CUMHURİYET KİMİNLE FLÖRTTE!..GAZETE,HÜRRİYET'TEN SABAH'A GEÇEN,SONRA DA İSTİFA EDEN YAZARLA GÖRÜŞÜYOR!..
Cumhuriyet Gazetesi'nin birinci sayfasından verdiği bir "analiz - yorum" yazısı, yeni bir transferin ilk işareti oldu.
Gazete, bir süre önce Hürriyet'ten Sabah'a geçen, ardından ise TMSF'nin gazeteye el koyması sonucu "Sıkıldım" diyerek buradan da istifa eden Murat Bardakçı'nın bir yazısını yayımladı. "Nakşiler 600 yıl sonra iktidarda" başlıklı yazının gazetede yer alması ve birinci sayfadan duyurulması, "Bardakçı Cumhuriyet'e mi geçiyor?" sorularını gündeme getirdi.
Gazete ile Bardakçı arasında yaşanan bu flörtün, nasıl sonuçlanacağı önümüzdeki günlerde belli olacak.
MURAT BARDAKÇI NE YAZDI?
İktidar mücadelesi
Nakşilerin 600 yıl sonra gelen zaferi
MURAT BARDAKÇI
22 Temmuz seçimlerinin ve seçimlerden sonra Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na gelmesinin, üzerinde pek fazla durulmamış olan en önemli sonuçlarından biri, altı asırdır var olan ve Türkiye'de imparatorluk döneminden başlayarak son iki yüzyıldan bu yana iktidar mücadelesi sürdüren bir hareketin, Nakşibendiliğin bu mücadeleyi kazanarak devlete -ordu dışında- resmen hâkim olmasıdır.
1389'da Buhara'nın köylerinden Kasr-ı Arifan'da doğan bir Türk olan Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşibend'in Orta Asya'da kurduğu Nakşibendilik, aslında tam bir Türk tarikatı idi ve Araplıkla, Arap gelenekleriyle bir ilişkisi yoktu. Orta Asya'da başlayıp filizlenen bu düşünce sistemi zamanla Ortadoğu ile Anadolu'yu da etkiledi, ama yaklaşık 500 yıl boyunca bir tasavvuf sistemi olarak kaldı ve siyasal alanda faaliyet göstermedi. Varlığını halk arasında ve kendine mahsus ritüellerle devam ettirdi.
Nakşibendiliğin siyasal zemine kayması, 1770'lerin sonuna doğru Süleymaniye'de doğup Bağdat'ta ve Hindistan'da okuyan Mevlana Halid'in kurduğu ve Nakşibendiliğin bir branşı olan "Halidiyye" kolunun çabalarıyla başladı. Halidilik, Şam'a yerleşen ve ahirete yönelik ibadetlerin yanı sıra dünyevi hayatın ve iktidarın da kontrol altında tutulmasını öngören Mevlana Halid'in dört bir yana gönderdiği halifelerinin faaliyetleri sayesinde hemen her kesimden müride sahip oldu. Müridler arasında, önde gelen bazı devlet adamları da vardı.
Halidiliğin dünyevi iktidarı da elde etme amacı güttüğünü, ilk önce zamanın hükümdarı İkinci Mahmud fark etti. Başkent İstanbul'da tarikatı yaymaya çalışan Halidiler sıkı bir kontrol altına alındılar ve daha sonra Mevlana Halid'in gönderdiği halifelerle birlikte başkentten sınır dışı edilerek Şam'a geri yollandılar. Nakşi-Halidi hareketin güç kazanma mücadelesi, İkinci Mahmud'un aldığı bu tedbirlere rağmen Cumhuriyet dönemine kadar durmadan devam etti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 30 Kasım 1925'te kabul ettiği 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra tarikatlar, şeyhlerin veya önde gelen müritlerin evlerine yahut temin edilen başka mekânlara taşındılar, bir anlamda yeraltına indiler ve faaliyetlerinde hiçbir değişiklik olmadı. Devlet ise, tarikatlara karşı iki farklı uygulamada bulundu: Hemen bütün tarikatlar gözetim altında tutuldu, bu arada birçoğunun faaliyetine göz bile yumuldu, hatta bazılarına kültürel kimliklerinden dolayı destek bile verildi ama.. sadece tek bir tarikat, Nakşibendilik ve özellikle de Halidiyye kolu sıkı bir takibe uğradı. Zira diğer tarikatların aksine dünyevi iktidara, yani devlete iktidar rakibi olan tek tarikat Nakşi-Halidi doktrindi.
