Dikkat çeken ‘medya düzeni’ çıkışı… 'Yorumcuların siyasete dizayn geleneği artık bitti'

Nagehan Alçı’dan dikkat çeken bir ‘medya düzeni’ yorumu geldi. “Sizce de Türk medya aktörlerinin aynı zamanda siyasi aktör olması geleneğinin sonuna gelmedik mi?” diyen soran Nagehan Alçı, “Daktiloların miadını doldurup tedavülden kalkması gibi böyle ‘köşe yazarı’ ve ‘konuşan kafa’ tipi de artık tedavülden kalkıyor. Yorumcuların siyasi designer olduğu gelenek bitti” değerlendirmesinde bulundu.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından siyasi tartışma programlarını bitirme kararı alan Habertürk’ün yazarlarından Nagehan Alçı’dan dikkat çeken bir ‘medya düzeni’ yorumu geldi.

Habertürk ile yollarını ayıran Kübra Par’ın bir tartışma programı sırasında ‘biz aslında siyasetin dizaynı için de aracılık yapıyoruz’ sözleri siyaset ve medya dünyasında bir hayli tartışma yaratmıştı. Alçı'nın yazısında, 'Yorumcuların siyasi designer olduğu gelenek bitti' ifadesini kullanması bu sözlere gönderme olarak değerlendirildi.

“Sizce de Türk medya aktörlerinin aynı zamanda siyasi aktör olması geleneğinin sonuna gelmedik mi?” diyen soran Nagehan Alçı, 90’lardaki Recep Tayyip Erdoğan ve Zülfü Livaneli örneğini hatırlattı:

“Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu, ellerindeki medya gücüyle (Sabah-ATV grubu) 1994’te SHP’nin İstanbul adaylığına Zülfü Livaneli’yi tayin edince Erol Simavi’nin Hürriyet gazetesi de tam saha pres ANAP adayı İlhan Kesici’yi destekledi hatta o dönem Ertuğrul Özkök’ün yönettiği gazete Livaneli’nin 12 Mart döneminde eli kelepçeli fotoğrafını bile manşet yaptı. Erol Simavi ve Dinç Bilgin evrensel gazetecilik ile hiç alakası olmayan “Kimi İstanbul’un başına geçireceğiz” kavgası yaparken de aradan Recep Tayyip Erdoğan sıyrıldı ve belediye başkanı oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın önünün açıldığı 1994 kapışması yüzünden Zülfü Livaneli hala Ertuğrul Özkök’ü suçluyor.”

“YORUMCULARIN SİYASİ DESIGNER OLDUĞU GELENEK BİTTİ”

Yazısında “Biz kabul etsek de etmesek de günümüz Türkiye’sinde köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının aynı zamanda siyasi bir designer olduğu Türk medya geleneği artık bitti. Bu miras tükendi. Daktiloların miadını doldurup tedavülden kalkması gibi böyle ‘köşe yazarı’ ve ‘konuşan kafa’ tipi de artık tedavülden kalkıyor” değerlendirmesinde bulunan Nagehan Alçı, yazısını şu ifadelerle noktaladı:

“İşte artık medya kurumlarının aday tayin ettiği, bakan belirlediği, adeta her partide milletvekili kontenjanı olduğu dönem sona eriyor. Elbette artık köşe yazarlarının günümüzde siyasi aktör olamamasının bugünkü düzende politik bağlamı da var.”

Nagehan Alçı’nın ‘Değişen medya ve köşe yazarlığı’ başlıklı yazısı şöyle:

Yeni medya düzeninde eski adetler kalır mı?

Sizce de Türk medya aktörlerinin aynı zamanda siyasi aktör olması geleneğinin sonuna gelmedik mi?

Biz kabul etsek de etmesek de günümüz Türkiye’sinde köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının aynı zamanda siyasi bir designer olduğu Türk medya geleneği artık bitti.

Bu miras tükendi.

