bilgilere göre (bkz. Cumhuriyet, 4 Temmuz 2011) Türkiye’de 2005 yılında 56 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı 2011 yılı Mayıs ayı itibarıyla 123 binin üzerine çıkmış. Üstelik içerdeki bu 123 bin kişinin yarısına yakını hükümlü bile değil, tutuklu!
Neşet Ertaş bir zamanlar “hapishanelere güneş doğmuyor” derdi; ama hapishanelerde “ampul” yandığı kesin.
Ergenekon ve Balyoz davalarından tutuklu olanların hepsinin sahiden “darbeci” olduklarına inanıyor musunuz?
Merhum Türkan Şaylan’ın bu işlerle hiç ilgisi olmuş muydu?
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın “gazetecilik dışı faaliyetleri” nedeniyle içerde olduklarına sahiden ihtimal veriyor musunuz?
Rıdvan Turan, Günay Kubilay gibi yıllarını sosyalizm mücadelesine veren insanların bir polis şefiyle darbe amaçlı “gizli örgüt” kurduklarına aklı başında kim inanır?
Gelgelelim, insanlar inansalar da inanmasalar da, kendilerine iletilen bir başka mesaj vardır: “Hiçbir suçum olmasa bile en az bir yıl içerde yatmam işten bile değil, iyisi mi ben…”
Bu, adıyla sanıyla bir sindirme operasyonudur; sesini çıkarmaya devam edenlere yönelik dolaylı da değil doğrudan bir tehdittir.
***
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım “şikeci” midir?
“Ergenekon’un finansörü” veya “bir suç örgütünün başı” mıdır?
Yıldırım’ın böyle olup olmaması o kadar önemli değildir; önemli olan Aziz Yıldırım gibi “nüfuzlu” birine bile ilişilebilmesidir…
Yanıtlanması gereken asıl soru ise şudur: Bu tür operasyonlarla amaçlanan, “temizlik”, “hileye hurdaya karşıtlık” adına toplumdan pozitif bir destek sağlamak mıdır, yoksa “Aziz Yıldırım’a bile ilişildiğine göre bu adamlardan korkulur” dedirtecek bir sinmişlik ve teslimiyet duygusu mu?
İkincisidir.
Bir de, siyasetteki mevcut kilitlenme veya “yemin krizi” ile son “şike operasyonu” arasındaki nesnel örtüşmeye dikkat etmek gerekir.
Şöyle: Türkiye’de bugünkü mevcut şekillenmede siyasetin tepesindeki kavga, itişme ve tepişme ne kadar yoğunlaşırsa, toplumdaki sessizlik ve edilgenlik de o kadar derinleşip yaygınlaşmaktadır. AKP’nin bugün sergilediği sivri, dik ve inatçı tutumda, kuşkusuz başta yeni Anayasa olmak üzere kimi daha kısa vadeli hesapların, bu arada kendi içinde zaten huzursuz CHP’yi köşeye sıkıştırma planlarının da yeri vardır. Ancak, aynı AKP bir şeyi daha çok iyi bilmektedir: İpler kendi elinde olduğu sürece siyasetin tepesindeki her gerilim, toplumu da germek yerine onu daha bir pelteleştirmektedir ve toplumda pelteleşme demek, AKP’nin bildiği gibi yoğurup şekillendireceği bir malzeme demektir…
Eğer servisi yapılan tabaktaki ekmek kadayıfıysa, üzerindeki kaymak da şudur: “Adamlar, Cem Uzan demediler; general, amiral, profesör dinlemediler; koskoca medya devini süklüm püklüm edip büyük sermayeye, TÜSİAD’a “Çerkez çıktılar”; şimdi de Aziz Yıldırım’a uzandılar. Vallahi bu adamlar…”
Veya salt “dokunan” değil, tam yanaşmayan da yanar!
***
AKP rahattır.
Birincisi, nükleer takas ve Mavi Marmara “gerilimlerinin” ardından, başta ABD dış odaklarla aradaki pürüzleri gidermiş, üstelik son seçim zaferiyle bu odaklara vazgeçilmezliğini bir kez daha göstermiştir.
İkincisi, içeride “baş ağrısı” olan Kürt sorununa bir de bu rahatlık içinde yaklaşabilecek durumdadır.
