Sevgili Keskin Kalem dostları, sizinle her buluşma benim için büyük heyecan.
Karşınıza çıkmadan önce en temiz gömleğimi giyiniyorum, tıraşımı oluyorum ve bilgisayarımın başına geçiyorum.
Bir kez daha karşınızdayım ama açık söyleyeyim, ele alacağım her konu sinir kat sayımı ayrı ayrı fırlattı.
Düşülen hali gördükçe ‘dünyanın sonu mu geldi?’ demekten kendimi alamıyorum.
İfşa edilen tacizler, ekranlardan mültecilere nefret söylemleri, güç uğruna çevrilen tiyatrolar daha neler neler…
Neyse lafı uzatmadan ilk meseleye geleyim, Türkiye’nin me too yani taciz ifşa etme hareketine…
Malum pek çok kadın sosyal medyadan kendisini taciz eden erkekleri ifşa etti.
Özellikle edebiyat dünyası çalkalandı ifşaların ardından.
Önce özür dileyip sonra erilliğin gazına basan o erkeklerin adlarını buraya yazıp o güzel gözlerinizi kirletmeyeyim.
Elbette her iddia araştırılmalı.
Ama malum, kaç yaşındayım, bu gözler neler gördü şu medyada.
Emin olun kadınlarımızın çektikleri kolay değil.
Medyadaki bu rezil çarkı kim ifşa edecek diye düşünürken eski Hürriyet yazarı Melis Alphan’ın tweetlerini gördüm.
Henüz 20’li yaşlarının başındayken, dedesinin kendisini emanet ettiği bir isim tarafından ‘sen dede yadigarısın’ diye nasıl taciz edildiğini anlatıyordu.
O kadar midem bulandı ki.
Arkadaşının gencecik torununa sarkıntılık eden, emanete ihanet eden kim diye düşündüm.
Belli ki Alphan olayın üzerinden yıllar geçtiği ve elinde somut bir kanıt olmadığı için isim yazmaktan kaçınmıştı.
Ama Keskin Kalem durur mu?
Onlarca yıllık medya bağlantılarını devreye soktu, sordu soruşturdu.
O ismin kim olduğunu öğrendi ve şok geçirdi.
Belgeselleriyle özellikle sol cenahın düşün dünyasında önemli yer edinmiş bir isim.
Dışarıdan bakınca ‘ne entelektüel adam, harika belgeseller yapıyor’ dediğiniz türden.
Sanatçıların ‘ah benim de belgeselimi çekse’ diye iç geçirdiği biri.
Tabii toplum içinde kendine böyle bir kariyer inşa eden bir tacizcinin, tacizi de entelektüel maskeyle olur değil mi?
Öyle ki Alphan’ı evinde sıkıştırırken ‘benimle yeni bir maceraya var mısın?’ diyecek kadar…
Medyadaki erkek ve kadınlara ağır #metoo soruları
Bu rezil olaydan yola çıkarak bazı sorular sormak sadece benim değil, herkesin boynunun borcu:
Medyada güç sahibi, kaç kerli ferli erkek, stajyerinden tutun da ekran yüzüne kadar pek çok kadını taciz etti?
Çoluk çocuk, para, güç sahibi bu erkekler, kaç kadının kariyeriyle oynadı?
Ekrana çıkmanın, kadroya alınmanın, yazı yazmanın yolu kaç yataktan geçti?
Kaç gazeteci ilişki yaşadığı kadını önce gazeteci yapıp sonra dövdü?
Ve bu zor soru da kadınlara geliyor:
Neden kariyer için bu yollara tevessül ettiniz? Kaç meslektaşınızın önüne bu yollarla geçtiniz, ekmeğinden ettiniz?
Bu kirli çark, ‘düzen böyle, konuşulur konuşulur unutulur’ döngüsüne güveniyor.
Özellikle de sol cenah, bakınız CHP’deki taciz tecavüzlere bile ses çıkaramıyorlar korkularından.
Ama her kirli düzenin bir sonu oluyor, tarih çamurlarında boğulan düzenbazlarla dolu ne de olsa.
Şirin Payzın olmanın dayanılmaz hafifliği
Hep haklı…
Hep özgürlük savaşçısı…
Hep sahadan gelen gazeteci…
Hep Mehmet Ali Birand ekolü…
Hep ilklerin insanı…
Hep mağdur…
Hep mağrur…
Şirin Payzın’ın gazeteci Kemal Göktaş’a verdiği -günah çıkarma seansını- pardon röportajı izlerken bunları düşündüm.
Kendince, o kadar kusursuz, falsosuz bir hikaye kurmuş ki, benim anladığım özetle şöyle:
Şirin Payzın CNN Türk’teyken Türkiye’nin en özgür en iyi gazeteciliğini yaptı, sonra Aydın Doğan korkudan CNN Türk’ün içini boşaltırken direndi, özgür basın neferi oldu, kovun dedi kovmadılar. Sonra yeni patrona yani Demirören’lere de direndi, 20 yıllık tazminatını bırakmamak için türlü işkenceye maruz kaldı, sonunda da direnişçi ruhu yüzünden kovuldu.
Vay be, etkilendim…
Dermişim…
Burnu Keskin Kalem’iniz bu lafları ne daha önce yuttu, ne de şimdi yutar.
Bu laflar Twitter’da her gün nefret ve olumsuzluk kusan sol-liberal kitleyi kandırmaya yarar ancak.
