"ÇÖPÇÜLER BİLE BU ÜLKEYE FATİH ALTAYLI'DAN DAHA FAZLA HİZMET EDİYOR!"

Taraf yazarı Tuncer Köseoğlu, Gazete Habertürk'ün genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı'yı yerden yere vurdu

Karartma günleri

Bizim oralarda bir laf var: “O kadar çatlak, su kaçırmaz” derler. Bunun devamında ise “taşı delip geçen, suyun şiddeti değil sürekliliğidir” diye söylenir. Aynı gece Afyon’da bir askerî mühimmat deposunda akla ziyan bir patlamayla 25 askerimiz şehit olurken, İzmir’de 58 kaçak göçmenin boğularak ölmesine ne denir bilemedim. Yıllardır yaşadığımız şiddetin sürekliliği devam edince ortada çatlak falan da kalmayıp, her tarafından su almaya başladı memleket. Bu kadar felaketin ardı ardına gelmesi daha başka nasıl izah edilebilir. Felaketler çoğaldıkça karartma çabaları da medyada yankı bulmaya başladı. Bütün bu felaketlerin sorumlusu, olan olayları kıyısından köşesinden az buçuk da olsa veren gazeteler ve televizyonlarmış gibi yansıtılıyor nedense. Bizim ülkede gazetecilik, haberi vermekten çok vermeme üzerine kurulu olduğu için, bu karartma çabalarına kimse karşı çıkmıyor, çıkamıyor. Fatih Altaylı geçen gün köşesinde yazdı. Kendisi dâhil Hürriyet, Zaman ve Star yayın yönetmenleri biraraya gelmiş. Artan terör olaylarını nasıl vereceklerini (karartacaklarını) aralarında konuşmuşlar. Tam deklarasyon yayınlayacakları sırada hükümet oyunbozanlık yapmış. Gaziantep’teki alçak saldırıda hayatlarını kaybeden insanların cenaze törenlerine tam kadro katılarak medyaya fotoğraf vermiş ve haberler büyük çıkmış. Bunu açıkça yazan, bir gazetenin yayın yönetmeni ve gerekçesi de hazır: “vatana hizmet”.

Benim bildiğim yaşadığın ülkeye hizmet ancak ve ancak yaptığın işi iyi yapmakla mümkün olur. Gazeteciler kendilerini çok önemli şahsiyetler sanırlar ama gerçek öyle değildir. Bir çöpçü ile bir gazeteci arasındaki tek fark, çöpçüler işini iyi yaparak yaşadığı yere hizmet ederken, Fatih Altaylı gibiler ise yapmayarak hizmet eder. Bütün bu olup bitenleri, gerçekleri örterek nasıl hizmet edildiğini geçmişte gördük. Doksanlı yıllarda bu karartmalar fazlasıyla yapıldı “Vatana hizmet” adı altında. Sonuç: binlerce köy yakıldı, yıkıldı. Göç ettirildi. Sokak ortasında infazlar yaşandı. Hâlâ cesetleri bulunamayan binlerce faili meçhuller oldu. Bütün bunlara üç maymunu oynayan medya, palazlandı zenginleşti. Vatana hizmetin karşılığını fazlasıyla aldı bu kan gölünden. Biz zamanlar Genel Kurmay Karargâhı’nda ağırlanıp, “vatana hizmet” etmesi istenen gazeteciler, şimdilerde Başbakanlık’ta ağırlanıyorlar. Değişen tek şey ise yer... Bu hizmeti kabul etmeyip gazetecilik yapmak isteyenler ise en ağır suçlamalarla karşı karşıya bırakılıyorlar. “Hıyanet” zaten bizde olağan söz. Çıkarına ters düştü mü ânında suçla “hıyanetle”. Memleketin taşı toprağı, işler zora girince egemenlerin suçlayacağı “hain” üretiyor mübarek...

Önceki gün Başbakan Erdoğan, partisinin toplantısında konuştu. Altı yedi sayfa tutan konuşmayı satır satır okudum. Kendi iktidarından başka herkes sorumluydu ardı ardına gelen bu felaketlerde. Duble yollar, otoyollar, metrolar yapılırken kendi iktidarının başarısı, işler sarpa sarınca kendisi ve şürekâsı dışında herkes sorumlu. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde böyle bir yönetim modeli yok. Hesabını sorarlar. Diktatörlükler hariç tabii...

Oysa AKP farklı şeyler söyleyerek ve egemenlere baş kaldırarak iktidara geldi. 30 yıldır süren kirli savaşı bitirme adına çok önemli cesur adımlarda attı. Samimiydi, dağdaki gençler ile kışladaki gençlerin ölmemesi için çaba harcadı. Müzakerelerde bulundu. Barış adına attığı her adımı canhıraş şekilde bağırarak engellemeye çalışanlar bu adımlar bitince saflarını AKP’ye çevirdi. İktidarın barış çabalarına her şekilde karşı çıkan büyük bir gazetenin yayın yönetmeni Şemdinli sırtlarına “korsan” koyarak plastik masasıyla poz verdi. Bir adam böyle bir poz vererek kendisini niye rezil eder sorusunu bir kenara bırakırsak, o fotoğrafın ardında yatan gerçek, olup biteni karartma isteğidir. Bunda da kısmen başarılı olunmuştur. Başbakan’a akıl vermek haddime olmasa da bir öneride bulunacağım: Doksanlı yılların karartma günlerini iyi anlayabilmek için danışmanlarına gazete arşivlerini iyi bir tarattırsın. Bu karartmaları “vatanseverlik” naraları atarak yapanların nasıl zenginleştikleri satır aralarında yer alıyor çünkü...

Daha 15 gün önce kardeşim gitti askere. 23 yaşında taşı sıksa su çıkaracak yiğit bir delikanlı. Elektrik teknisyenliği okudu, elinden her iş gelir. “Gitme” dedim “oğlum askere”. “Gideceğim, vatan borcumu yerine getirip, kendi işimi kuracağım” dedi ve gitti. Babamı aramadım 15 gündür, hani “kardeşine sahip çık” sözüne ne cevap vereceğimi bilemediğim için. 75 yaşını aşmış bir adam askere giden bir oğlu için endişeleniyorsa. Güvenmiyorsa o asker ocağına, bunu karartma yaparak sağlayamazsınız beyler. Daha çok aydınlık ve özgürlükle sağlarsınız...

Tuncer KÖSEOĞLU / TARAF