CUMHURİYET'İN AĞIR TOPLARI AYRILIRSA NELER OLUR?
Reha Muhtar, yakın tarihten örnekler vererek Mustafa Balbay'ın görevden alınması ve Cumhuriyet Gazetesi'ndeki değişim sürecini yazdı.
Cumhuriyet olayı ve Mustafa Balbay...
Ataol Behramoğlu, TV8’de konuşana kadar Cumhuriyet’te yaşanan “Mustafa Balbay ve yol ayrımı” tartışmalarına girmek istemiyordum...
Medyada sık rastlanan bir eleştiri salvosunu ve polemiğini çok samimiyetsiz bulduğumdan...
Koskoca yazarlar çizerler, otururlar başka gazetelerde ya da televizyonlarda “neyin nasıl yapılması” gerektiği üzerine ahkâm keserler...
Show’u yönetirken de gazetede yazı yazarken de hep şöyle derdim bu tip eleştirilerden rant sağlayanlara ve polemikten beslenenlere:
“Kardeşim çok biliyorsanız, kendi gazetenize veya televizyonunuza bu müthiş bilgi birikimini tahsis ediniz... Merheminiz varsa kendi kelinizi örtmeye kendi başınıza çalınız...”
***
Bunu derdim çünkü bilirdim ki, “Başkalarına nasıl gazete ve televizyon yapacağını söyleyerek rant sağlamak” çok sahtekârca bir tutumdur...
Eleştiren de gazete yaptığına göre, çok biliyorsan kendi gazeteni ya da televizyonunda yap bildiklerini demek hakçadır...
Onun için başka gazetelere, başka televizyonlara hariçten gazel okuyarak eleştiriler yapmaktan sakınırım ben...
Ancak TRT yıllarındaki Ateş Hattı programında mesleğe yanımda adımını atan Utku Çakırözer’in Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilciliği’ne getirildiğini duyunca özel bir kulak kabarttım konuya...
Üstelik arkadaşım olan Mustafa Balbay’ın yerine getiriliyordu Utku’cuk...
Bir tarafta arkadaş, diğer tarafta senin yanında gazeteciliğe başlamış bir kardeşin...
İlgiyle biraz da meslek koridoru merakıyla ne olduğunu anlamaya çalıştım günler boyu...
***
Önceleri sevgili Mustafa’yla ilgili karar beni çok da rahatsız etmedi...
Öyle ya, Mustafa, Vakıf Yönetim Kurulu’ndaki görevine devam edecek, “özgürlük talebinin sembolü haline gelen köşesi zaman zaman boş kalsa da aynen devam edecek”ti...
Sonuçta Ankara Temsilciliği idari bir görevdi, Mustafa da “içeriden” bu idari görevi yapamazdı...
Utku kardeşim, zehir gibi bir gazeteciydi...
Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nu gayet güzel idare ederdi...
***
Ancak konu bir süre sonra Cumhuriyet Gazetesi’nin içinde derin çatlaklara yol açtı...
Ataol Behramoğlu, Mümtaz Soysal, Emre Kongar, Özgen Acar gibi adları Cumhuriyet’le özdeşleşmiş “yazar kadrolar”, tepki koydular ve Ataol Behramoğlu yazılarına ara verdi...
Cumhuriyet “sadece bir gazete” değil...
Bir ideolojinin en güçlü temsilcisi aynı zamanda...
Bir “mihrak” Cumhuriyet...
Ulusalcı ideolojinin merkezi olan bir mihrak...
İki üç yıl kadar önceydi...
Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni kardeşim İbrahim Yıldız, gazeteci kafilesiyle seyahate gittiğimiz bir gün “Reha” dedi, “İlhan Abi seni soruyor... Gazeteye gelsene bir gün... Hem İlhan Abi’yle yüz yüze gelirsin, hem de sohbet edersin...”
O güne kadar bir kez telefonda konuşmuşluğum vardı İlhan Abi’yle...
Kalktım gittim Cumhuriyet Gazetesi’ne İlhan Abi’yi ziyarete...
***
Laf lafı açtı, iki üç saat sohbet ettik...
Gazetenin kodamanları, etkili yazarları, çizerleri, politikacılar İlhan Abi’nin odasına mutlaka uğruyorlardı...
İlhan Abi’yi yakından incelemiş, hafızama görüntülü notlar kaydetmiştim onunla ilgili...
Orada ilk kez “Cumhuriyet Gazetesi’nin bir televizyonunu kurmayı düşündüklerini” söylemişti İlhan Abi...