Daktiloların miadını doldurup tedavülden kalkması gibi böyle “köşe yazarı” ve “konuşan kafa” tipi de artık tedavülden kalkıyor.

BİLGİ DEMOKRATİKLEŞTİ

Üstelik bu süreç sadece Türkiye’de geçerli değil. Olayın evrensel bir boyutu var. Tüm dünyada kurumsal ve geleneksel medyadaki köşe yazarlığının ölümünün temel sebebi Marshall Mc Luhan’ın belirlemesiyle “medium is a message” ilkesidir.

Büyük medya teorisyeni Marshall McLuhan’ın “Mecralar mesajı belirler” prensibi aslında hala geçerliliğini koruyor.

Gazete çağında yurttaşlar siyasi yorumu gazetedeki köşe yazarından alır ve yurttaşlık bilincini oluştururdu. Mesela 80 öncesi Türkiye’de sağcı okurlar sabah kalkar Tercüman’da Ahmet Kabaklı-Rauf Tamer-Ergun Göze üçlüsünü okuyarak adeta anti-sol yönde iman tazelerdi.

Solcu okurlar için ise tartışmasız bir yazar, basın ortamını domine ediyordu: Uğur Mumcu. Mumcu çok etkiliydi ve bu üç popüler sağcı yazarla sürekli polemik yapardı. 80 sonrası ise aynı Mumcu hedefini sağcılardan, “dönek” dediği soldan Özalizme geçen yazarlara kaydırdı. Mehmet Barlas, Çetin Altan ve oğulları, Cengiz Çandar vs. Hatta en çok kızdığı isimlerden biri olan Güneri Civaoğlu için “Sakıncasız” diye tiyatro oyunu bile yazdı.

ESKİDEN ‘BİR’DEN ‘ÇOK’A TEK İLETİM BİRİMİ GAZETEYDİ…

Sonra ‘Çok’tan ‘Bir’e dönemi geldi. Şimdiyse ‘Bir’den ‘Bir’e, ‘Bir’den ‘Çok’a ve ‘Çok’tan ‘Çok’a mesajları ve bilgileri yayan dijital çağdayız. Dijital çağda bilgi demokratikleşti.

Herkes artık “bilgi” sahibi. Bilgi ve yorum kişiden kişiye, kişiden gruba, gruptan kişiye ve gruptan gruba hızlı ve etkili bir şekilde anlık iletiliyor.

ELON MUSK ÖRNEĞİ

Bu da uzmanlık alanlarını ve sayısını tarihte olmadık ölçüde arttırdı. Artık bir köşe yazarının özel bir uzmanlığı yoksa bu alanlardaki uzmanlarla rekabet edebilmesi mümkün değil.

O yüzden şu anda dünyada en etkili yorumcu, bir köşe yazarı değil milyarder işadamı Elon Musk. Evet, Musk eski dönemin köşe yazarları ve televizyon yorumcuları gibi sürekli fikir beyan ediyor ve inanılmaz takip ediliyor.

Günümüz Türkiye’sine dönelim…

SİYASETTEN ARINMIŞ MEDYA GELENEĞİ

Mesela ABD’de siyasetten bağımsız çok ciddi bir yerel habercilik geleneği hep oldu. Amerikan yerel gazeteleri küresel etki yaratacak büyük işler yapabilme geleneğine sahipti. Epstein rezaletini Miami Herald patlattı. Vatikan skandalını Boston Globe ortaya çıkardı. Her iki yerel gazete de mükemmel habercilik yaparak salt gazetecilik nasıl yazılır gösterdiler. Fakat Türkiye’de hiçbir zaman siyasetten arınmış bir medya geleneği olmadı, olamadı. Cumhuriyet döneminde de gazeteler ve gazete yazarları öncelikle hep bir siyasi aktör olmak amacıyla yola çıktı.

