Cumhuriyet'te 'Kavala ve Demirtaş' tartışması devam ediyor: Acil şifalar dilerim...

Cumhuriyet'in yeni yazarı Bartu Soral'ın gazetenin yayın çizgisi ve Osman Kavala hakkında yazdığı yazı bugün de 4 Cumhuriyet yazarının köşesine konu oldu.

Cumhuriyet’in yeni yazarlarından Bartu Soral'ın gazetesi için "Genel yayın tutumu ve kimi yazarların köşelerinde yargı kararları ile Demirtaş, Kavala, HDP’yi bir arada, sürekli işlemeleri beni düşündürdü..." sözleri tartışılmaya devam ediyor.

Bugün gazetenin 4 yazarı, köşe komşuları Soral'ın ifadesine ilişkin olarak yazılar kaleme aldı.

Ali Sirmen, "Sadece kendine demokrat" başlıklı yazısında Soral'ın ismini geçirmeden şunları söyledi:

Demokrasi konusunda beni en çok etkileyen efsunlu tümcelerden biri de şu:
-Herkesin aynı görüşte olduğu toplumlarda, demokrasiye gerek yoktur.
Gerçekten de çelişen görüşler, çatışan çıkarlar olmadığı sürece, bunları başkalarına karşı savunma hak ve özgürlüğüne de gerek yoktur, uzlaşma kültürüne de...
Tabii bu tümcede dile getirilen düşünceye göre demokrasi de değişik düşünceye sahip olmanın şiddete başvurmadan savunulması ve yaşama geçmesi için mücadele edilebilmesi özgürlüğü oluyor.
Herkes kendi düşüncesinin, kendi çıkarının özgürce savunulması hakkını talep eder, ama tek başına bu talep, demokrasiyi içermez. Demokrasi ancak bu hakkın herkese tanınması, hatta karşıt görüşlere de teşmiliyle olur.
Son günlerde, Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’nın haklarını savunanları eleştiren görüşlerin, demokrat çizgisiyle tanınan yayın organlarında da yer alması üzerine, demokrasi kavramını bir kez daha gündeme getirmek farz oldu.

"Haklarını savunmak onların görüşlerini paylaşmak değildir"
“Benim görüşlerimi, çıkarlarımı savunmam kutsaldır” önermesini otokratlar da yapabilir. Bunun için demokrat olmaya gerek yoktur. Yani demokrasi talep ettiğiniz zaman, sizin gibi düşünmeyenlerin de haklarını ve çıkarlarını savunabilmelerini talep ediyorsunuz demektir. Başka bir deyişle demokrasiye talip olursanız, aynı zamanda sizinle karşıt görüşteki başkasının hakkına da saygı savunuculuğuna talip oluyorsunuz demektir.
Demokratik sistemlerde, farklı düşünceye saygının güvenceleri oluşturulurken, kişilerden değil, onlardan bağımsız olarak nesnel ilkelerden hareket edilir. Yani haklar ve özgürlüklerin içerikleri kişiden kişiye değişmez, herkes için aynıdır. Bu ilkelerden biri de herkesin hakkında kesinleşmiş bir karar oluşuncaya kadar masum kabul edilmesini öngören masumiyet karinesidir.
Hukukun koruyucu şemsiyesi altına alınırken kişilerin, aksi sabit olana kadar, masumiyetleri esas olduğundan, onların demokratik haklarının kullanılması talebinde bulunulurken haklarındaki suçlamalardan hareket edilmez. Zaten, masumiyet karinesi olmasaydı, suçlama tek başına yeterli olacağından yargılama sürecine de gerek kalmazdı.
Uzatmaya gerek yok. Açıkça görülüyor ki Selahattin Demirtaş ile Osman Kavalı’nın haklarını savunmak, onların görüşlerini paylaşmak demek değildir. Bu, demokrasiyi savunmaktır.

