"CÜNEYT ÜLSEVER'İ BEN KOVDURMUŞUM!" ÜLSEVER'İ KOVDURAN O YAZAR KİM?
Sadece Cüneyt Ülsever'i değil, Tufan Türenç'i de ben kovdurmuşum...
Ülsever’i ben kovdurmuşum
Sadece Cüneyt Ülsever’i değil, Tufan Türenç’i de ben kovdurmuşum... Özdemir İnce’nin yazılarını haftada bire düşürtmüşüm. Bu türden yorumlar okuyorum internet sitelerinde.
İnanılır gibi değil...
Ülsever için “haftada bir” tarifesini uygun gördüğümü hatırlıyorum ama demek ki Aydın Bey yanlış anladı.
Hadi Uluengin olayında parmağım yok.
Nuray Mert kendisi gitti. Sayfasını beğenmedi.
Şimdi daha korunaklı bir mekânda ve ruhen imtizaç edebileceği arkadaşlarıyla beraber... “Sivil faşizm” çalıp, “sivil faşizm” oynamaya devam ediyor.
Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun olayında da parmağım olmadığını hatırlatayım da, fatura kabarmasın.
Esprili bir yazar olsaydım, “Ben neymişim” diye ünlerdim.
Esprili değilim... Asık suratlıyım.
Üstelik kötüyüm. Kravat taktım, daha da kötü oldum. Kötülükte üstüme adam tanımıyorum.
Mesela ne yapıyorum?
Durduk yerde Mehmet Yakup Yılmaz’a sataşıyorum. Memduh Bayraktaroğlu’nun iddiasına göre, adam attırmaya doyamadım, Yakup’u da göndermenin yollarını arıyorum.
Bayraktaroğlu’na bir şey demem... Yukarıda Allah var. Geçmişe dönük bir hukukumuz olduğu için, incinmesini istemem. Yeterince incindiğini, incitildiğini biliyorum. Mağduru olduğu 28 Şubat sürecinden tanışıyoruz; yakın dost olamadık ama güvenilir bir arkadaş, “sağlam bir müttefik” olarak hatırlıyorum.
Köprünün altından çok sular geçti.
Bu arada ne oldu?
Bilmiyorum.
Bayraktaroğlu açıklasın ne olduğunu... Bilmek istiyorum.
Peki, “durduk yerde sataştığım” Mehmet Yakup Yılmaz ne yapıyor?
Hakkında 5 binin üzerinde dava açılmış “meslektaşlarıyla” ilgili olası düzenlemeyi “yandaş gazeteci kurtarma yasası” olarak değerlendiriyor...
Kendisinde “başkalarını” tanımlama hakkı görüyor...
Hiç utanmıyor.
Başkalarını “yandaş” diye tanımlarken, kendisinin vaktiyle ve elan kimlere, hangi odaklara “yandaşlık” yaptığını hatırlamıyor, hatırlamak istemiyor. Bunu hatırlatma gafletinde bulunan meslektaşlarını da mahkemeye verip, maaşına “haciz” koyduruyor.
Budur işte “durduk yerde sataştığım” Mehmet Yakup Yılmaz...
İnşallah köşesinde bin yaşar, Ülsever’le Türenç’in akıbetine uğramaz.
Medyada gücü olan ve “adam kovdurmakla maruf” bir yandaş olarak rica ediyorum Aydın Bey’den; adamınıza sahip çıkınız lütfen, muhalefetin sesini kısmayınız. Bu muhalif yokluğunda, bütün riskleri üstlenip her gün 3 adet “AK Parti karşıtı” yazı yazmak az şey midir? Ayda 90 yazı eder ki, kolay kırılır bir rekor değil... Şu “yandaş” halimizle biz bile, “bütün imkânlar seferber edildiği halde” ayda 5 adet CHP yazısını zor buluyoruz.
Haa, yazıyor da ne oluyor?
Kim okuyor?
Tabir-i amiyane ile kim sallıyor?
Bunu, Sabah’çılarla pazarlığa oturduğunda, adeta rakiplerin elinden kopararak getirip “Bir Günün Hikâyesi” sütununa yerleştirdiğinizde düşünecektiniz.
Cüneyt Ülsever’e gelince...
Eski ahbabımdır.
Niçin Ahmet Kekeç’le uğraşmayı misyon edindi?
Bilmiyorum.
Niçin uğraşısını “düşmanlığa” döktü?
Bilmiyorum.
Niçin “yandaş, yalaka, beyinsiz, şerefsiz” diye ağzını bozma gereği duydu?
Bilmiyorum.
İşine son verilmiş... Bu sabah öğrendim.
Köşesi olmadığını bilseydim, cevap vermeye yeltenmez, kendisini ettiği küfürlerle baş başa bırakırdım.
Her şeye rağmen üzüldüm.
Kalbi olan herkes üzülür... Yandaşız ama kalpsiz değiliz çok şükür...
Ahmet Kekeç/Star