Cumhuriyet yazarından okurlarına veda: Yoruldum ve sıkıldım
Sosyal medyada üç yıl önceki yazısının paylaşıldığını söyleyen Cumhuriyet yazarı Ataol Behramoğlu, "Bunlardan yoruldum ve sıkıldım" diyerek okurlarından uzun bir süre izin istedi.
Cumhuriyet yazarı Ataol Behramoğlu 24 Haziran'daki seçim sonuçlarını değerlendirdiği yazısında, "Hayal kırıklığına uğradığını" söyledi. Behramoğlu, HDP'nin barajı aşması gerektiğini yazılarında açıkça belirttiğini ancak sosyal medyada üç yıl önceki yazısının paylaşıldığını söyleyerek, "Bunlardan yoruldum ve sıkıldım" ifadesini kullandı.
Behramoğlu, başka çalışmalarına yoğunlaşabilmek için, okurlarımdan "uzun bir süre" izin istedi. Cumhuriyet yazarının "Seçim sonrasında" başlığıyla (7 Temmuz 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Kazananın dışındaki cumhurbaşkanı adaylarının oyları toplandığında 23.737.844 ediyor.
Kazanan 25.330.823 oy aldığına göre, arada yaklaşık iki buçuk milyonluk bir fark söz konusu.
Yani öteki adaylar tek bir kişi üzerinde de anlaşsalar iki buçuk milyon eksikleri var.
Bu arada Muharrem İnce, Tayyip Erdoğan’la aralarında 10 milyonluk fark olduğunu söylerken gerçeği dile getiriyor.
İnce’nin oyu 15.340.321 olduğuna göre, neredeyse milimi milimine on milyonluk bir fark bu.
***
İşin bir yanı böyle.
Gelelim öteki yanına…
En yakın rakibinden on milyon fazla oy almış olsa da, toplam oylar bakımından Tayyip Erdoğan büyük sayılamayacak bir oy farkıyla ikinci tura kalmaktan kurtuldu.
İkinci tur gerçekleşse sonuç ne olurdu?
Şu anda bu konuda tahmin yürütmenin bence pek bir önemi ve anlamı yok.
Fakat şu soru bütün önemi ve anlamıyla karşımızdadır:
Toplumun yüzde ellisinin biraz üstünde bir oy desteğiyle (rakiplerinin aldığı toplam oyun iki buçuk milyon fazlasıyla) başkan seçilmiş olan kişi 80 küsur milyonluk bir ülkenin yönetim sistemini, bu demektir ki kaderini, bugününün ve geleceğinin yönünü kökten değiştirmeye ne ölçüde hak sahibidir?
Tabii bu toplumun demokrasi ve evrensel hukuk ilkelerine göre yönetilmekte olduğu ve yönetileceği iddia edilmekteyse…
***
Her kesimden insanımızın içinde yükselen umut ve beklenti, haklı bir umut ve beklentiydi.
Bu umudu sağdan ya da soldan küçümsemeye kalkmak, en azından toplumdan habersizliktir.
Sağ kendince gerekeni yapıyor. Sola söyleyeceğim ise bu kafayla ileriye doğru bir milim yol alınamayacağıdır.
Umut ve beklentiler haklıydı, fakat yenilgi de bir olasılıktı kuşkusuz.
Kendi payıma ben, yenilgiden daha çok, sanıyorum milyonlarca seçmen gibi desteklediğim adaydan ve partisinden seçim gününde ve gecesinde beklediğim daha tutarlı, daha aydınlatıcı, daha enerjik tutumu ve tavrı göremeyişle hayal kırıklığı yaşadım.
Ardından da alışılageldik parti içi çekişme sahneleriyle karşılaştık. Böyle bir aceleciliğin ne söz konusu partiye, ne yönetimi değiştirme çabasındakilere, ne de ülkemize iyilik getireceği kanısındayım.
***
İyi Parti başkanından da doyurucu, inandırıcı bir ses çıkmadı…
Buna karşılık partisinden AKP’ye katılımlar olabileceği yönünde işaretler geliyor.
Baskılar karşısında kararlı duruşuna ve lideri olduğu hareketin bir merkez parti gereksinimini karşılama potansiyeline verdiğim, bana nice hakaretlere yol açan ve şimdi belki yine açabilecek olan desteğimi henüz çekmiyorum…
Fakat bunu da ikinci bir hayal kırıklığı olarak not ediyorum.
***
Ülkemiz, insanlarımızın birbirini ciddi olarak dinleyip anlama gereğini duymadığı bireysel ve kabilesel bir çıkar ve sövgü sarmalında…
Bu konuda ben payıma düşenleri fazlasıyla alanlardanım.
Yukarıda sözünü ettiğim hakaret ve eleştiriler, sol olarak tanımlanabilecek çevrelerle AKP yandaşlarından gelenlerdi…
Seçim gecesi erken bir zafer ilanına ilişkin söylediğim birkaç söz ise bu kez solun yeminli düşmanlarının, kimileri olasıdır ki kiralık ağızların ağır hakaret ve saldırılarına yol açtı.
***
Bunların yanı sıra bir de HDP konusu var.
Üç yıl önceki bir yazımda HDP’ye niye oy vereyim diye sormuş ve bu parti yandaşlarının genellikle eleştiri sınırlarını aşan hoşnutsuzluğuyla karşılaşmıştım.
Bu seçim ise sonuçları bakımından tamamen farklıydı. HDP barajı mutlaka aşmalıydı ve bunu yazılarımda birkaç kez açıkça belirttim. Buna karşın üç yıl önceki yazım şimdi yazılmış gibi sosyal medyada paylaşıldı.