Osmanlı'nın yanı sıra Cumhuriyet döneminde de devletle çatışmaya giren dini grupların hemen tamamı, Nakşi doktrinden kaynaklanan görüşlere mensuptu. Devrim yıllarında şapkaya karşı başlayan ha
Gazete ile Bardakçı arasında yaşanan bu flörtün, nasıl sonuçlanacağı önümüzdeki günlerde belli olacak.
MURAT BARDAKÇI NE YAZDI?
İktidar mücadelesi
Nakşilerin 600 yıl sonra gelen zaferi
MURAT BARDAKÇI
22 Temmuz seçimlerinin ve seçimlerden sonra Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na gelmesinin, üzerinde pek fazla durulmamış olan en önemli sonuçlarından biri, altı asırdır var olan ve Türkiye'de imparatorluk döneminden başlayarak son iki yüzyıldan bu yana iktidar mücadelesi sürdüren bir hareketin, Nakşibendiliğin bu mücadeleyi kazanarak devlete -ordu dışında- resmen hâkim olmasıdır.
1389'da Buhara'nın köylerinden Kasr-ı Arifan'da doğan bir Türk olan Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşibend'in Orta Asya'da kurduğu Nakşibendilik, aslında tam bir Türk tarikatı idi ve Araplıkla, Arap gelenekleriyle bir ilişkisi yoktu. Orta Asya'da başlayıp filizlenen bu düşünce sistemi zamanla Ortadoğu ile Anadolu'yu da etkiledi, ama yaklaşık 500 yıl boyunca bir tasavvuf sistemi olarak kaldı ve siyasal alanda faaliyet göstermedi. Varlığını halk arasında ve kendine mahsus ritüellerle devam ettirdi.
Nakşibendiliğin siyasal zemine kayması, 1770'lerin sonuna doğru Süleymaniye'de doğup Bağdat'ta ve Hindistan'da okuyan Mevlana Halid'in kurduğu ve Nakşibendiliğin bir branşı olan "Halidiyye" kolunun çabalarıyla başladı. Halidilik, Şam'a yerleşen ve ahirete yönelik ibadetlerin yanı sıra dünyevi hayatın ve iktidarın da kontrol altında tutulmasını öngören Mevlana Halid'in dört bir yana gönderdiği halifelerinin faaliyetleri sayesinde hemen her kesimden müride sahip oldu. Müridler arasında, önde gelen bazı devlet adamları da vardı.
Halidiliğin dünyevi iktidarı da elde etme amacı güttüğünü, ilk önce zamanın hükümdarı İkinci Mahmud fark etti. Başkent İstanbul'da tarikatı yaymaya çalışan Halidiler sıkı bir kontrol altına alındılar ve daha sonra Mevlana Halid'in gönderdiği halifelerle birlikte başkentten sınır dışı edilerek Şam'a geri yollandılar. Nakşi-Halidi hareketin güç kazanma mücadelesi, İkinci Mahmud'un aldığı bu tedbirlere rağmen Cumhuriyet dönemine kadar durmadan devam etti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 30 Kasım 1925'te kabul ettiği 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra tarikatlar, şeyhlerin veya önde gelen müritlerin evlerine yahut temin edilen başka mekânlara taşındılar, bir anlamda yeraltına indiler ve faaliyetlerinde hiçbir değişiklik olmadı. Devlet ise, tarikatlara karşı iki farklı uygulamada bulundu: Hemen bütün tarikatlar gözetim altında tutuldu, bu arada birçoğunun faaliyetine göz bile yumuldu, hatta bazılarına kültürel kimliklerinden dolayı destek bile verildi ama.. sadece tek bir tarikat, Nakşibendilik ve özellikle de Halidiyye kolu sıkı bir takibe uğradı. Zira diğer tarikatların aksine dünyevi iktidara, yani devlete iktidar rakibi olan tek tarikat Nakşi-Halidi doktrindi.
Osmanlı'nın yanı sıra Cumhuriyet döneminde de devletle çatışmaya giren dini grupların hemen tamamı, Nakşi doktrinden kaynaklanan görüşlere mensuptu. Devrim yıllarında şapkaya karşı başlayan ha