DİNDAR YETİŞMEDİM, TİNERCİ DE OLMADIM!

Başbakan'ın yaptığı açıklamadan sonra 'tinerci' polemiğine Milliyet yazarı Hasan Cemal'de katıldı.

İnsan elbette hem dindar, hem çağdaş, hem demokrat olabilir. Ama dindar olmadan da, muhafazakâr olmadan da, çağdaş ve demokrat olunur. Demokrasilerde devletin görevi ise dinin değil demokrasinin ipine sarılmayı sağlamaktır.

Dindar nesil tartışmaları devam ediyor. Ama sen bu konuda yazdın.
Evet yazdım, Erdoğan’ı eleştirdim.
Yetmez mi?
İyi güzel de konu hâlâ güncel.
İlle de yazmak zorunda mısın?
Değilim ama... Yine de güncel üstüne kalem sallamaktan geçer bizim bu meslek...
Yani hep aynı şeyleri yinelemek...
Türkiye böyle... Bazı sorunlar sürekli birikiyor, yılan hikâyesine dönüyor. Temcit pilavı gibi...
Ne yazacaksın?
Ben dindar bir aileden değilim. Annemle babam dindar insanlar değildi.
Ama ateist de değillerdi.
Bizim evde din konuşulmazdı. Ama Allah’la, dinle ilgili olarak saygılı bir dil kullanılırdı. ‘Allah korkusu’ndan söz edilirdi.
Ramazanda oruç tutulmazdı bizim evde. Sadece ben ilkokulda, ortaokuldayken, sınıftaki bazı arkadaşlarımdan özenip oruç tuttuğumu anımsıyorum.
Oruçlu günümün hiç kolay geçmediğini de hatırlıyorum. Bu arada rahmetli babamın beni oruç konusunda pek öyle cesaretlendirdiğini söyleyemem. Hoşuna gitmez, bunu anneme belli ederdi.
Ama babam, benim din dersine katılmama izin vermişti. O zamanlar din dersleri bugünkü gibi zorunlu değildi. Ailen istemezse katılmazdın.
Lisedeyken yakın bir arkadaşımın evine yaz tatiline gitmiştim.
Babası çok dindardı.
Bana da namaz kılmayı öğretmişti. Duaları ezberledim. Abdest almayı öğrendim. Cuma namazına da gitmeye başladık.
Ama tatil dönüşü babam benim yeni yolumu kesti. Anlaşılan dindar yetişmemi istememişti.
Ben de bunu dert edinmedim.
Annemle babam beni iyi bir insan olarak büyüttüler, başkalarına saygılı bir insan olarak yetiştirdiler.
Evet, benim dünyamla dindar ve muhafazakâr dünya arasındaki farklar azımsanacak gibi değildi.
Başka dünyalardı.
Ama dün olduğu gibi bugün de, bu farklar benim o dünyaya bakışımı, dindar ve muhafazakâr değerlere dönük tutumumu ille de olumsuz kılmadı.
Saygılı bir dil benimsedim.
Hoşgörüyle baktım.
Ama aynı saygı ve hoşgörüyü kendi değerlerim için de istedim.
Bir toplumda gerçek barış ve huzurun inanç ya da inançsızlıklara karşılıklı saygı, hoşgörü ve tahammülden geçtiğini savundum.
Bugün de savunuyorum.
Ve bu açıdan tek geçerli yolun ‘demokrasi ve laiklik ipi’ne sarılmak olduğunu söylemeye devam ediyorum.
Sayın Başbakan;
Dindar bir insan olmadım.
Ama tinerci de olmadım!
İnsan elbette hem dindar, hem çağdaş, hem demokrat olabilir.
Ama dindar olmadan da, muhafazakâr olmadan da, çağdaş ve demokrat olunur.
Devletin buradaki görevi dindar nesiller yetiştirmek değildir. Demokrasilerde devletin görevi, yurttaşların ‘dinin ipi’ne sarılmalarını sağlamak değildir.
Devlet eğer herkesi dinin, dindarlığın, muhafazakârlığın ipine sarılmaya çağırır ve hele bunu bir Diyanet düzeni ile mecburi kılmaya kalkışırsa, işte o zaman demokrasi ve laiklik darbe yer.
‘İrtica kapısı’ işte o zaman aralanır.
Bunu hiçbirimizin istediğini sanmıyorum.
Sayın Başbakan;
Biliyorum, demokrasi kolay değil.
Demokrasi kültürü öyle kolay özümsenmiyor. Zaman alıyor, birikim gerektiriyor.
Anlaşılan o ki:
Sizin genlerinizdeki muhafazakârlık, milliyetçilik ve ruhunuzdaki İslamcı esintiler özellikle son zamanlarda sizi rahat bırakmıyor. Buna bir de oy hesapları, başkanlık hesapları girince, işler iyice karışıyor galiba...
Olabilir.
Ama herkesin inancı ve inançsızlığı kendinedir.
Öyle olmalıdır.
Herkes kendi gibi, istediği gibi yaşayabilmelidir.
Barış ve huzurun anahtarı demokrasi ve laikliktir.
Hiç bağırıp çağırmaya gerek yok.

Hasan Cemal/Milliyet