Üçüncüsü, iyiden iyiye pelteleşmiş toplumu taşra siyasetçilerine, cemaatlere ve palazlandırdığı sermaye kesimlerine gönül rahatlığıyla emanet edip kendi elitist siyaset anlayışı gereği oluşturduğu “kurmay heyetiyle” (Yalçın Akdoğan, Haluk İpek vb) bölgeye ve ülkedeki rejime ilişkin ince hesaplarına yoğunlaşabilecektir.
Ufak tefek pürüzler çıkarsa, mırın kırın eden olursa da, bilmem kaçıncı Ergenekon/Balyoz dalgası veya insanlara “vay canına” dedirtecek yeni operasyonlar kafasında hazırdır.
“Yeni Anayasa” da o kadar büyük bir sorun olmayabilir.
AKP için asıl tehlike veya “ince nokta”, ekonomideki riskli gidişin patlatabileceği, dışarısının himmetiyle de önlenemeyecek yeni bir kriz ve Suriye-Kuzey Irak-İran ekseninde üslenilecek maceracı girişimlerin ters tepme olasılığıdır.
Toplumu daha da pelteleştirdiği ve sindirdiği ölçüde, AKP’nin bu tür riskleri de gözünde fazla büyütmeyeceği söylenebilir.
Demek ki, yeni operasyonlar, dalgalar, “temizlik harekâtları” vb bekleyebiliriz.
Metin Çulhaoğlu/(Birgün
Cavit Orhan Tütengil, Bedri Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Ümit Doğanay…
Hepsi akademisyendi. 1970’li yılların ikinci yarısında, 12 Eylül’e uzanan süreçte öldürüldüler. Genel olarak solda yer alıyorlardı, ama hiçbir şekilde “aşırı”, “örgütçü” veya “militan” değillerdi.
Aslında tam da bu nedenle öldürüldüler.
İnsanlar şunu düşünsün istiyorlardı: “Böyle ılımlılar bile vurulduğuna göre, aman öne çıkmayayım, ses etmeyeyim, neme lazım…”
***
Cinayet, bir topluma ve/veya toplumun belirli kesimlerine “mesaj vermenin” tek yolu değildir. Başka yolları da vardır.
Elmer Bernstein, John Garfield, Carl Foreman, Lee J. Cobb, Gary Cooper ve daha onlarcası…
Bu insanlar cinayete kurban gitmediler. ABD’deki o uğursuz McCarthy döneminin Meclis Anti-Anti Amerikan Faaliyetler Komitesi hepsini tek tek sigaya çekti. Amaç, bu kişilerin komünizmle ve Komünist Parti’yle ilişkilerini tespit etmekti. Oysa bu insanların çoğunun komünizmle hiç mi hiç ilgisi yoktu.
Aslında tam da bu nedenle ifade vermeye çağrıldılar.
İnsanlar, şöyle düşünsün istiyorlardı: “Halka mal olmuş, üstelik komünizmle ilgisi olmayan ünlüler de soruşturulduğuna göre, bunlara güç yetmez; aman öne çıkmayayım, ses etmeyeyim, neme lazım…”
***
Mustafa Sönmez’in verdiği bilgilere göre (bkz. Cumhuriyet, 4 Temmuz 2011) Türkiye’de 2005 yılında 56 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı 2011 yılı Mayıs ayı itibarıyla 123 binin üzerine çıkmış. Üstelik içerdeki bu 123 bin kişinin yarısına yakını hükümlü bile değil, tutuklu!
Neşet Ertaş bir zamanlar “hapishanelere güneş doğmuyor” derdi; ama hapishanelerde “ampul” yandığı kesin.
Ergenekon ve Balyoz davalarından tutuklu olanların hepsinin sahiden “darbeci” olduklarına inanıyor musunuz?
Merhum Türkan Şaylan’ın bu işlerle hiç ilgisi olmuş muydu?
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın “gazetecilik dışı faaliyetleri” nedeniyle içerde olduklarına sahiden ihtimal veriyor musunuz?
Rıdvan Turan, Günay Kubilay gibi yıllarını sosyalizm mücadelesine veren insanların bir polis şefiyle darbe amaçlı “gizli örgüt” kurduklarına aklı başında kim inanır?
Gelgelelim, insanlar inansalar da inanmasalar da, kendilerine iletilen bir başka mesaj vardır: “Hiçbir suçum olmasa bile en az bir yıl içerde yatmam işten bile değil, iyisi mi ben…”
Bu, adıyla sanıyla bir sindirme operasyonudur; sesini çıkarmaya devam edenlere yönelik dolaylı da değil doğrudan bir tehdittir.