Özlem Yüzak "Tutunacak dal ‘hukuk’ olmazsa..." başlığıyla yayımlanan yazısında, "Hukuk olmazsa toplum çöker, hepimiz altında kalırız" diyerek şunları kaydetti:

Cumhuriyet’in yayın çizgisi bellidir. Ve o çizginin içinde “hukuksuzlukla mücadele” en önemli yeri alır. Ayrım yapmaz. Haberlerinde mesleki, insani, vicdani kriterler yer alır. Cumhuriyet gazetesi her zaman bu kriterlere göre haber yapar. Bunu kimse değiştiremedi ve değiştiremez de.
Geçen hafta pazar günü “büyük şirketlerde ve Birleşmiş Milletler’in birkaç programında yöneticilik” yaptığını her fırsatta dile getiren bir Cumhuriyet yazarı, Cumhuriyet’in yayın çizgisini “kasap mı, hırdavatçı mı?” benzetmesi yaparak eleştirdi. Eleştirirken de Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş örneklerinden yola çıktı, gazetenin bu kişilerin “yargıdaki mağduriyetlerini” sıklıkla gündeme getirmelerini eleştirdi. Yetmedi bir sonraki yazısında Osman Kavala hakkında hem de “kendini savunamayacak” bir durumda iken sert üslupla eleştirel bir yazı yazdı.
Tekrarlayalım... Cumhuriyet’in yayın çizgisi bellidir. Ve bugün bu gazetede yapılan habercilik tam da bu çizgidedir.
Hukuk olmazsa toplum çöker, hepimiz altında kalırız. Tıpkı üç kuruş para kazanma uğruna can veren gencecik inşaat emekçileri gibi.


Zafer Arapkirli de Soral'ı eleştiren yazarlar arasındaydı. "Anlamıyorsun değil mi, dedem?" başlıklı bir yazı kaleme alan Arapkirli, "Acil şifalar dilerim" ifadesini kullanarak şöyle yazdı:

Demirtaş da Kavala da benim babamın oğulları değil. Onlar hakkında düşündüklerinin, hissettiklerinin, hatta bildiklerinin on katını hattâ beterini düşünüyor, hissediyor olabilirim.
Ama seninle ayrıldığımız nokta burası:
“Tekâmül etmiş insan gibi davranmak” onların bile (evet onların bile) hukukuna saygılı olmaktan geçer.
Ve bunun Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün mirası ile, öğretisi ile, onun ilkeleri ile filan çelişen bir yanı yoktur. Tam tersine Laik Demokratik Sosyal bir Hukuk devletinin temellerini atan o Yüce Önder’e saygı bunu gerektirir.
Hâlâ anlatamadıysam... Acil şifalar dilerim.

Mustafa K. Erdemol ise "Maymuna ustura verilmez" başlıklı yazısının ilgili Soral'a yanıt olarak şunları söyledi:

...İktidarlaşmış dil, -hangisi olduğu fark etmez- mevcut iktidarla buluşan bir dildir. Bu iki dil bu ülkenin laiklerini, sosyalistlerini, aydın Kemalistlerini, dindarlarını ezen uğursuz bir misyon yüklenmiştir.
Aşacağız mutlaka. Aşmalıyız. Yoksa geleceğimiz bir felaket. Osman Kavala’yı da Demirtaş’ı da soldan eleştirenlerden biriyim. Söylediğim çok basit, biri adil yargılansın, birinin de hakkındaki serbest bırakılma tavsiyesine uyulsun. Sonra kaldığımız yerden devam ederiz her ne derdimiz varsa.
Mevcut iktidarın hukuk gibi bir derdi yok. Ama bizim var. Olmalı. Hukuksuz bir iktidarın tepelerine çöktüğü kişilere vurmak, Anadolu değerler sisteminde en hafif tabirle “fırsatçılık”tır.
Derler ki, “Artık tıraş olmayı öğrenmiştir diye maymunun eline usturaverilmemeli. Hem kendine hem de çevreye zarar verir”.
Alnından öpüyorum bunu her kim demişse.