Cumhurbaşkanı Erdoğan'a verilen gizli dosyada neler var?

Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu bugünkü yazısında, Montrö açıklaması üzerine gözaltına alınan emekli amirallerden Atilla Kezek’in yıllar önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile olan görüşmesinden bahsetti.

Montrö Sözleşmesi ve Tuğamiral Mehmet Sarı'nın “sarık ve cübbe”giydiği fotoğraflar üzerine açıklama yapan 104 emekli amiralden 14'ü hakkında ‘Suç işlemek için anlaşma'dan soruşturma başlatılmıştı. 10'u 6 gün Emniyet'te tutulduktan sonra ifadeleri alınan 14 emekli amiral adli kontrolle bırakılmıştı.

Türkiye Amirallerin bildirisini konuşmaya devam ederken, Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, bugünkü köşesinde, "Erdoğan’ın ‘Bende kalabilir mi’ dediği amiral dosyası" başlıklı dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

"BU BENDE KALABİLİR Mİ"
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı emekli Koramiral Atilla Kezek'le, dönemin Başbakanı Erdoğan arasında geçmişte yapılan görüşmeyi anlatan Terkoğlu, iki ismin neler konuştuğunu Kezek'in kitabından aktardı.

Kezek'in kitabında, kadro ve atamaları mercek altına alıp, kumpasa uğrayan personelle ilgili çalışmayı Erdoğan'a sunduğunu söylediğini belirten Terkoğlu, Kezek'in, "Başbakan, ‘Yan tarafa geçelim’ dedi. Geçtik ve yaptığım çalışmayı masanın üzerine serdim" dediğini belirtti.

Terkoğlu, şunları söyledi:

"Sonuçlarından bakınca, Kezek’in darbeden üç yıl önce, gelmekte olanı Erdoğan’a haber verdiği görülüyor. Devamını Kezek’ten dinleyelim:

'Başbakan yapmış olduğum çalışmayı göstererek ‘Bu bende kalabilir mi’ diye sordu. Ben de bir kopyası olduğu için memnuniyetle kendisine teslim ettim.'”

Kezek'in FETÖ'nün kumpaslarıyla hedef alınınca istifa ettiğini hatırlatan Terkoğlu, Kezek'in, “Yapmış olduğum çalışma tasfiye edilenler üzerinden olduğu için ismen FETÖ’cü diye kimseyi suçlamamıştım. Ancak kritik personel listesinde tasfiye edilenlerin yerlerine gelen ve hiçbir saldırıya maruz kalmayan personelin yüzde doksanı 15 Temmuz kalkışması nedeniyle bugün yargı önünde”sözlerini aktardı.

Barış Terkoğlu'nun yazısı şu şekilde:

"Bir gemi güvertesi. Gözleri bağlı şişman adam diz çökmüş. Karşısındaki dört asker, o an geldiğinde, diz çökmüş adamın kafasına üçer mermi sıktı. Kalabalık kurşuna dizme töreninden memnundu. Candide “Kim” diye sorduğunda kanlar içinde düşenin bir amiral olduğunu öğrenmişti. “Neden” diye sorduğunda aldığı cevap o kadar saçmaydı ki... Voltaire, Candide’de şöyle not etmişti: “Bu ülkede öteki amirallere ders olsun diye ara sıra bir amiral öldürmek âdettendir.”

On yılda ne çok tören yaptık, ne çok amiral öldürdük. Her seferinde yandaşlarımıza ne çok “hurra” dedirttik. Kan ve barut kokusu havada asılıyken doymuş kalabalıkları nasıl da eve gönderdik.

Pazartesi günü, bu köşede hedefe konmuş amirallerin hikâyelerini okudunuz. Yine de eksik kaldı... Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kurmay başkanıyken istifa eden Atilla Kezek’in, o yıllarda, iki kez Erdoğan’la görüştüğünü yazmıştım. Acaba iki kişi neler konuşmuştu?

ERDOĞAN: HÂLÂ KABULLENEMİYORUM
Yanıtını bulmak için Kezek’in kitabı “Dışarıdakiler”i açtım. (Galeati Yayıncılık) Kitapta anlattığına göre, görüşme Kezek’in isteğiyle gerçekleşmiş ve bunda “Kasımpaşalılık” etkili olmuştu:

“Çocukluğumda babamın teyzesi ve ailesi, Kasımpaşa’nın Kulaksız semtinin Sinanpaşa Mahallesi’nde oturuyordu. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi ile aynı mahallede yakın komşuydular. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan beni hatırlamasa da kardeşimi tanıyordu. Kardeşim vasıtasıyla randevu talep ettim.”

