Cumhuriyet Okur Temsilcisi'nden ayrılık mesajı: Belki bu sondan bir önceki yazıdır!
Cumhuriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Güray Öz yazısında "Haydi Abbas gitme vakti. Belki bu sondan bir önceki yazıdır” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Güray Öz, gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı’nın yönetimini üstlenmek isteyen ve aralarında İnan Kıraç, Mustafa Balbay ve Alev Coşkun’un da bulunduğu ekibi hedef alan bir yazı yazdı.
İsim vermediği yazıda, kendisinin de ceza aldığı Cumhuriyet davasında asıl hükmü verenin “şimdi kapıyı çalan hırsı boyundan büyükler” olduğunu belirten Öz, “Haydi Abbas gitme vakti. Belki bu sondan bir önceki yazıdır” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet yöneticilerinin hapsedildiği ve ağır cezalara çarptırıldığı davada, Alev Coşkun ile İnan Kıraç iddia makamının tanıkları arasında ifade vermişler, savcılık Balbay’ın açıklamalarını iddialarının dayanakları arasında göstermişti.
Öz'ün "Sondan bir önceki" başlıklı yazısı şöyle:
Belki de bu sondan bir öncekidir. Bu köhneleştikçe parıltısı artan kenti bırakıp gitmeye hazırsın. Eninde sonunda döneceğin kentin bu kent, sokakların bu sokaklar olduğunu da biliyorsun. Ama insanoğlunun insan olmaktan gelen mecburiyetleri vardır. Gecenin bir vaktinde milyonlarca yıl ötelerden gelen ışığa bugünün ışığıymış gibi bakıp, bugünü anladığını söylemek olur mu?
Bizim geçmişimiz olabilir mi gerçekten o ışık.
***
O çok ama çok uzaklardan gelen ışık bizim başımızdaki aylamız, halimiz, geleceğimizdir. İşte tam da bu nedenle, tam zamanıdır çekip gitmenin; çünkü alametler belirdi, çünkü iki yıldan sekiz yıla giydiğiniz hükmün anlamını başka nasıl anlayacaksınız. Gerçekte o hükmü veren, şimdi kapıyı çalan hırsı boyundan büyük olan değil mi? Demek ki vakit tamamdır; “gayrı uzatmansözü... verin ki basak bağrına mührümüzü...” demenin zamanı yani.
***
Bu yazı, ihtimal, bu köşede sondan bir öncekidir. Çünkü ödenecek bedel çoğu zaman aynı kaptan su içmemektir, çünkü boyun eğmek insanı insan olmaktan çıkarır. “Sen geldiysen ben giderim ey kendi mahkemesinin önünde hırs bürümüş, takallüs etmiş çehresiyle konuşan adam” demeyeceksek hayat nedir ki? “Işık sana değil bana; çünkü o ışık milyonlarca uzaktaki geçmişten gelip bir damla bile ışımaz senin yüzünde” demeyeceksek.
***
Kenti bırakıp gitmeye hazırım; biliyorum, eninde sonunda bu kentin sokaklarına, insanların kendileri gibi oldukları, özgürce dolaştıkları meydanlarına döneceğim. Bilir misiniz, Kemalist, vatanı kurtarmanın haklı gururuyla bir köşeden üzerinde siyah takım elbisesiyle gelirdi; sosyal demokrat, anlatmaya çabalardı başka bir köşede seçimi bu kez nasıl kazanacağını; Marksist komünist, yılgınlıktan kurtulmanın serbest kürsüsü gibi baktığı sayfayı usulca katlayıp koyardı cebine; liberal bile sokağın yetersiz ışığında günaha batmış suratıyla sessizce açılan kapıdan usulca sızmayı denerdi.
***
“Haydi Abbas vakit tamam/ akşam diyordun işte oldu akşam” dedi şair; tamamsa tamamdır. Eski ustalardan biri de “terk etmeyi bilmeyenler geri dönemezler” demişti. Öyleyse at kâğıdın altına imzanı da üzülme geride kalanlar için; ki içlerinde sevdiklerin, yüzüne baka baka çaresizliğin kekre şarabını içenler, yüreklerinde mecburiyetin bukağısıyla gökyüzüne bakanlar, pencereden mezarlığın yeşilini ıslık çalarak seyredenler var; ama hepsi de geride kalabilir, gitme vaktidir, haydi Abbas vakit tamam.
***
Belki de bu sondan bir önceki yazıdır; sonuncusunda büyük bir ciddiyetle toplama çıkarmayı yapar, hesabı keser, daha ağır, daha dökümlü bir alacak verecek hesabını koyarsın utanması kıt olanların önüne. Ama şimdi okurlarla konuşma zamanıdır; onlara geri döndüğünde nasıl haber vereceksin; gittiğin, gezdiğin, gördüğün yerlerden toplayıp getireceklerin neler olacak, ne arayacaksın oralarda, burada kalanı korumalarını isteyecek yüzün varsa, ki var olduğunu umuyorsun, nasıl isteyeceksin okurlarından. Gördün mü, bir yığın soru işte.
***
Şimdi sakın havaya girme; yüksek bir mahkemenin önünde hep alıştığın gibi “tarih bizi aklayacaktır” gibi parlak nutuklar atma. Zaten aklanmıştınız aldığınız hükümle; o mahkeme de bildiğin gibi, kaçtı unuttun bile numarasını, bir mahkemeydi. Tuhaf olan, o mahkeme değil, gecenin karanlığında seçemediğin, yalnızca gözleri parlayan bir kara kediye benzeyendi; suret-i haktan sözlerle bir taşla hepsini almak isteyen müfteriydi. “Koca koca adamlar” diye gülmüştünüz ya hani, işte onlar.