Mesela her basın emekçisi bir yerde 20 yıl çalışan her gazetecinin kıdem tazminatı almaya hak kazandığını bilir. Yani istifa etse de, vazgeçemediği parasını alır çıkardı.
Neyse, Keskin Kalem’iniz hatırlarsanız daha önce Payzın’ın CNN Türk’ten kovulmamak için ne taklalar attığını, araya Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ı koymaya çalıştığını yazmıştı.
Yani yine herkesten önce birilerinin ipliğini pazara çıkarmıştı.
O yazıyı okumak isterseniz tekrar, buyurun:
O gün ne dediysem bugün de aynısını diyorum.
Medyanın şimdiki halinden şikayet eden Şirin Payzın ve türevleri, medyanın geçmişiyle asla yüzleşmiyor.
Hep Türk basınının altın çağını yaşayıp-yaşattıklarını iddia ediyorlar.
Kendilerini celebrity yani ünlü gazeteci olarak görüyorlar.
Burunlar her daim havada.
Onlar varsa basın var onlar yoksa yok!
Ben de diyorum ki, öyle yağma yok!
Mesela röportajda kurduğu bir cümle, eski Doğan gazetecileri ukalalığının güzel bir örneği:
‘Bütün Ak Parti içinden herkes sadece berbat değildi. O dönem hükümetin içinde biraz daha aklı başında insanı çıkartıyorduk. Saray’a yakın başka halkanın içindeki vay bunlar niye çıktı diyor, klanlar savaşı yaşanıyordu.’
Bakın bakın, herkes berbat değilmiş. İyiler de varmış…
Neyse, insanların berbat olup olmadığına karar vermeden önce, bence, herkes medyanın altın çağı diye reklamını yaptıkları zamanlarda yaşanan rezillikleri anlatsın.
Altlarında çalışan emekçilere yaptıkları zulümleri…
Güce yanaşmak için attıkları taklaları…
Aldıkları ballı maaşlara yenilen hakları…
Patronun etrafında kalabilmek için yapılan ayak oyunlarını…
Ekrana çıkmak için verilen amansız mücadeleyi...
Bence medyada en günahsız olan ilk taşı atsın.
Tabii öyle biri varsa…
Medya patronlarına yaka silktiren nüfuz ticareti
Az evvel Şirin Payzın’a baya yüklendim ama anlattıklarında haklılık payı olan bir şey var. O da medyadaki nüfuz ticareti.
Payzın röportajda ‘neredeyse pazar kuruldu, bir takım isimler tahmin edebilirsiniz kimler olduğunu, Aydın Bey’e gidip diyorlardı ki ya Cumhurbaşkanlığı nezdinde en çok kıymetliyim, bütün işlerinizi halledebilirim. Bir yandan da Saray’a gidip Aydın Bey en çok bana güveniyor diyorlardı.’ diye anlatıyor.
Payzın’ın burada kişisel hesabı nedeniyle kimi hedef aldığını anlamak zor değil.
Hürriyet’in Ankara temsilcisi Hande Fırat’ı…
Hande Hanım bu işlere tevessül etti mi bilemem…
Ama kulağıma gelenlere göre, büyük bir medya grubunun medya patronu, bir üst düzey yöneticisinin Ankara’yla kurduğu nüfuz ticaretinden 'illallah' demiş.
‘Ankara’da çok önemli birisi bana bu talimatı verdi’ diyerek tepe isme dediklerini yaptırmaya çalışan o yöneticinin ipliği geçtiğimiz günlerde pazara çıkmış.
Ankara’yı arayarak, yöneticisinin söylediklerini teyit etmek isteyen patron, karşı taraftan gelen ‘Biz öyle bir şey demedik Kurum sizin kurumunuz. Siz nasıl isterseniz öyle davranırsınız ’ sözleriyle adeta donmuş kalmış.
Bundan önce kendisine iletilen ‘Ankara talimatlarının’ ne kadarı doğru, ne kadarı değil artık bunu öğrenmek de o patrona kalmış.
Tabii acı gerçekle yüzleşmek istiyorsa…
Altaylı bir başka evrende mülteci olsaydı…
Bir başka, paralel evren düşünün…
Allah muhafaza, FETÖ’cüsü, PKK’lısı başarılı olmuş diyelim-olamazlar da o başka gerçi.
Amerika Türkiye'yi işgal etmiş.
Herkesin malına mülküne el koymuş.
Fatih Altaylı’nın lüks arabaları, evleri, Van’daki kilisesi dahil…
Gerçi böyle bir işgal durumunda kaçacak ekipten mi olur emin değilim ama neyse hadi can güvenliğinden korktuğu için kaçıyor diyelim..
Meriç'ten geçmek için cebindeki son parayı vermiş…
Eşi, çocuğu tel örgülere takılmış yaralanmış, Yunan askerinden tekme yemiş.
Altaylı ve ailesinin görüntüleri de TV’de yayınlanmış ve faşist bir Yunan-kendine gazeteci diyen-televizyonda ‘bunlar işgalci’ demiş.
Nasıl olurdu?
Allah bu devlete, millete zeval vermesin, mazlumun yanında durma gücünü daimi kılsın.
Altaylı’nın rezilliği hakkında diyeceklerim bu kadar.
KESKİN KALEM
keskinkalem@medyaradar.com