DEVLET İNSANLARIN AHLAKINA GÜVENİLEREK YÖNETİLMEZ!

Ahmet Altan iktidara yüklendiği yazısında Kamu İhale Kurumu'ndaki rüşvetin ve yolsuzlukların hesabını sordu. Erdoğan'a çok sert çıktı.

Güzelleşmek


Zeliş’in güzellik salonuna gidilmesine hiç karşı değilim.

Tam aksine, bir fırsat verilse ben de giderim, anladığım kadarıyla eğlenceli bir yer.

Gidenlere de gıpta ettim, onu da söyleyeyim.

Ama doğrusu ben Zeliş’in salonuna iftardan sonra gidemem çünkü ben oruç tutmuyorum.

Eğer oruç tutsaydım, oraya iftardan önce de sonra da gitmezdim.

Belki ben yanılıyorum ama oraları benim gibi günahkârlar içindir diye biliyorum, oruç tutan dindarların pek uğrayacağı yerler değil.

Ayrıca, oruç tutmasam da kimseyi o salonlara “ihalede işimize yarar” diye götürmezdim, ihalede yolsuzluk da yapmazdım.

Zeliş’e gitmek benim “değerlerime” aykırı değil ama ihalede yolsuzluk yapmak benim değerlerime aykırı çünkü.

Oruç tutacak kadar dindar birinin iftardan sonra Zeliş’e gitmesi, ayrıca ihale işlerinde işine yarayacak diye birilerini de oraya götürmesi doğrusu ya bana biraz üzücü gözüktü.

Çünkü kendi “değerlerine” aykırı davranmışlar.

Ben insanların “değerlerini” yargılamaktan yana değilim, herkes kendince bir “değerler” sistemi kurar hayatında, o değerlerin ne olacağına da kendisi karar verir ama bir insanın kendi değerlerine aykırı davranması, kendine ihanet anlamına gelir.

Bir insanın hayatında olabilecek en acıklı şey de budur bence, kendi değerlerine ihanet etmektir.

Peki, “dindar nesiller yetiştirmek” isteyecek kadar dinine bağlı bir başbakanın iktidarında, o iktidarın atadığı, büyük bir ihtimalle de dindar insanlardan oluşan bir “denetim” kurumuna “güzellik salonları”, rüşvetler, yolsuzluklar nasıl sızdı?

Bu, sadece o insanların “ahlaksızlıklarıyla” açıklanamaz.

Önemli olan, o ahlaksızlığın boy verebileceği bir toprağın, bir iklimin olmasıdır.

Eğer o toprağı, o iklimi değiştirmezseniz, oradaki insanları değiştirir ama hep aynı “ahlaksız” sonuca ulaşırsınız.

Bir devlet, insanların “ahlakına” güvenilerek yönetilmez, bir devlet en “ahlaksızının” bile “ahlaklı” davranmak zorunda kalacağı yasalar, kurallar, yönetmelikler bütünüyle yönetilir.

O zaman, arada çıkabilecek ahlaksızlar yolsuzluk imkânını kolay kolay bulamaz, bulduğunda da çabuk yakalanır.

Ama öyle yapmazsanız, “dindar nesiller yetiştirip, ahlakı güvenceye alacağım” derken devletin kurallarını sağlamlaştırmayı unutur eldeki dindarları da kaybedersiniz.

Öyle bir iki kişi hatalı davranmaz, koskoca kurum lap diye çöker.

Yüz büyük ihalede yolsuzluk yapıldığı ortaya çıkar.

Kanunları, kuralları doğru düzgün yerleştirmediğiniz zaman zavallı insanları da ahlaksızlığa, suça, günaha teşvik etmiş olursunuz.

Bir ülkeyi yönetenlerin görevi ahlaksızlığa, suça, yolsuzluğa izin vermeyecek çok sağlam bir çerçeve oluşturmaktır.

Avrupa Birliği niye çok sağlam bir ihale yasasıyla yönetmeliği hazırlıyor?

Böyle yolsuzluklara izin vermemek için.

Peki, neden bizim yöneticiler o yasaları ve yönetmelikleri burada da uygulamıyorlar?

Çünkü ihalelerde rahat ve özgür davranmak istiyorlar, devleti yönetenler ihalelerde öyle “özgürlük” alanları açarlarsa oradan çok adam geçer, kimse de onları kolayından durduramaz.

Bizim AKP’ye ve Erdoğan’a en büyük itirazımız da bu noktada ortaya çıkıyor zaten.

Hiçbir sorunu bir “sistem” çerçevesinde köklü biçimde çözmüyor.

Ve, her yerde yeni krizlerle karşılaşıyor.

Kürt meselesini demokratik bir anlayışla çözmeye yanaşmıyor Uludere katliamı yaşanıyor, Terörle Mücadele Kanunu düzeltmiyor hapishaneler gösterilere katılan genç çocuklarla doluyor, “adli polis” kurmuyor atamalarla polisi yönetmeye çabalarken kendi polisinden kuşkulanacak noktaya geliyor, devleti şeffaflaştırmıyor Hrant Dink cinayetinin asıl katilleri bulunamıyor, doğru dürüst bir ihale yasası yapmaya yanaşmıyor yolsuzluk patlıyor, fikir özgürlüğünü sağlamak yerine kendi medyasını kurmaya kalkışıyor zavallı insanları gerçekleri saklayan sahtekârlara çeviriyor...

Sistemsiz bir bulanıklık içinde “mutlak iktidar” olmak isterken her yanından ölümler, acılar, ahlaksızlıklar, tuhaflıklar fışkıran darmadağınık bir garabet yaratıyor.

Hem kendisi rezil oluyor, hem memleketi bir kaosun içine sokuyor.

Ne yapılması gerektiğini AKP yöneticilerine öğretmeye gerek yok, onlar ne yapılması gerektiğini zaten biliyorlar, Avrupa Birliği ile ilgili olarak daha önce söylediklerine, 12 Eylül referandumundan önce yaptıkları konuşmalara bakarsanız, onların bunu bildiğini görürsünüz.

Doğru yolda yürürken yoldan saptılar.

Onları yeniden doğru yola sokacak, onları da, memleketi de kurtaracak olan kendi taraftarlarıdır, asıl uyarı görevi onlara düşüyor.

Bu tablodan memnunlarsa, tamam sussunlar ama bu yaşananlardan huzursuzlarsa seslerini çıkarsınlar.

Susarlarsa, “iftardan sonra Zeliş” anlayışının yaygınlaşmasından da kendileri mesul olacaktır, kendileri utanacaktır.

Ahmet Altan / Taraf