“Deniz Gezmiş’e ‘Maceracı’ dedik sonra banka soyduk”

Türkiye devrimci hareketi içinde en büyük role sahip olan 68 kuşağının önderleri, gazeteci Hikmet Çiçek’in “Devrimci Portreler” kitabı için bir araya geldi.

Dönemin en etkili gençlik örgütlerinden olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) ve Dev-Genç'in kuruluşunda yer alan isimler, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'yı, mücadelelerini, o günün atmosferini, şartlarını, doğru ve yanlışlarını anlattı.

“Devrimci Portreler”in yazarı Hikmet Çiçek'in bir başka özelliği ise 27 Temmuz 1971 yılında Ziraat Bankası'na ait para taşıyan aracı durdurarak içindeki 4 milyon TL'ye el koyan gençlerin içinde yer alması. 22 yıl hapis yatan Çiçek aynı zamanda en uzun süre cezaevinde kalan kişi olarak biliniyor.

Hikmet Çiçek ile yeni kitabını ve 68 kuşağını Sözcü'den Can Özçelik konuştu.

“GEZİ, 68'İN BİRLEŞTİRİCİ BOYUTUNU YAKALAYAMADI”

“Kitabın çıkış noktası nedir” diye sorduğumuzda Çiçek, Silivri günlerine gidiyor. FETÖ'nün Ergenekon kumpasıyla hapse attığı kişilerden olan Çiçek, aslında bu kitabın yıllarca birlikte çalıştığı ve aynı parti içinde yer aldığı Doğu Perinçek'in anlatımlarıyla oluşacağını ama bunun 1968'in gençliğini anlatan kapsamlı bir çalışmaya döndüğünü şöyle anlatıyor: “Doğu Perinçek ve Adnan Akfırat ile Silivri’de aynı koğuştayız. Ben Doğu ağabeye ‘Ağabey, Maksim Gorki'nin ‘Benim Üniversitelerim' gibi ‘Benim hapishanelerim', ‘Doğu Perinçek'in hapisanelerini yazayım' dedim. O notları öyle almaya başladım. Kafamda bir Perinçek'in hapishaneleri kitabı vardı. Sonra koğuşlar değişince yarım kaldı. Ama burada ilk defa Perinçek gördüğü işkenceleri de anlatmış oldu. Kitabın o bölümü samimi ve içten düşünceler. 1968'de Kurtuluş Lisesi son sınıf öğrencisiydim. Lisenin önünde bir takım bildiriler dağıtıyor abilerimiz, o bildirileri okuyunca aklım çıktı. Beni sosyalist yapan o FKF'nin bildirileri oldu. 1969'da Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'na girdiğimde de birkaç ay sonra Fikir Kulüpleri Federasyonu Dev-Genç adını aldı. Ben de Dev-Genç üyesi oldum. 68, gerçekten Türkiye devrimci gençlik hareketinin tarihinde aşılmamış bir doruk noktası olma özelliğini koruyor. Gezi eylemleri oldu, bir sürü gençlik direnişleri oldu ama 68'in birleştirici, kitlesel boyutunu hiçbiri yakalayamadı.”

“GENÇLERE ÖNDERLİK EDECEK PARTİ YOKTU”

68 gençlik hareketinin Gezi eylemlerinden farkı ne denildiğinde ise Çiçek, şöyle bir özeleştiri yapıyor: “İkisinin de bir eksiği var. O büyük kitle eylemlerini yönetecek, önderlik edecek devrimci bir partinin yoksunluğu. Yani gezi eylemlerine liderlik eden gençler de ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını biraz el yordamıyla keşfettiler, 68’de öyle oldu. Bizden önceki kuşağın bilgisini, deneyimini, tecrübesini aktaracak bir örgüt yoktu ortada. 1952 yılında büyük bir TKP tevkifatı olmuş. 1968'e kadar çok kısa süren bir Hikmet Kıvılcımlı'nın Vatan Partisi deneyimi dışında devrimci bir parti yok. Aslında bütün kuşaklar arasında böyle bir kopukluk var. Her kuşak sanki hayatı, tarihi yeniden keşfetmek zorunda kalıyor. Çünkü sistem o devrimci kuşakları biçe biçe, öğüte öğüte gelmiş. 68 tecrübesini 70'lere aktaramadan, 70'i 80'lere aktaramadan biçilmişler. Bir anlamda Türkiye devrimci hareketin tarihi solun sürekli biçilme tarihi gibi bir şey.”