Bir televizyoncu olarak benim düşüncelerimi soruyor, benden de yardım isteyebileceklerini söylüyordu...
Görüşmeden çıktığımda kafam allak bullaktı...
Hem etkilenmiş hem de koskoca bir soru işaretiyle karşı karşıya kalmıştım...
Muhtemeldir ki İlhan Abi, böyle bir televizyon kurulursa “Benim televizyonculuk birikimimi” oraya katmamı isteyecekti...
Cumhuriyet Gazetesi’nin televizyonunda çalışmak bir onurdu benim için...
Ama bir taraftan da Selahattin Duman dostumla paylaştığım derin bir soru işareti belirmişti kafamda...
Düşünüyordum ki, benim Atatürk, laiklik, çağdaşlık, aydınlanmacılık, Rönesans, demokrasi hakkındaki düşüncelerim belli...
Cumhuriyet Gazetesi sadece bir gazete değil, bir mihrak, bir ideoloji...
Birçok konuda aynı düşünsek de, “farklılıklarda ne yapacağım ben?..”
Oturup Cumhuriyet’in televizyonunu kendime göre değiştirecek kadar sahtekâr değilim ben...
Diğer taraftan, özellikle Avrupa Birliği konusundaki farklı düşüncelerimi nereye gömeceğim ben?..
Düşünüp duruyor, işin içinden bir türlü çıkamıyordum...
Sonra Ergenekon davası patlak verdi ve zaten televizyon işleri çoktan rafa kalktı, yepyeni ve bilinmedik gelişmeler ortaya çıktı...
***
Bu olayı anlatma nedenim Cumhuriyet TV anekdotları yazmak değil...
Cumhuriyet Gazetesi ve ideolojisinin Türkiye’de bir “mihrak”ı temsil ettiğini hatırlatmak...
Bu, biraz dışarıya kapalı olan Cumhuriyet Gazetesi ideolojisinin, kolay kolay gevşemeyeceği, dışarıdan gelenlere de çok açık ve töleranslı davranmayacağı gerçeğini bilmemden kaynaklanıyor...
Utku kardeşim için mesele yok..
Mustafa da bu konuyu dert etmez muhtemelen...
Ama Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan ağır taşlar ve mihrakın kodamanları ayağa kalkarsa, (ki kalkmaya başladıkları görülüyor) gazete ağır yara alır...
Cumhuriyet öyle çabuk bir görüntü değişikliğine gidemez...
Dışarıdan gelenler bu gerçeği bilmeli...
Sonuçta, proje rafa kalkana kadar ben kendi payıma o kararı alamamıştım...
Cumhuriyet çok kaliteli bir markadır...
Ancak kendine özgü bir yayın organıdır...
Diğer gazetelerarası transfere benzemez...
Kendi dinamikleri vardır..
***
HASAN CEMAL OLAYI VE CUMHURİYET’TEN AYRILAN YAZARLAR...
Cumhuriyet Gazetesi’nin tarihinde gazetenin ağır toplarının “Cumhuriyet’i bıraktığı bir dönem vardır...”
Bu dönemi kendi penceresinden Hasan Cemal “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” isimli kitabında anlatır...
Hasan Cemal’in Cumhuriyet’te yayın yönetmeni olarak kaldığı ayrışma döneminde gazetenin ağır topları İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen ve Oktay Akbal gazeteden ayrılmışlardı...
Gazete büyük tiraj kaybına uğramış, okuyucu alıştığı yazarlar bıraktığı için gazeteyi almayı reddetmişti...
Tiraj o günkü rakamlarla 70 binlerden 50 binlere düşünce, Hasan Cemal ve arkadaşları gazeteden ayrılmış, İlhan Selçuk ve arkadaşları Cumhuriyet’e geri dönmüştü...
***
Cumhuriyet’in kadrolarının ikiye ayrılması Türk basınında bir süre sonra Okay Gönensin yönetiminde Yeni Yüzyıl ve arkasından Yeni Binyıl gazetelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu...
Bu iki gazete Cumhuriyet’e göre daha liberal bir çizgiyi benimsemişti...
Bunlar geçmişte birebir yaşanmış ve tanıkları hayatta olan olaylar...
Bu tecrübeler, Cumhuriyet Gazetesi’nin kolay kolay farklı tarzlara açık olmadığını gösteriyor...
Bugün ağır topların hafiften ayağa kalktığı bu noktada, İbrahim Yıldız kardeşimin işinin ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum...
Çünkü Cumhuriyet sadece bir gazete değil...
