Darbeciler kazansaydı ikinci ve üçüncü darbeler kapıdaydı!..

Medyaradar analisti Atilla Akar, darbenin başarılı olması halinde “Yeni ve daha sert darbelere” yol açacağı yönünde çok önemli bir iddiada bulundu…

Şimdi efendim hani “Darbe başarılı olsaydı” diye başlayan –doğru veya yanlış- bazı akıl yürütmeler, kurgular yapılıyor ya. (Ki, bende daha önce işin medya ayağına yönelik bir yazı yazmıştım.) Maalesef herkesin her aklına eseni söylediği, kestirmeden varsayımların cari olduğu bu ortamda “itidalli” analizler çok az. Öngörülü yansıtma yapabilen ise hemen hiç yok. (Tabii dün “darbe ihtimali” ni akıl edemeyenler, sonrasını da edemezler!) Kuru ajitasyonla, duygusal coşturmalarla yetiniliyor. O nedenle bu sefer iddiayı bir adım daha öteye götürüp başka bir boyuttan ve daha geniş perspektiften konuyu ele almaya çalışayım.

Diyelim ki darbe “başarılı” olmuş olsaydı bir süre sonra ne olurdu? Hemen söyleyeyim: ikinci hatta üçüncü darbeler olurdu. Bu kez ya darbeciler birbirleri içinde ekipleşerek çatışır, diğer grubu tasfiyeye yeltenirdi ya da –bence bu daha muhtemel- ordu içinden başka bir ekip diğerlerine karşı bir darbeye kalkışırdı. Bunun nasıl olacağını o anki şartlar belirlerdi ama büyük ihtimalle olurdu. İlk darbecilere o koltuklarda oturmak fazla nasip olmayabilirdi. Darbecilerin halka dönmüş namluları kısa sürede birbirlerine dönebilirdi. Her darbe domino taşları misali bir diğerini tetiklerdi…

KAÇINILMAZ DARBELER ZİNCİRİ!..

Peki bunu neye dayanarak söylüyorum? Öncelikle böylesi bir darbe devlet ve ordu içinde yeni saflaşmalara, ekipleşmelere, arayışlara yol açardı. Devlet rayından çıkar, zaten zedelenen ordu hiyerarşisi, emir-komuta zinciri diye bir şey kalmazdı. Ardı ardına bir dizi darbe ve yeni cuntasal oluşumları tetiklerdi. Şimdi bunu senaryosal biçimde ele alalım;

