CUMHURİYET GAZETESİ'NDE ŞOK AYRILIK!..KÖŞE YAZISI SANSÜRLENEN HANGİ YAZAR GAZETEYLE YOLLARINI AYIRARAK BAŞKA BİR GAZETEYLE ANLAŞTI?..

İşte Cumhuriyet'in sansürlediği o yazar ve o yazı... İŞTE AYRINTILAR..

Cumhuriyet yazarı Enver Aysever'in gazetesi tarafından sansürlendiği ortaya çıktı. .


Aysever,syktürk.com.tr'de bugün yayınlanan yazısında Cumhuriyet'ten neden ayrıldığını şöyle anlattı:


SANSÜR


Cumhuriyet gazetesini çocukluktan beri tanırım. Okurum demedim. Bilinçli bir söylemdir söz konusu olan.


Bir aile gibi hisseder Cumhuriyet okuru kendini. Ötesi yazarlarını bildiğini düşünür, karşılıksız sever.


Hatalarını, eksiklerini görmezden gelir, bağışlar. Bunu bir anne, bir eş, bir sevgili gibi yapar...


Evden eksik olmayan patırdı kütürtüden üzüntü duyar, dışarı sızmasını engellemek ister. Kol kırılsa bile yen içerde kalsın diye uğraşır... Bundandır ki, gazeteye değin tüm olumsuzlukları göğüsler, kimi zaman yanlışlara ortak olma pahasına savaşımını sürdürür.


Orta ikide ilkin okudum gazetemi. İkinci sayfada çıkan Melih Cevdet yazılarına tutkun oldum hemen. Anadolu´nun ne türden bir uygarlık olduğunu kulağıma fısıldadı. İzini sürmeye başladım. Şiire düştüm, romana, mitosunu aradım Anadolu´nun ve buldum da! O yıllarda başlayan son Kürt isyanının dağladığı yüreklerimizde, Anadolulu olmanın birleştirici heyecanını hissettim.


Dilimizin bağlandığı o günlerde Uğur Mumcu´nun soluk veren yazılarıyla öfkemi dizginledim. Gürleşmesi için çabaladığım sesime, sesti Mumcu! Terazisinin dengesine, liberalizmle hesaplaşmasına hayranlık duydum. Mustafa Ekmekçi´nin sevecen yazılarıyla neşelendim. Edebiyatçı inceliği ve duyarlılığının getirdiği tadı sevdim. Öğle rakılarına belki onun önerisiyle başladım, bilmem ki...


Hıfzı Veldet Velidedeoğlu´nun kişiliğinde cumhuriyet devrimini ne denli önemli, görkemli ve kalıcı olduğunu kavradım... Türkçe denen dilin bütün inceliği, söylemedeki becerisi, varsıllığı ve ötesi giderek gelişkin bir hal almasını örnekleriyle izledim. Yüreğimdeki yazarlık arzusu derinleşti... Tiyatronun öksüzlüğünü Cumhuriyet sayfaları giderdi; operanın, çok sesli müziğin önemini o anlattı bana; edebiyatımızın tüm renklerini ve önemli örneklerini bu gazete temsil etti, duyurdu... Sanatçının, bilim adamının eviydi cumhuriyet... Sanki bir düşman halkıymış gibi davranılan Kürtlerin köylerinin basılmasına isyan edendi Cumhuriyet; bok yedirme, köy yakma olaylarına manşetten itiraz edendi... Sivas´ta yanan canların acısını en derinden hissedendi ve izini süren... Şeriatın ayak seslerini ilk işitendi ve elbet bağımsızlığın yittiğini ilk sezen, bilendi Cumhuriyet...