Cumhuriyet bir ideoloji, bir mihrak...
Gazeteden daha fazla bir şey Cumhuriyet...
Reha Muhtar/Vatan
Ataol Behramoğlu, TV8’de konuşana kadar Cumhuriyet’te yaşanan “Mustafa Balbay ve yol ayrımı” tartışmalarına girmek istemiyordum...
Medyada sık rastlanan bir eleştiri salvosunu ve polemiğini çok samimiyetsiz bulduğumdan...
Koskoca yazarlar çizerler, otururlar başka gazetelerde ya da televizyonlarda “neyin nasıl yapılması” gerektiği üzerine ahkâm keserler...
Show’u yönetirken de gazetede yazı yazarken de hep şöyle derdim bu tip eleştirilerden rant sağlayanlara ve polemikten beslenenlere:
“Kardeşim çok biliyorsanız, kendi gazetenize veya televizyonunuza bu müthiş bilgi birikimini tahsis ediniz... Merheminiz varsa kendi kelinizi örtmeye kendi başınıza çalınız...”
***
Bunu derdim çünkü bilirdim ki, “Başkalarına nasıl gazete ve televizyon yapacağını söyleyerek rant sağlamak” çok sahtekârca bir tutumdur...
Eleştiren de gazete yaptığına göre, çok biliyorsan kendi gazeteni ya da televizyonunda yap bildiklerini demek hakçadır...
Onun için başka gazetelere, başka televizyonlara hariçten gazel okuyarak eleştiriler yapmaktan sakınırım ben...
Ancak TRT yıllarındaki Ateş Hattı programında mesleğe yanımda adımını atan Utku Çakırözer’in Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilciliği’ne getirildiğini duyunca özel bir kulak kabarttım konuya...
Üstelik arkadaşım olan Mustafa Balbay’ın yerine getiriliyordu Utku’cuk...
Bir tarafta arkadaş, diğer tarafta senin yanında gazeteciliğe başlamış bir kardeşin...
İlgiyle biraz da meslek koridoru merakıyla ne olduğunu anlamaya çalıştım günler boyu...
***
Önceleri sevgili Mustafa’yla ilgili karar beni çok da rahatsız etmedi...
Öyle ya, Mustafa, Vakıf Yönetim Kurulu’ndaki görevine devam edecek, “özgürlük talebinin sembolü haline gelen köşesi zaman zaman boş kalsa da aynen devam edecek”ti...
Sonuçta Ankara Temsilciliği idari bir görevdi, Mustafa da “içeriden” bu idari görevi yapamazdı...
Utku kardeşim, zehir gibi bir gazeteciydi...
Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nu gayet güzel idare ederdi...
***
Ancak konu bir süre sonra Cumhuriyet Gazetesi’nin içinde derin çatlaklara yol açtı...
Ataol Behramoğlu, Mümtaz Soysal, Emre Kongar, Özgen Acar gibi adları Cumhuriyet’le özdeşleşmiş “yazar kadrolar”, tepki koydular ve Ataol Behramoğlu yazılarına ara verdi...
Cumhuriyet “sadece bir gazete” değil...
Bir ideolojinin en güçlü temsilcisi aynı zamanda...
Bir “mihrak” Cumhuriyet...
Ulusalcı ideolojinin merkezi olan bir mihrak...
İki üç yıl kadar önceydi...
Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni kardeşim İbrahim Yıldız, gazeteci kafilesiyle seyahate gittiğimiz bir gün “Reha” dedi, “İlhan Abi seni soruyor... Gazeteye gelsene bir gün... Hem İlhan Abi’yle yüz yüze gelirsin, hem de sohbet edersin...”
O güne kadar bir kez telefonda konuşmuşluğum vardı İlhan Abi’yle...
Kalktım gittim Cumhuriyet Gazetesi’ne İlhan Abi’yi ziyarete...
***
Laf lafı açtı, iki üç saat sohbet ettik...
Gazetenin kodamanları, etkili yazarları, çizerleri, politikacılar İlhan Abi’nin odasına mutlaka uğruyorlardı...
İlhan Abi’yi yakından incelemiş, hafızama görüntülü notlar kaydetmiştim onunla ilgili...
Orada ilk kez “Cumhuriyet Gazetesi’nin bir televizyonunu kurmayı düşündüklerini” söylemişti İlhan Abi...
Bir televizyoncu olarak benim düşüncelerimi soruyor, benden de yardım isteyebileceklerini söylüyordu...
Görüşmeden çıktığımda kafam allak bullaktı...