***
Her neyse, büyük ihtimal sondan bir öncekidir bu. Sonuncusunda anlatırsın anlamak ve anlatmak istediklerini, haydi Abbas toplan artık... vakit tamam...
İsim vermediği yazıda, kendisinin de ceza aldığı Cumhuriyet davasında asıl hükmü verenin “şimdi kapıyı çalan hırsı boyundan büyükler” olduğunu belirten Öz, “Haydi Abbas gitme vakti. Belki bu sondan bir önceki yazıdır” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet yöneticilerinin hapsedildiği ve ağır cezalara çarptırıldığı davada, Alev Coşkun ile İnan Kıraç iddia makamının tanıkları arasında ifade vermişler, savcılık Balbay’ın açıklamalarını iddialarının dayanakları arasında göstermişti.
Öz'ün "Sondan bir önceki" başlıklı yazısı şöyle:
Belki de bu sondan bir öncekidir. Bu köhneleştikçe parıltısı artan kenti bırakıp gitmeye hazırsın. Eninde sonunda döneceğin kentin bu kent, sokakların bu sokaklar olduğunu da biliyorsun. Ama insanoğlunun insan olmaktan gelen mecburiyetleri vardır. Gecenin bir vaktinde milyonlarca yıl ötelerden gelen ışığa bugünün ışığıymış gibi bakıp, bugünü anladığını söylemek olur mu?
Bizim geçmişimiz olabilir mi gerçekten o ışık.
***
O çok ama çok uzaklardan gelen ışık bizim başımızdaki aylamız, halimiz, geleceğimizdir. İşte tam da bu nedenle, tam zamanıdır çekip gitmenin; çünkü alametler belirdi, çünkü iki yıldan sekiz yıla giydiğiniz hükmün anlamını başka nasıl anlayacaksınız. Gerçekte o hükmü veren, şimdi kapıyı çalan hırsı boyundan büyük olan değil mi? Demek ki vakit tamamdır; “gayrı uzatmansözü... verin ki basak bağrına mührümüzü...” demenin zamanı yani.
***
Bu yazı, ihtimal, bu köşede sondan bir öncekidir. Çünkü ödenecek bedel çoğu zaman aynı kaptan su içmemektir, çünkü boyun eğmek insanı insan olmaktan çıkarır. “Sen geldiysen ben giderim ey kendi mahkemesinin önünde hırs bürümüş, takallüs etmiş çehresiyle konuşan adam” demeyeceksek hayat nedir ki? “Işık sana değil bana; çünkü o ışık milyonlarca uzaktaki geçmişten gelip bir damla bile ışımaz senin yüzünde” demeyeceksek.
***
Kenti bırakıp gitmeye hazırım; biliyorum, eninde sonunda bu kentin sokaklarına, insanların kendileri gibi oldukları, özgürce dolaştıkları meydanlarına döneceğim. Bilir misiniz, Kemalist, vatanı kurtarmanın haklı gururuyla bir köşeden üzerinde siyah takım elbisesiyle gelirdi; sosyal demokrat, anlatmaya çabalardı başka bir köşede seçimi bu kez nasıl kazanacağını; Marksist komünist, yılgınlıktan kurtulmanın serbest kürsüsü gibi baktığı sayfayı usulca katlayıp koyardı cebine; liberal bile sokağın yetersiz ışığında günaha batmış suratıyla sessizce açılan kapıdan usulca sızmayı denerdi.
***
“Haydi Abbas vakit tamam/ akşam diyordun işte oldu akşam” dedi şair; tamamsa tamamdır. Eski ustalardan biri de “terk etmeyi bilmeyenler geri dönemezler” demişti. Öyleyse at kâğıdın altına imzanı da üzülme geride kalanlar için; ki içlerinde sevdiklerin, yüzüne baka baka çaresizliğin kekre şarabını içenler, yüreklerinde mecburiyetin bukağısıyla gökyüzüne bakanlar, pencereden mezarlığın yeşilini ıslık çalarak seyredenler var; ama hepsi de geride kalabilir, gitme vaktidir, haydi Abbas vakit tamam.
***
Belki de bu sondan bir önceki yazıdır; sonuncusunda büyük bir ciddiyetle toplama çıkarmayı yapar, hesabı keser, daha ağır, daha dökümlü bir alacak verecek hesabını koyarsın utanması kıt olanların önüne. Ama şimdi okurlarla konuşma zamanıdır; onlara geri döndüğünde nasıl haber vereceksin; gittiğin, gezdiğin, gördüğün yerlerden toplayıp getireceklerin neler olacak, ne arayacaksın oralarda, burada kalanı korumalarını isteyecek yüzün varsa, ki var olduğunu umuyorsun, nasıl isteyeceksin okurlarından. Gördün mü, bir yığın soru işte.
***
Şimdi sakın havaya girme; yüksek bir mahkemenin önünde hep alıştığın gibi “tarih bizi aklayacaktır” gibi parlak nutuklar atma. Zaten aklanmıştınız aldığınız hükümle; o mahkeme de bildiğin gibi, kaçtı unuttun bile numarasını, bir mahkemeydi. Tuhaf olan, o mahkeme değil, gecenin karanlığında seçemediğin, yalnızca gözleri parlayan bir kara kediye benzeyendi; suret-i haktan sözlerle bir taşla hepsini almak isteyen müfteriydi. “Koca koca adamlar” diye gülmüştünüz ya hani, işte onlar.
***
Her neyse, büyük ihtimal sondan bir öncekidir bu. Sonuncusunda anlatırsın anlamak ve anlatmak istediklerini, haydi Abbas toplan artık... vakit tamam...