Ergin Yıldızoğlu, Erinç Yeldan, Deniz Kavukçuoğlu, Şükran Soner, Nilgün Cerrahoğlu ve Ali Sirmen okuduğum, sevdiğim yazarlarından bazıları. Cumhuriyetçilikle solculuğu birleştirmeyi başaran, eşitlikçi dünya özlemini bize duyuran, tahlilleriyle pusula görevi gören isimler bunlar... Gün geldi ekte bile olsa ben de yazmaya başladım Cumhuriyet´te... Elimden geldiğince, dilim döndüğünce demokratik, çoğulcu ve en önemlisi sosyalist dünyaya katkı yapan yazılar yazamaya çabaladım. Milliyetçiliği bayağılığa karşı cephe aldım. Elbet büyük devrimci Mustafa Kemal´i yüreğinde hissedenlerin başındayım. Özellikle kimi sol ve liberallerin Mustafa Kemal´e saldırılarıyla savaşmanın büyük ödev olduğunu düşünürüm.


Diyeceksiniz ki tüm bunları niçin söylüyorsun bize... Pek çok yerde rastlanıldığı gibi, gün geldi, benim de Cumhuriyet´te bir yazım üst yönetime takıldı. Buna sansür denir mi, bilmem. Çünkü gazetenin bir yönetimi var ve kendi anlayışıyla yayın yapmak ister. Ancak anlaşılan o ki, benim Cumhuriyet´imle, bugünkü arasında hayli ideolojik fark var... Olsun... Hasan Cemal´in kin dolu kitabı "Cumhuriyet´i Çok Sevdim"i ağır eleştiren yazılar yazdım, programlar yaptım. Mutfağında bulunduğun gazeteye dair acımasız bir kitap kaleme almak ilk olarak etik açıdan sorgulanmalıdır. Kaldı ki bırakın yazarlarını, okurları bile gün gelir Cumhuriyet´i korumak gerekince susarlar... Diyeceğim; ben zaten Cumhuriyet´le yollarımı ayırmak için İlhan Selçuk Ağabeyden izin almıştım. Dostum İsmail Küçükkaya Akşam´da birlikte çalışmayı önermiş, ben de İlhan Ağabey izin verirse geleceğimi söylemiştim. Yine de bir sabah kalkıp, yazımın konmadığını görünce buruk vedalaşıyorum Cumhuriyet´le... Ama sadece yazarlığıyla...


İŞTE SANSÜRLENEN O YAZI...




Bir Mustafa Kemal Yazısı


Mustafa Kemal´in sabahlara dek süren, içkili, şarkılı, danslı sofraları meşhurdur. Yine böyle bir gecenin sonuna doğru Falih Rıfkı, Mustafa Kemal´e yanaşır ve büyük arzusunu dillendirir:


"Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak..."


Mustafa Kemal ferah, uyanık bir bakışla süzer karşındakini;


"Dün geceyi yazacak mısınız?"


"Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?"


"Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz..."


Anlaşılan Falih Rıfkı bu konuşmayı hiç unutmamış. Mustafa Kemal´den söz ederken, bir insan olduğu gerçeğini öne çıkarmıştır.


M. Kemal´e ilişkin pek çok kitabın yayımlanması, dedikoduyu andıran görüşler öne sürülmesi de doğaldır. Yurttaşları için bir kahraman olan Mustafa Kemal, kimileri için zalim, düşkün yaşam süren biridir. H.C. Armstrong´un ünlü kitabı Bozkurt´un da maksatlı kurgulandığı açıktır. Ancak Türkiye halkının bu kitabı okumasını engellemek ahmaklıktan öte bir şey değildir.


Mustafa Kemal kitabın varlığını işitir ve kitabı getirtir. Mustafa Kemal´in içkiciliğinden abartılı biçimde söz ediliyordur. Ancak, kitabın genelinde, sövgü gibi duran sözler, aslında bir öncünün, bir savaşçının yaşam öyküsünün doğal görüntüsüdür. Nitekim yazar, Mustafa Kemal hakkında, yaşamıyla ilgili ne derse desin, verdiği savaşın gücünü ve önemini azaltacak tek bir söz etmemiştir.


Kitap hakkında bilgileri sonuna dek dinledikten sonra Mustafa Kemal çevresindekilere dönüp;


"Bunun ithalini menetmekle hükümet hataya düşmüş. Adamcağız yaptığımız sefahati eksik yazmış, bu eksiklerini ben ikmal edeyim de kitaba müsaade edilsin ve memlekette okunsun" der.