Hem etkilenmiş hem de koskoca bir soru işaretiyle karşı karşıya kalmıştım...
Muhtemeldir ki İlhan Abi, böyle bir televizyon kurulursa “Benim televizyonculuk birikimimi” oraya katmamı isteyecekti...
Cumhuriyet Gazetesi’nin televizyonunda çalışmak bir onurdu benim için...
Ama bir taraftan da Selahattin Duman dostumla paylaştığım derin bir soru işareti belirmişti kafamda...
Düşünüyordum ki, benim Atatürk, laiklik, çağdaşlık, aydınlanmacılık, Rönesans, demokrasi hakkındaki düşüncelerim belli...
Cumhuriyet Gazetesi sadece bir gazete değil, bir mihrak, bir ideoloji...
Birçok konuda aynı düşünsek de, “farklılıklarda ne yapacağım ben?..”
Oturup Cumhuriyet’in televizyonunu kendime göre değiştirecek kadar sahtekâr değilim ben...
Diğer taraftan, özellikle Avrupa Birliği konusundaki farklı düşüncelerimi nereye gömeceğim ben?..
Düşünüp duruyor, işin içinden bir türlü çıkamıyordum...
Sonra Ergenekon davası patlak verdi ve zaten televizyon işleri çoktan rafa kalktı, yepyeni ve bilinmedik gelişmeler ortaya çıktı...
***
Bu olayı anlatma nedenim Cumhuriyet TV anekdotları yazmak değil...
Cumhuriyet Gazetesi ve ideolojisinin Türkiye’de bir “mihrak”ı temsil ettiğini hatırlatmak...
Bu, biraz dışarıya kapalı olan Cumhuriyet Gazetesi ideolojisinin, kolay kolay gevşemeyeceği, dışarıdan gelenlere de çok açık ve töleranslı davranmayacağı gerçeğini bilmemden kaynaklanıyor...
Utku kardeşim için mesele yok..
Mustafa da bu konuyu dert etmez muhtemelen...
Ama Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan ağır taşlar ve mihrakın kodamanları ayağa kalkarsa, (ki kalkmaya başladıkları görülüyor) gazete ağır yara alır...
Cumhuriyet öyle çabuk bir görüntü değişikliğine gidemez...
Dışarıdan gelenler bu gerçeği bilmeli...
Sonuçta, proje rafa kalkana kadar ben kendi payıma o kararı alamamıştım...
Cumhuriyet çok kaliteli bir markadır...
Ancak kendine özgü bir yayın organıdır...
Diğer gazetelerarası transfere benzemez...
Kendi dinamikleri vardır..
***
HASAN CEMAL OLAYI VE CUMHURİYET’TEN AYRILAN YAZARLAR...
Cumhuriyet Gazetesi’nin tarihinde gazetenin ağır toplarının “Cumhuriyet’i bıraktığı bir dönem vardır...”
Bu dönemi kendi penceresinden Hasan Cemal “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” isimli kitabında anlatır...
Hasan Cemal’in Cumhuriyet’te yayın yönetmeni olarak kaldığı ayrışma döneminde gazetenin ağır topları İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen ve Oktay Akbal gazeteden ayrılmışlardı...
Gazete büyük tiraj kaybına uğramış, okuyucu alıştığı yazarlar bıraktığı için gazeteyi almayı reddetmişti...
Tiraj o günkü rakamlarla 70 binlerden 50 binlere düşünce, Hasan Cemal ve arkadaşları gazeteden ayrılmış, İlhan Selçuk ve arkadaşları Cumhuriyet’e geri dönmüştü...
***
Cumhuriyet’in kadrolarının ikiye ayrılması Türk basınında bir süre sonra Okay Gönensin yönetiminde Yeni Yüzyıl ve arkasından Yeni Binyıl gazetelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu...
Bu iki gazete Cumhuriyet’e göre daha liberal bir çizgiyi benimsemişti...
Bunlar geçmişte birebir yaşanmış ve tanıkları hayatta olan olaylar...
Bu tecrübeler, Cumhuriyet Gazetesi’nin kolay kolay farklı tarzlara açık olmadığını gösteriyor...
Bugün ağır topların hafiften ayağa kalktığı bu noktada, İbrahim Yıldız kardeşimin işinin ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum...
Çünkü Cumhuriyet sadece bir gazete değil...
Cumhuriyet bir ideoloji, bir mihrak...
Gazeteden daha fazla bir şey Cumhuriyet...
Reha Muhtar/Vatan