DİZİ SEKTÖRÜNDE ABD İLE ARAMIZDAKİ TEK FARK NE?
Milliyet Cadde yazarı Sina Koloğlu, ABD ile aramızdaki dizi farkını çok çarpıcı bir analizle kaleme aldı...
İşte Milliyet Cadde yazarı Sina Koloğlu’nun o yazısı...
Biz kendi kendimize kızıyoruz ya hani, “Çok dizi var, hemen harcanıyor” diye. Bir kere her dizinin tutma şansı var diye bir kural yok. Dünyanın en büyük dizi ihracatçısı ülkesinden (27 ülkeye yılda 6 milyar dolarlık dizi ihraç ediyor!) ABD’den bir örnek vereyim; sektöre yılda, 250 proje geliyor. Projelerin pilot çekimleri, örnek seçilen izleyiciye izletiliyor. Bu aşamadan sonra 50 proje çekim için olur alıyor. Ve bu 50 projeden ortaya çıkan dizilerin yaklaşık yarısı ekrana veda ediyor.
ABD’de durum böyle. Bizdeki ortalama da buna yakın sayılır. Farkımızın bu kadar ‘lüksü’ olmayan bir ekonomiye sahip olmamız ve çalışmaların o kadar ‘bilimsel’ olmadığı olduğunu düşünüyorum.
İZLEYE İZLEYE ARTIK DİZİ İŞİNİ ÖĞRENDİLER
Bir yüzyıl kadar Amerikan yapımları ekranda ‘dizi’ gösteren bütün ülkelerde tek tabancaydı. Şimdi yeni bir kuşağın artık ‘Amerikan’ dizilerine dur dediği döneme geldik. Dünya televizyon sektörünün yeni yorumu böyle. Peki nasıl oldu bu?
Senaryonun ana temaları iyi öğrenildi (konularda gözüpeklik, entrikalar sarmalı, seri formatında yetkinleşme vs.), birçok Avrupa ülkesi genç nesil yönetmen oyuncular (Güney Amerika ülkeleri, Kore ve Japonya da dahil) sinemadan önce televizyon tecrübesinden geçti. Buna özellikle özel televizyonla geç tanışan Türkiye hızlı bir şekilde dahil oldu! Bu ülkeler dizilerini ihraç eder konuma geldi. Bu ülkelerde artık Amerikan dizileri (Türkiye de dahil) paralı kanallarda, kısıtlı bir izleyicinin dikkatini çekiyor.
Tabii burada bize bir parantez açmak gerekiyor. Teknik anlamda özellikle komşu ülkeleri fersah fersah geride bıraktık. Ama senaryolarda konunun özünü yakalamak ve izleyiciye aktarmak konularından daha çok çalışmamız gerekiyor.
TAKLİT Mİ, ESİNLENMEK Mİ?
Bu tartışma, sözünü ettiğim bütün ülkelerde yapılıyor. Yani ha bire “Yok şu diziden aşırmışlar, yok bu karakter aynen bu dizideki şu oyuncu” diyoruz ya. Benzer durumlar yeni kuşak dizi üreten ülkelerde de var.
Amerikan dizilerinden esinlenmemek mümkün mü? Galiba bütün hikaye, bunu kabullenmekte ve olabildiğince kendi özünü üzerine katarak oluşturmakta. Bir yüzyıl dizi çekmiş, satmış bir ülkeden bahsediyoruz. “Ben kendi dizimi yaparım” demek öyle kolay değil. Şöyle bir örnek veriliyor; Rönesans döneminde resimde İtalyan etkisi ressamları taklide götürmedi mi? Dizi için de benzer durum ABD dizileri için geçerli...
ONLARIN SENARİSTİ “ESİNLENDİM” DİYOR BİZİMKİLER KAÇIYOR!
Esinlenmeyi kabullenen ve açıkça dile getiren dizi yapımcıları var. Mesela Danimarka’nın dünya pazarına sunduğu ‘Borgen’ dizisinin senaristi Adam Price dizinin bizde de bir dönem gösterilen ‘West Wing’den esinlendiğini açıkladı. İspanyolların çok sevilen dizisi ‘Angel O Demonio’nın yapımcıları da dizinin ‘Twilight’ ve ‘Vampire Diaries’ karışımı olduğunu saklamıyor. İşte bizde bu yapılmıyor. O zaman millet ajanlığa başlıyor. Ve bizim senaristler, yönetmenler yakalanıyor!