Kılıç Ali bunun latife olduğundan söz ediyor ancak, Necmettin Sadak, kitabı Akşam gazetesinde tefrika halinde yayımlamış ve "vasiyeti" yerine getirmiştir.


Tarihi, öncesiz ve sonrasız sanmak, tahlil yapan herkes için büyük yanılgı olacaktır. Ayrıca bu durum, içinde bulunduğu koşullardan koparılarak anlatılan kişiye, muhaliflerinin ve düşmanlarının zarar vermesinin önünü açar.


Mustafa Kemal´in cephe süreci tamamlandıktan sonra, asla askeri bir giysiyle görünmemesi, dönemin faşist, tek adamlarından hoşlanmaması, sömürge karşıtı mücadelesinden dolayı Lenin´ e sevgi, saygı beslemesi, önemli ipuçlarıdır.


Mustafa Kemal´in, devrim sürecinde ne büyük bir yalnızlık yaşadığını, dahası mutsuz bir adam olduğunu unutmamak gerekir. Hiçbir tasarımı olmayan, taktik geliştirmemiş bir devrimci kadroyla hareket etmenin ne demek olduğunu düşünmeliyiz...


Öyle bir dönem hayal etmelidir ki kişi, Rumeli´nin de kaybıyla, yoksulluğun kol gezdiği; malın, mülkün, ziynet eşyasının tefecinin eline düştüğü; Atina´daki bankaların, İstanbul´da mal edineceklere sorgusuz kredi verdiği bir süreçtir bu. Kendine güvenini yitirmiş, yazgısına boyun eğen bir halkın yaratıldığı bir süreç...


Yurdun savunması için savaş veren bir komutanın, albay Bekir Sami Bey´in Akhisar´a vardığı zaman gördüğü manzara, ülke insanının ruh halini ve ahlakını ortaya koyar. Askerlik dairesinde tek kişi yoktur. Dahası, askerliğe hevesli kimse de yoktur. Bütün terziler Yunan bayrağı dikmektedir. Halk, Yunan askeri gelirse canının, malının korunacağını düşü- nür.


İşte böyle bir ortamda, sinsi, kurnaz bir ahlakın egemen olduğu bu süreçte, aydınlanma, ulus olma gibi kavramlarla ortaya çıkmıştır Mustafa Kemal. Batılılaşma sürecinin tamamlanmasını, uygar bir dünyaya eklemlenmeyi başarmak için öncülük etmiştir.


Atatürk diktatör müydü?


Bu sorunun yanıtını Falih Rıfkı verir:


"Rejime bakarsanız, evet. Fakat ne mizacı, ne de ideali bakımından diktatörlük inançlısı değildi. Milli kurtuluş için şart saydığı inkılaplarının hürriyet içinde yaşayabileceğine güvenseydi, demokratik savaşçılığın zevklerini feda etmeyeceğine şüphe yoktu."


Düşünüyorum, eğer bir devrimciden söz açıyorsak, karşı devrimi gerçekleştirmek için hayli yol alanlara, çirkin Atatürk heykelleri yaparak koz vermiyor muyuz? Yolsuzluk, arsızlık yapanların "Atatürk´ü sevdiğim için cezalandırılıyorum" söylemlerine hoşgörüyle bakarak, Mustafa Kemal´e ihanet etmiyor muyuz?


İslamcılarla, neo-liberallerle savaşmak zor gelmiyor da, bağnaz, imanlı Atatürkçülerle uğraşmak çok can yakıyor. Alıyorlar ellerine kalemi, yalan yanlış, eksik bilgilerle, taşlaşmış bir Mustafa Kemal portresi sunuyorlar.


Ben Mustafa Kemal´in özgürlüğü simgeleyen devrimciliğini özlüyorum.


Siz Atatürkçüyseniz, ben asla olamam!


Taşlaşmış Atatürk´ün kimseye yararı yok. Belki sadece size, kifayetsizlere...