Açıkçası bütün bunlardan yoruldum ve sıkıldım.
Köşe yazarlığı da bunun içinde.
Başka çalışmalarımda da yoğunlaşabilmek için, okurlarımdan uzun bir süre, şimdilik bütün bir yaz için izin istiyorum…
Behramoğlu, başka çalışmalarına yoğunlaşabilmek için, okurlarımdan "uzun bir süre" izin istedi. Cumhuriyet yazarının "Seçim sonrasında" başlığıyla (7 Temmuz 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Kazananın dışındaki cumhurbaşkanı adaylarının oyları toplandığında 23.737.844 ediyor.
Kazanan 25.330.823 oy aldığına göre, arada yaklaşık iki buçuk milyonluk bir fark söz konusu.
Yani öteki adaylar tek bir kişi üzerinde de anlaşsalar iki buçuk milyon eksikleri var.
Bu arada Muharrem İnce, Tayyip Erdoğan’la aralarında 10 milyonluk fark olduğunu söylerken gerçeği dile getiriyor.
İnce’nin oyu 15.340.321 olduğuna göre, neredeyse milimi milimine on milyonluk bir fark bu.
***
İşin bir yanı böyle.
Gelelim öteki yanına…
En yakın rakibinden on milyon fazla oy almış olsa da, toplam oylar bakımından Tayyip Erdoğan büyük sayılamayacak bir oy farkıyla ikinci tura kalmaktan kurtuldu.
İkinci tur gerçekleşse sonuç ne olurdu?
Şu anda bu konuda tahmin yürütmenin bence pek bir önemi ve anlamı yok.
Fakat şu soru bütün önemi ve anlamıyla karşımızdadır:
Toplumun yüzde ellisinin biraz üstünde bir oy desteğiyle (rakiplerinin aldığı toplam oyun iki buçuk milyon fazlasıyla) başkan seçilmiş olan kişi 80 küsur milyonluk bir ülkenin yönetim sistemini, bu demektir ki kaderini, bugününün ve geleceğinin yönünü kökten değiştirmeye ne ölçüde hak sahibidir?
Tabii bu toplumun demokrasi ve evrensel hukuk ilkelerine göre yönetilmekte olduğu ve yönetileceği iddia edilmekteyse…
***
Her kesimden insanımızın içinde yükselen umut ve beklenti, haklı bir umut ve beklentiydi.
Bu umudu sağdan ya da soldan küçümsemeye kalkmak, en azından toplumdan habersizliktir.
Sağ kendince gerekeni yapıyor. Sola söyleyeceğim ise bu kafayla ileriye doğru bir milim yol alınamayacağıdır.
Umut ve beklentiler haklıydı, fakat yenilgi de bir olasılıktı kuşkusuz.
Kendi payıma ben, yenilgiden daha çok, sanıyorum milyonlarca seçmen gibi desteklediğim adaydan ve partisinden seçim gününde ve gecesinde beklediğim daha tutarlı, daha aydınlatıcı, daha enerjik tutumu ve tavrı göremeyişle hayal kırıklığı yaşadım.
Ardından da alışılageldik parti içi çekişme sahneleriyle karşılaştık. Böyle bir aceleciliğin ne söz konusu partiye, ne yönetimi değiştirme çabasındakilere, ne de ülkemize iyilik getireceği kanısındayım.
***
İyi Parti başkanından da doyurucu, inandırıcı bir ses çıkmadı…
Buna karşılık partisinden AKP’ye katılımlar olabileceği yönünde işaretler geliyor.
Baskılar karşısında kararlı duruşuna ve lideri olduğu hareketin bir merkez parti gereksinimini karşılama potansiyeline verdiğim, bana nice hakaretlere yol açan ve şimdi belki yine açabilecek olan desteğimi henüz çekmiyorum…
Fakat bunu da ikinci bir hayal kırıklığı olarak not ediyorum.
***
Ülkemiz, insanlarımızın birbirini ciddi olarak dinleyip anlama gereğini duymadığı bireysel ve kabilesel bir çıkar ve sövgü sarmalında…
Bu konuda ben payıma düşenleri fazlasıyla alanlardanım.
Yukarıda sözünü ettiğim hakaret ve eleştiriler, sol olarak tanımlanabilecek çevrelerle AKP yandaşlarından gelenlerdi…
Seçim gecesi erken bir zafer ilanına ilişkin söylediğim birkaç söz ise bu kez solun yeminli düşmanlarının, kimileri olasıdır ki kiralık ağızların ağır hakaret ve saldırılarına yol açtı.
***
Bunların yanı sıra bir de HDP konusu var.
Üç yıl önceki bir yazımda HDP’ye niye oy vereyim diye sormuş ve bu parti yandaşlarının genellikle eleştiri sınırlarını aşan hoşnutsuzluğuyla karşılaşmıştım.
Bu seçim ise sonuçları bakımından tamamen farklıydı. HDP barajı mutlaka aşmalıydı ve bunu yazılarımda birkaç kez açıkça belirttim. Buna karşın üç yıl önceki yazım şimdi yazılmış gibi sosyal medyada paylaşıldı.
Açıkçası bütün bunlardan yoruldum ve sıkıldım.
Köşe yazarlığı da bunun içinde.
Başka çalışmalarımda da yoğunlaşabilmek için, okurlarımdan uzun bir süre, şimdilik bütün bir yaz için izin istiyorum…