Biz kendi kendimize kızıyoruz ya hani, “Çok dizi var, hemen harcanıyor” diye. Bir kere her dizinin tutma şansı var diye bir kural yok. Dünyanın en büyük dizi ihracatçısı ülkesinden (27 ülkeye yılda 6 milyar dolarlık dizi ihraç ediyor!) ABD’den bir örnek vereyim; sektöre yılda, 250 proje geliyor. Projelerin pilot çekimleri, örnek seçilen izleyiciye izletiliyor. Bu aşamadan sonra 50 proje çekim için olur alıyor. Ve bu 50 projeden ortaya çıkan dizilerin yaklaşık yarısı ekrana veda ediyor.
ABD’de durum böyle. Bizdeki ortalama da buna yakın sayılır. Farkımızın bu kadar ‘lüksü’ olmayan bir ekonomiye sahip olmamız ve çalışmaların o kadar ‘bilimsel’ olmadığı olduğunu düşünüyorum.
İZLEYE İZLEYE ARTIK DİZİ İŞİNİ ÖĞRENDİLER
Bir yüzyıl kadar Amerikan yapımları ekranda ‘dizi’ gösteren bütün ülkelerde tek tabancaydı. Şimdi yeni bir kuşağın artık ‘Amerikan’ dizilerine dur dediği döneme geldik. Dünya televizyon sektörünün yeni yorumu böyle. Peki nasıl oldu bu?
Senaryonun ana temaları iyi öğrenildi (konularda gözüpeklik, entrikalar sarmalı, seri formatında yetkinleşme vs.), birçok Avrupa ülkesi genç nesil yönetmen oyuncular (Güney Amerika ülkeleri, Kore ve Japonya da dahil) sinemadan önce televizyon tecrübesinden geçti. Buna özellikle özel televizyonla geç tanışan Türkiye hızlı bir şekilde dahil oldu! Bu ülkeler dizilerini ihraç eder konuma geldi. Bu ülkelerde artık Amerikan dizileri (Türkiye de dahil) paralı kanallarda, kısıtlı bir izleyicinin dikkatini çekiyor.
Tabii burada bize bir parantez açmak gerekiyor. Teknik anlamda özellikle komşu ülkeleri fersah fersah geride bıraktık. Ama senaryolarda konunun özünü yakalamak ve izleyiciye aktarmak konularından daha çok çalışmamız gerekiyor.
TAKLİT Mİ, ESİNLENMEK Mİ?
Bu tartışma, sözünü ettiğim bütün ülkelerde yapılıyor. Yani ha bire “Yok şu diziden aşırmışlar, yok bu karakter aynen bu dizideki şu oyuncu” diyoruz ya. Benzer durumlar yeni kuşak dizi üreten ülkelerde de var.
Amerikan dizilerinden esinlenmemek mümkün mü? Galiba bütün hikaye, bunu kabullenmekte ve olabildiğince kendi özünü üzerine katarak oluşturmakta. Bir yüzyıl dizi çekmiş, satmış bir ülkeden bahsediyoruz. “Ben kendi dizimi yaparım” demek öyle kolay değil. Şöyle bir örnek veriliyor; Rönesans döneminde resimde İtalyan etkisi ressamları taklide götürmedi mi? Dizi için de benzer durum ABD dizileri için geçerli...
ONLARIN SENARİSTİ “ESİNLENDİM” DİYOR BİZİMKİLER KAÇIYOR!
Esinlenmeyi kabullenen ve açıkça dile getiren dizi yapımcıları var. Mesela Danimarka’nın dünya pazarına sunduğu ‘Borgen’ dizisinin senaristi Adam Price dizinin bizde de bir dönem gösterilen ‘West Wing’den esinlendiğini açıkladı. İspanyolların çok sevilen dizisi ‘Angel O Demonio’nın yapımcıları da dizinin ‘Twilight’ ve ‘Vampire Diaries’ karışımı olduğunu saklamıyor. İşte bizde bu yapılmıyor. O zaman millet ajanlığa başlıyor. Ve bizim senaristler, yönetmenler yakalanıyor!