1) İlk “FETÖ’cü darbe”nin toplumsal desteği zayıf kalırdı. Sadece çok dar bir ekibin zora, kaba şiddete dayalı bir iktidarı yürürlüğe girerdi. Ancak adı “darbe” bile olsa sadece baskıya dayalı bir rejim fazla süremezdi. Olayın toplumsal onay, meşruiyet ayağı zayıf kalırdı. Darbe “Fethullahçı darbe” etiketini taşıyacağı için ordu içinde veya dışındaki geniş bir kesimi doğal olarak karşısına alacaktı.
2) Bu bir “azınlık” darbesi olacağı için (Hem siyasal hem toplumsal manada) bir süre sonra huzursuzluk oluşurdu. Öfkeler “Cunta”ya yönelmeye başlardı. Bunun devlet ve ordu içinde yansımaları olurdu. Beklenmeyen “kırılmalar” ortaya çıkardı. Diğer unsurlar bir karşı-hareket arayışına geçerdi.
3) En önemlisi ilk darbede lokomotifi “Cemaatçiler” çekse de “Anti-Erdoğan” bazı “Gayrı memnunlar” ında destek verdiğini tahmin edebiliriz. (Çok sonraları bunun verileriyle ortaya çıkacağını tahmin ediyorum) Bunlar süreçte kaçınılmaz olarak ayrışacak ve birbirlerine “cephe” alacaklardı. “Çatlamalar” oluşacaktı. .
4) Şimdi “FETÖ’cü” diye tanımlanan unsurlar (Ki o zaman böyle tanımlanmayacaklardı) daha “organize” oldukları için muhtemelen fazla organize olmayan, tek tek bireylere dayalı kendilerinden olmayan unsurları temizleyeceklerdi. (Bu 27 Mayıs’taki 14’lerin tasfiyesi gibi “yumuşak” yollarla da olabilirdi daha sert, kanlı ve çatışmacı biçimde de)
5) Yahut “Cemaatçiler”in kendilerini tasfiye edeceğini anlayan kimi unsurlar bir tür “Baskın basanındır” misali bir karşı-kalkışması olabilirdi. Daha zayıf bir ihtimal olarak bunlar darbenin “FETÖ’cü karakteri”nden rahatsızlık duyan, istedikleri konumlara gelemeyen, kullanıldıklarını anlayan, tasfiye edileceklerini hisseden, pişman olan ve bir şekilde sürtüşen subaylar tarafından yapılabilirdi.
6) Ancak bence en mümkünü şu ihtimal olabilirdi. Ordunun halen ana gövdesini oluşturduğunu varsayabileceğimiz, darbeye bulaşmamış ya da sessiz, tavırsız kalmış Kemalist-Ulusalcı, sol, vb unsurlar bu kez harekete geçebilirdi. Bunlar da bir “Karşı-Darbe” ile ilk darbeci kadroyu bertaraf etmeye kalkışabilirlerdi. Çok sert ve kanlı bir çatışma yaşanırdı. Bu çatışma muhtemelen “Cemaatçiler” ve “Kemalistler” formatı kazanırdı.
7) Üstelik bu kesimlerin tarihsel ve kategorik olarak “darbe hafızası”, pratiği, deneyimi, refleksi, becerisi, birikimi diğerlerine göre daha gelişkin olacağı için büyük ihtimalle başarılı da olabilirlerdi.
8) Bu kesimler yıkılmış AKP iktidarının toplumsal desteğini de –intikam amaçlı- arkasına alıp, büyük bir “Cemaat nefreti” çerçevesinde çok daha kolay örgütleyebilirlerdi. Bugün “Demokrasi ve Şehitler Mitingleri”nde görünen tablo karşı-darbenin “sessiz itici gücü” olabilirdi. Fiili bir “ittifak” oluşurdu.
9) Ancak ideolojisi, programı, dayanakları ve geleneği farklı olacağı için başka bir “İktidar formulü” ortaya çıkardı. Bu tür bir darbe “Cemaatçileri” alaşağı etse de yönetimi tekrar AKP’ye de vermezdi. Başka bir “siyasi formül” arayışına girerlerdi. Onların gözünde “Cemaat de AKP’de ülkenin bu hale gelmesinin esas ve eşit sorumluları” arasında olurlardı.
10) Lakin bu da başka sorunları beraberinde getirirdi. Bu yeni darbede kendi içinde iki eğilime ayrışabilirdi. Birinciler tekrar demokrasiye dönmeyi arzulamayan (En azından uzunca bir süre gitmek istemeyen), “Siyasi İslam’ın ve sivillerin ülkeyi batırdığına” gönülden inananlardan oluşurdu. İkinciler ise mümkün olan en kısa sürede seçimlerin yapılmasını isteyenlerden oluşabilirdi. (27 Mayıs sonrası CHP-İnönü etkisiyle davrananlar gibi) ya da bunlar partilerden bağımsız önlerine “Tedricen ve kontrollü demokrasi” hedefi koyarlardı. (12 Eylül gibi) Bazı şeyleri “onarmak” isteyebilirlerdi!
11) O zaman bir tür “Radikaller” ve “Ilımlılar” savaşı yaşanırdı. Bunun ideolojik formatı ise “Klasik NATO Atatürkçüleri” ile eski BAAS tipini andıran ( 9 Martçılar gibi) “Anti-NATO’cu Kemalistler” şekline bürünebilirdi. Ya radikaller ılımlıları ya da ılımlılar radikalleri tasfiyeye yeltenir, birbirlerine darbe yaparlardı. Biri diğerini silmeden durmazlardı.
12) “Her tür darbeye karşıyız” söylemi biter, “Benim darbem”, “senin darben” dönemi başlardı. Taraflar işine geleni savunur, destekler işine gelmeyene karşı çıkardı. Siyasetin ana akışını “Darbelerin rengi” belirlemeye başlardı. Bu eğilim kanıksanmış bir “Realite” haline gelirdi…
Ben “Gerçekçi” düşündüğümde bunları görüyorum…

DARBEYLE GELENLER DARBEYLE GİDERLERDİ!..

Sonuç olarak ülke bir anda “Darbeler” ve “Karşı-Darbeler” sürecine sürüklenebilirdi. O koşullarda darbelerin olması değil, olmaması hayret verici olurdu. Olaya diğer komplo, provokasyon yöntemleri de eşlik edeceği içinde süreç tam anlamıyla kaotik ve çatışmacı bir evreye yönelebilirdi. (Belki nüanslar farlılaşabilirdi o başka.) Bu “Tablo”yu hayal edebiliyor musunuz?

Oluşabilecek “Silsile darbeler” toplumdaki tüm dengeleri altüst edebilir, yeni bir denge oluşana kadarda (Oluşursa şayet!) Türkiye hızla “Çivisi çıkmış ülke” görünümü arz edebilirdi. Bunun yaratabileceği “İstikrarsızlıklar”ı ise saymak dahi istemiyorum. (Siyasi, ekonomik, kültürel, ideolojik, vb) O yüzden darbe olgusu şu an olduğu gibi “Avami çığırtkanlıklar”la değil en geniş entelektüel düzlemde ele alınmalı ve gerekli sonuçlar akli biçimde çıkarılmalıdır.

Ancak ve maalesef bugün darbe olgusu belli bir “soğukkanlılık” la tartışılamadığı, çok yüksek dozda bir hamasete yol açtığı içinde makul ve mantıklı analizler yapılamıyor. Oysa darbeler bir “Öcü masalı” ndan çok sosyal-siyasal gerçekliklerdir. Onun sonuçlarından kendine göre yararlanmak isteyen siyasetçi, sokaktaki insan belki böyle davranabilir ama bu ülkenin düşünen insanlarının böyle davranmaya hakkı olmamalı. Bu tutum darbe olgusunu etraflıca anlamamızı engellemektedir.

Anlayacağımız ilk noktalardan biri ise yaşadığımız şeyin bir “Darbeler girdabı”na yol açabileceği gerçeğidir. Bu anaforun çekimi içinde tüm toplum olarak kaybolabilirdik. Ne ilginç değil mi? “Artık darbe olmaz” lakaytlığından bir anda “Darbe olmazsa şaşarım” beklentisine geçmeye az kalmış!..

15.08.2016.

atillaakar@gmail.com