Sonradan Ulus gazetesi adını alacak Hakimiyet-i Milliye gazetesini ya da Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesini ele alalım. Tamamen siyasi aktördü bu gazeteler.

Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye’de o zaman çıkan tüm gazetelerin başyazarlarıyla toplanıp iki gün boyunca uzun sohbetler edildiği 4-5 Şubat 1924 buluşmasını hatırlayalım.

O toplantıdaki tüm köşe yazarlarının aynı zamanda siyasi aktör olduğu gerçeğini kim inkar edebilir?

İkdam gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Cevdet, Tanin başyazarı Hüseyin Cahit, İleri’den Celal Nuri, Akşam başyazarı Necmettin Sadak, Vakit başyazarı Mehmet Asım, Vatan başyazarı Ahmet Emin vs…

Tüm bu köşe yazarları aynı zamanda siyasi aktördü. Her ne kadar 2023 Türkiye’sinde ölmekte olup hiçbir işlevleri kalmasa da Ali Naci Karacan’ın kurduğu Milliyet gazetesi, Sedat Simavi’nin kurduğu Hürriyet gazetesi de çıkış itibariyle siyaseti yönetmek ve yönlendirmek amacıyla yayınlamışlardı.

Ercüment Karacan da Erol Simavi de babalarının izinden gidip aynı şekilde devam ettiler. Sedat Simavi’nin büyük oğlu Haldun Simavi de Günaydın gazetesini kurarak aynı geleneği devam ettirdi aslında. Haldun Simavi ve Günaydın’ın özellikle 12 Mart sürecinde oynadıkları rol çok açıktır. Onu da ayrıca başka bir yazıda anlatacağım.

Bunlar daha eski gazeteler, peki ya 1985’te Dinç Bilgin’in kurduğu ve sonra Zafer Mutlu ile yönettiği Sabah gazetesi farklı mıydı?

Şu medya aleminde olup da 1994’te SHP’nin İstanbul adayı Zülfü Livaneli’yi Sabah gazetesinin yani Dinç Bilgin-Zafer Mutlu ikilisinin belirlediğini bilmeyen bir kişi yok.

Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu, ellerindeki medya gücüyle (Sabah-ATV grubu) 1994’te SHP’nin İstanbul adaylığına Zülfü Livaneli’yi tayin edince Erol Simavi’nin Hürriyet gazetesi de tam saha pres ANAP adayı İlhan Kesici’yi destekledi hatta o dönem Ertuğrul Özkök’ün yönettiği gazete Livaneli’nin 12 Mart döneminde eli kelepçeli fotoğrafını bile manşet yaptı.

Erol Simavi ve Dinç Bilgin evrensel gazetecilik ile hiç alakası olmayan “Kimi İstanbul’un başına geçireceğiz” kavgası yaparken de aradan Recep Tayyip Erdoğan sıyrıldı ve belediye başkanı oldu.

Peki bugün hem Sabah gazetesi hem Hürriyet gazetesi kime ait? Kim bu iki gazetenin sahibi? Bu soruyu okurlarımın takdirine bırakıyorum.

Recep Tayyip Erdoğan’ın önünün açıldığı 1994 kapışması yüzünden Zülfü Livaneli hala Ertuğrul Özkök’ü suçluyor. Gerçekten 1971’den kalma kelepçeli fotoğraf basmak kabul edilemez bir olay ama iyi de Sayın Livaneli, dünyanın neresinde solcu bir sanatçı bir medya grubunu arkasına alarak bir partinin belediye başkan adayı olur? SHP örgütleri istememesine rağmen medya gücüyle SHP İstanbul adayı olmuştunuz 1994’te, bu manzara normal miydi?

İşte artık medya kurumlarının aday tayin ettiği, bakan belirlediği, adeta her partide milletvekili kontenjanı olduğu dönem sona eriyor.

Elbette artık köşe yazarlarının günümüzde siyasi aktör olamamasının bugünkü düzende politik bağlamı da var.