“DENİZ GEZMİŞ SAĞ SOL AYRIMINA KIZIYORDU”

Çiçek, Deniz Gezmiş'in parti kurarak mücadele etmek için çok çaba harcadığını ifade ediyor ve o dönem geçnler içinde yaşanan tartışmaları şöyle anlatıyor: “Marksist klasiklerin yeni yeni Türkçeye çevrildiği bir dönem. O döneme ilişkin özellikle Sol Yayınlarını, Muzaffer Erdost ağabeyi saygıyla anmak gerekir. Çünkü hakikaten Marx'ın, Lenin'in, Stalin'in, Mao'nun çok sayıda kitabını ilk defa biz Sol Yayınlarından okuduk. O yayınlardan bir parti ihtiyacını anlıyorsun Lenin de onu vurguluyor, diğerleri de. ‘Partisiz devrimcilik olmaz' fikri var. Ama partiyi, öyle bir örgütü kuracak bir birikim de yok bizde. Mesela hiç unutmam, THKO'dan Gökalp Eren anlattı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde öğrenci derneği seçimi var. Bu seçimde ‘Aydınlık Sosyalist Dergi' ile ‘Proleter Devrimci Aydınlık (PDA)' grubunun adayları yarışacak. İTÜ'de konuşmalar, tartışmalar, kavgalar çıktı. Sonunda Aydınlık Sosyalist Dergi seçimi kazandı. Birkaç gün sonra o zaman Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Deniz Gezmiş İTÜ'ye gelmiş. Gökalp Eren'e ‘Serserilerle bir oldun PDA'cılara saldırdınız' demiş. Yani Deniz Gezmiş solun birlikteliğine öyle önem veriyor ki, bu bence o kuşaktaki bir gençte çok ender görülebilen bir şey.”

“KAYPAKKAYA ‘TÜRK SOLCUSUYUM' DİYORDU”

Hikmet Çiçek bir başka gençlik önderi İbrahim Kaypakkaya'nın kendisini “Türk solcusu” olarak tanımladığını ve bugünün liberal solcularından çok farklı düşündüğünü ifade ediyor: “Türk solu diye İbrahim’in kendisini tanımlaması önemli. Yani 68 kuşağını sen bir PKK sever haline asla getiremezdin. O zaman da Kürt devrimci arkadaşlarımız vardı. Ama Kürt milliyetçiliğini, Türkiye devrimciliğinin önüne milliyetçi bir fikir olarak koymak gibi bir düşünce yoktu. İbrahim de Mahir de Deniz de böyle bir şeyi şiddetle reddeden insanlardı. 68’de sanırım yurtseverlik duygusunun güçlü oluşu nedeniyle bir Türk ya da Kürt milliyetçiliğine fazla prim vermeyen bir kuşak. O kuşağı yurtsever ve bağımsızlıkçı diye tanımlamak daha doğru.

“68 KUŞAĞI FRANSA'DAN DEĞİL VİETNAM'DAN ETKİLENDİ”

Türkiye'nin 68 kuşağı Fransa'dan değil, Vietnam, Kamboçya, Laos'un milli kurtuluş mücadelelerinden, özellikle Vietnam'ın milli kurtuluş mücadelesinden ve Che Guavera'dan etkilendi. Che'nin bir idol haline gelişine bir örnek vereyim: 1969 ya da 1970 yılında Söke'de bir miting var. Sonradan kaybettiğimiz arkadaşımız Mustafa Kuseyri de var o mitingde. Beşparmak dağlarına bakarak ‘Ya Hikmet işte Sierra Maestra' dedi. Küba'da Che'nin çıktığı dağı, Beşparmak dağlarına benzetti.