***
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım “şikeci” midir?
“Ergenekon’un finansörü” veya “bir suç örgütünün başı” mıdır?
Yıldırım’ın böyle olup olmaması o kadar önemli değildir; önemli olan Aziz Yıldırım gibi “nüfuzlu” birine bile ilişilebilmesidir…
Yanıtlanması gereken asıl soru ise şudur: Bu tür operasyonlarla amaçlanan, “temizlik”, “hileye hurdaya karşıtlık” adına toplumdan pozitif bir destek sağlamak mıdır, yoksa “Aziz Yıldırım’a bile ilişildiğine göre bu adamlardan korkulur” dedirtecek bir sinmişlik ve teslimiyet duygusu mu?
İkincisidir.
Bir de, siyasetteki mevcut kilitlenme veya “yemin krizi” ile son “şike operasyonu” arasındaki nesnel örtüşmeye dikkat etmek gerekir.
Şöyle: Türkiye’de bugünkü mevcut şekillenmede siyasetin tepesindeki kavga, itişme ve tepişme ne kadar yoğunlaşırsa, toplumdaki sessizlik ve edilgenlik de o kadar derinleşip yaygınlaşmaktadır. AKP’nin bugün sergilediği sivri, dik ve inatçı tutumda, kuşkusuz başta yeni Anayasa olmak üzere kimi daha kısa vadeli hesapların, bu arada kendi içinde zaten huzursuz CHP’yi köşeye sıkıştırma planlarının da yeri vardır. Ancak, aynı AKP bir şeyi daha çok iyi bilmektedir: İpler kendi elinde olduğu sürece siyasetin tepesindeki her gerilim, toplumu da germek yerine onu daha bir pelteleştirmektedir ve toplumda pelteleşme demek, AKP’nin bildiği gibi yoğurup şekillendireceği bir malzeme demektir…
Eğer servisi yapılan tabaktaki ekmek kadayıfıysa, üzerindeki kaymak da şudur: “Adamlar, Cem Uzan demediler; general, amiral, profesör dinlemediler; koskoca medya devini süklüm püklüm edip büyük sermayeye, TÜSİAD’a “Çerkez çıktılar”; şimdi de Aziz Yıldırım’a uzandılar. Vallahi bu adamlar…”
Veya salt “dokunan” değil, tam yanaşmayan da yanar!
***
AKP rahattır.
Birincisi, nükleer takas ve Mavi Marmara “gerilimlerinin” ardından, başta ABD dış odaklarla aradaki pürüzleri gidermiş, üstelik son seçim zaferiyle bu odaklara vazgeçilmezliğini bir kez daha göstermiştir.
İkincisi, içeride “baş ağrısı” olan Kürt sorununa bir de bu rahatlık içinde yaklaşabilecek durumdadır.
Üçüncüsü, iyiden iyiye pelteleşmiş toplumu taşra siyasetçilerine, cemaatlere ve palazlandırdığı sermaye kesimlerine gönül rahatlığıyla emanet edip kendi elitist siyaset anlayışı gereği oluşturduğu “kurmay heyetiyle” (Yalçın Akdoğan, Haluk İpek vb) bölgeye ve ülkedeki rejime ilişkin ince hesaplarına yoğunlaşabilecektir.
Ufak tefek pürüzler çıkarsa, mırın kırın eden olursa da, bilmem kaçıncı Ergenekon/Balyoz dalgası veya insanlara “vay canına” dedirtecek yeni operasyonlar kafasında hazırdır.
“Yeni Anayasa” da o kadar büyük bir sorun olmayabilir.
AKP için asıl tehlike veya “ince nokta”, ekonomideki riskli gidişin patlatabileceği, dışarısının himmetiyle de önlenemeyecek yeni bir kriz ve Suriye-Kuzey Irak-İran ekseninde üslenilecek maceracı girişimlerin ters tepme olasılığıdır.
Toplumu daha da pelteleştirdiği ve sindirdiği ölçüde, AKP’nin bu tür riskleri de gözünde fazla büyütmeyeceği söylenebilir.
Demek ki, yeni operasyonlar, dalgalar, “temizlik harekâtları” vb bekleyebiliriz.
Metin Çulhaoğlu/(Birgün