CUMHURİYET YAZARINDAN FEHMİ KORU'YA BÜYÜME DERSLERİ!

Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Sönmez "faydası olur mu bilmem" dedi ve Koru'ya büyüme dersleri verdi.

15 Aralık tarihli Star’da Fehmi Koru şöyle yazmış, “… rekor büyüme ve rekor ihracat rakamına ne diyeceğiz? … Ekonomi yazarları, siyasi yorumcular, sosyal alan gözlemcileri, Türkiye dünden daha iyi olduğu, halkı da geleceğe daha umutla bakabildiği halde, gördükleri tablodan neden rahatsızlar? Galiba sorun, rahatsızlık duyanların ideolojik kimliklerinden kaynaklanıyor… Mağlubiyetlerini kabul edemiyor, gözlerden saklamak için gerçekleri tersine çeviriyorlar...”

Fehmi Koru’nun, ekonomiyi doğru değerlendirebilmesi için öncelikle iktidar ile bu kadar organik ilişkisinin olmaması gerekirdi. Bu organiklik, onu baştan olgulara objektif bakmaktan alıkoyuyor. Ama böyle bir yandaşlıktan malul olmasa da, yazdıklarından, ekonomik göstergeleri doğru okuyamadığı anlaşılıyor. Faydası olur mu bilmem, ama Fehmi Koru’nun bazı “büyüme dersleri”ne ihtiyacı var.

1- Koru, büyümenin niteliğinin sorgulanmasından yakınıyor. Oysa bilmiyor ki, ekonomik büyümenin niceliği kadar, niteliği de önemlidir. Büyümenin kaynağı, sürdürülebilirliği, paylaşımı, istihdama, refaha yansıması… Büyüme bütün bu boyutlarıyla değerlendirilmelidir. Türkiye’nin büyüme modeli, sürdürülebilir değil, çünkü dış kaynağa bağımlı. Ekonomi, sıcak para, yabancı sermaye ve dış borç olmaz ise dönemiyor. Dış kaynak girsin diye, faiz yüksek, döviz kuru düşük tutuluyor. Bu da ülkeyi kırılgan hale getiriyor, yoksullaştırıyor. Dış borç tutarı şimdiden 310 milyar dolar ve üçte ikisi özel sektörün (Kaynak: Hazine Müsteşarlığı).

2- Koru, ihracattaki rekordan söz ediyor ama ihracat madalyonunun öteki yüzünün ithalat olduğu aklına gelmiyor. Bu yılın ilk 10 ayında ihracat 111 milyar dolar ama ithalat 201 milyar dolar. Yani dış ticaret açığı 90 milyar dolar. İhracatın boyu, ithalatın ancak yüzde 55’ine yetişiyor (Kaynak: TÜİK, 20.11.2011 tarihli bülten). Büyüme, ihracata değil, ithalata dayalı.

3- Yere göğe sığdırılamayan büyüme, cari açık rekoru ile el ele gidiyor ve dünyayı ayağa kaldıran da bu. Dünyada 80 milyar dolara dayanmış, milli gelire oranı yüzde 10’u geçmiş bir cari (döviz) açığa sahip ülke yok (Kaynak: TCMB ve IMF). Bu cari açık yüzünden Financial Times, (14 Aralık) aşırı ısınmadan dolayı herkesi uyarıyor, Fitch, S&P gibi değerlendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu arttırmıyor, yatırımcılara alarm gönderiyor.

4- Dış kaynağa bağımlı, dış borçlanmayı hızlandıran, ihracattan çok ithalata dayanan bu kırılgan büyümenin bölüşüm ayağı da sakat. OECD’nin son araştırmasına göre, Şili ve Meksika ile birlikte Türkiye, dünyanın en adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkesi (Kaynak: OECD, Divided We Stand: Why Inequality Keeps Rising, 2011). Bu modelde enflasyon yüzde 10’a tırmandı, ama ücret-maaş artışları yüzde 5-6’da tutuluyor. Yoksullaşma büyüyor.

5- Bu tarz büyüme yeterli istihdam da yaratmıyor. Resmi işsizlik yüzde 9’a düşmüş görünse de gerçekte, tarımda istihdam şişirildiği için böyle. İğreti çalışanlar ve ümidini yitirmiş olanlarla birlikte gerçek işsiz sayısını AB İstatistik Ofisi yüzde 17 olarak saptamış durumda ve Türkiye’yi Avrupa’nın işsizliği en yüksek ilk 3 ülkesi arasında gösteriyor (Eurostate, Issue Number 56/2011). Genç işsizliği yüzde 18’i aştı, en az lise diploması olan okumuş işsizlerin sayısı 1 milyon 100 bin (TÜİK, 15 Aralık tarihli bülten).

6- Bu büyüme ile gerçekleştirilmiş görünen “denk bütçe” ve düşük kamu borç yükü olumlu görüntüsü bile esasta ağır bir adaletsizliğe dayanıyor. Vergilerin yüzde 70’i dolaylı, doğrudan vergileri de ücretliler ödüyor. Doludizgin özelleştirmelerle bütçe açığı kapatılıyor, İşsizlik Fonu bile bu amaçla kullanılıyor. Bütçe harcamalarında adaletsizlik hâkim, sosyal harcamalar sürekli azaltılıyor.

***

Ekonomik büyümeyi sorguladığı gibi, insan, kendi “büyümesi”ni de sorgulamalı. Mesela demeli ki, “Büyüyorum, ama bağımsız mı büyüyorum, yoksa muktedirlere göbekten bağımlı mı büyümem?”

Mesela sormalı, “Büyüyorum, ama adalet duygularım da gelişiyor mu? Çocukların, gençlerin, kadınların, güçsüzlerin, yoksulların, ötekileştirilmişlerin hak ve hukukundan mı yanayım, muktedir azınlıklardan, varlıklılardan yana mı?”…

Mesela sormalı, “Büyürken belli bir güçlü azınlığın, çevreyi, doğayı, kenti tahrip etmesine karşı durabiliyor muyum, zulme, haksızlıklara, farklı kimliklere, düşüncelere tahammülsüzlere sesimi çıkarabiliyor muyum? Aklımı, kalemimi zulme karşı kullanabiliyor muyum?”

Değil mi ama? İnsan, kendi büyümesini sorgulamayı da bilmeli