“SİLAHA SARILMA KAYGISI VARDI”

Çok konuşuldu, '68 kuşağı kitle çizgisini izliyordu. 71 serüvenciliği ise öyle değil' diye. 68 ile 71'i birbirinin karşısına uç noktası gibi göstermek bugün bana yanlış geliyor. 68'in kaçınılmaz sonucu 71 olacaktı. Silahlı mücadeleye başlama fikri bütün gruplarda vardı. Ve ‘Hayır bu mücadele uzun soluklu bir mücadeledir, kitleler için de uzun süren bir bilinç çalışması yapman gerekir' diye düşünecek bir kuşak değildik. Bu bilinci bize verecek, daha önce de belirttiğim gibi, bir parti de yoktu. 1969-70 yılından sonra herkes bir an önce silaha sarılmak kaygısı içindeydi. Mesela bu çizgiye karşı olan Aydınlık hareketi de Beşparmak dağlarındaydı. Sayın Perinçek diyor: ‘O dönemin sola savrulan gruplar içinde en sağında biz vardık.' Ama o da sola savrulmuştu, çünkü o da dağdaydı.”

“DENİZLER ‘BİZE KATILIN’ DEDİ KABUL ETMEDİK”

“68 kuşağının en büyük hatası silaha sarılması mı” sorusuna ise Çiçek “Sonuçlarını görerek bunu söylemenin kolaycılık” olduğunu belirtiyor. O dönem sağduyulu davrandıklarını hatta Deniz Gezmişler'in silahlı mücadelesine ‘macera' diyerek katılmadıklarını anlatan Çiçek, birkaç ay sonra Türkiye'nin en büyük banka soygununu yaptıklarını gülerek anlatıyor: “Bir kuşak düşünün ve bu kuşağın en seçkin insanları idam ediliyorlar. Yargısız infaza kurban gidiyorlar, işkencede ölüyorlar. Bu sonuca baktığın zaman, silaha sarılmasaydık… Ama herhalde o dönemde böyle diyen bir kişi bile çıktığını zannetmiyorum. Kitapta onu yazdım. Deniz Gezmiş ODTÜ'ye üs kurmuştu. Bizim Basın-Yayın'daki liderimiz Aktan İnce Deniz'i sever. Deniz de bizi seviyor ‘Haydi dağa çıkacağız, siz de gelin' dedi. Aktan İnce bunu reddetti. Ankara'ya dönerken ‘Niye kabul etmedin, biz de gitsek onlarla' dedim. Bana ‘Bunun başarı şansı yok bu bir macera' dedi. O da sağduyulu davranıyor. Denizlerin yaptığına ‘macera' dedik ama birkaç ay sonra da banka soyduk.”

“68'İN KADINLARINA ULAŞAMADIM”

Kitabın bir bölümü de 68'in kadın önderlerine ayrılmış. Kitap da kadınların ön planda ve karar mercilerinde çok etkili olduğunu anlatan Çiçek, kitabın en büyük eksiğinin kadınlara ayrılan bölüm olduğunu ifade ediyor. O dönemin kadın önderlerine ulaşmakta zorluk çektiğini söyleyen Çiçek “68'in yarısı da kadınlardır” vurgusu yapıyor: “En önemli isimlerin başında Seyhan Erdoğdu geliyordu. Aydınlık Sosyalist Dergi'nin en önemli yazarlarından, teorisyenlerinden biriydi. Türk solunun kurucusu ve adını veren Vahap Erdoğdu'nun eşiydi ve hitabet gücü fazlaydı. Aralarındaki sol içi toplantılarda dikkat çekici konuşmalarıyla hem hitabet gücü hem teorik gücü iyi bir arkadaştı. Kitapta Necla Ülkü, Füsun İkikardeş çok sayıda başka örnekler de verdiler. Militan bir kuşağın kadınlarıydı onlar. Kadın temsilcilerine yeterince ulaşamadım. Bundan sonraki baskılarda ulaşabilirsem ek yapmayı düşünüyorum.”