“Randevu talebimden kısa bir süre sonra kabul cevabı geldi. Görüşme 1 Mayıs 2012 saat 14.00’te Ankara’da Başbakanlık’ta olacaktı” diyor Kezek. “Oldukça riskli bir işe girişmiştim” diye devam ediyor. Sadece eşi ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Murat Bilgel’e haber verdiğini de ekliyor. (Kezek, Bilgel’in görüşmeye karşı çıktığını, buna rağmen gittiğini de not etmiş.)

FETÖ takibinden kurtulmak için telefonunu kapatıp İstanbul’da bırakan Kezek, tam saatinde Erdoğan’ın odasına girdi:

“Önce mahalle ve akrabalar bilahare Kasımpaşa ve Okmeydanı sohbetinden sonra iş, ziyaretin esas konusuna gelmişti. Konuyla ilgisi olmadığından Başbakan’dan müsaade isteyip kardeşimi görüşme salonundan çıkardım.”

Devamını şöyle aktarıyor:

“Genel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu, başta Deniz Kuvvetleri personeli olmak üzere liyakatli, başarılı personelin hedefe koyularak tasfiye edilmeye çalışıldığını, Balyoz diye bir şeyin olmadığını, başta dijital belgeler olmak üzere, belgelerin sahte olduğunu kendi üslubumla anlatmaya çalıştım.

Deniz Kuvvetleri’nde en önemli muharip görevlerden olan fırkateyn komutanlıklarının doldurulamadığını, bu zafiyeti gidermek için makineci personelin komutan yapılmaya başlandığını anlattım.”

Sohbetin geldiği nokta ne yapılabileceğine kilitlenmiş görünüyor:

“Kendisinin arkadaşlarımızın suçsuzluğunu görüp inandığını belirtmesi halinde her şeyin yoluna gireceğini söylediğimde, bu konuda bir şey söylemesi halinde herkesin ve basının ‘yargıya müdahale’ diye saldırıya geçtiğini söyledi.”

Kezek, bir ayrıntı daha veriyor:

“Bana, ‘Genelkurmay Başkanı’nın tutuklanmasını hâlâ kabullenemiyorum’ demişti. Sanki olanlardan o da rahatsızmış gibi bir izlenim edindim.”

KASIMPAŞALILIK FISILTISI
Kezek’in anlattığına göre, kumpaslar tam gaz devam etti. TSK’de tasfiye davaları sürüyordu. İkinci bir adım attı. Bir kez daha randevu istedi. 20 Temmuz 2013’te Başbakan’ın Dolmabahçe’de kabul edeceği söylendi. Bu kez eşinden başka kimseye haber vermemişti. Yine de içi içini yiyordu:

“Bir taraftan da yaptığımı sorguluyordum. Her zaman iftihar ettiğim, meslek hayatım boyunca her yerde söylediğim Kasımpaşalılığımın o günlerde parmaklıklar arkasında da herkes tarafından olmasa da bir kısım arkadaşım tarafından, fısıltı halinde bir şeylere bağlanmaya çalışıldığını biliyordum.”

Kezek, ikinci karşılamadaki havayı şöyle anlatıyor:

“Başbakan yine ayakta ve oldukça sıcak karşıladı. Oturduk, genel kısa bir sohbetten sonra doğrudan konuya girdim.”

Bu kez daha somut konuşmuştu:

“Olayların zirve yaptığı 2009-2012 yılları arasında Deniz Kuvvetleri’ndeki kadro ve atamaları mercek altına alıp kritik görevlerde bulunan ve kumpasa uğrayan personel ile ilgili bir çalışma yapmıştım.(…) Başbakan, ‘Yan tarafa geçelim’ dedi. Geçtik ve yaptığım çalışmayı masanın üzerine serdim.”

Çalışmanın içeriğini Kezek şöyle özetliyor:

“Kritik görevlerde bulunan muharip personelin yüzde 70’i bir davaya bulaştırılmış ya da hapse atılmıştı. Bir albay veya amiral tutuklanıyor, onun yerine gelen eğer cemaatin adamı değilse o da bir şeylere bulaştırılıyor, bu durum kendi adamları o göreve gelene kadar devam ediyordu.”