Efendim; sol partileri sağ partilerden ayıran en önemli farklardan birinin üye profillerinin daha “Nitelikli” olduğunun varsayılmasıdır. Sağ partilerin ise zaten geleneksel değerlere yaslandıklarından, biat kültürüne hitap ettiklerinden ve hamasi söylemlerle davrandıklarından “Nitelik” faktörüne fazla önem vermedikleri düşünülür. Dolayısıyla sol partiler kendilerini sağ partilerden bilinç bakımından daha donanımlı olduklarını düşünürler. Bazı açılardan doğru gibi görünse de bu bir faraziyedir aslında. Sonuçta bir “Toplumsal ortalama” var değil mi?..
Sağı destekleyen kitleleri küçümsemeleri biraz da bu yüzden olsa gerek. Peki bu gerçekte de böyle mi? Ya da ne kadar öyle? Yoksa bu kendini bir tür “Dev aynası”nda görme mi? Ya da madem o kadar nitelikliler o zaman sağ partilerin siyaset üzerindeki egemenliğini neden kıramıyorlar? Bunlara bir cevap bulmak gerekiyor. Bakalım Özgür Özel yönetimi buna bir cevap geliştirebilecek mi?..
İki Eğilim Çatışacak?..
Neyse, bunlar daha karmaşık cevaplar bulunması gereken konular. Ancak CHP’de kendi içinde benzeri bir sorun saptamış olacak ki, tüzük tartışmalarında en önemli maddelerden birinin üyelik kriterleri olacağı anlaşılıyor. Tam bu noktada iki eğilim öne çıkıyor gibi…
Birincisi; üyelik şartlarının daha katı kurallara bağlanması, öyle her isteyenin kolaylıkla “Üye” kabul edilemeyeceği, edilse bile belli koşullarda olmasını savunuyor denebilir. (Tabii bununda sert ya da yumuşak muhtelif ara formülleri var.) Ancak buna karşı çıkanlar üyeliği daraltmanın büyüme eğilimindeki ve en geniş kesimlerle buluşma iddiasındaki bir “Kitle partisi” ni sınırlayacağını savunuyorlar.
İkincisi; Her isteyenin ve asgari şartları yerine getiren herkesin partiye üye olabileceğini, üyelik şartlarının mümkün olan en geniş kesimleri kucaklayacak şekilde geniş tutulmasını, fazla engel çıkartılmaması gerektiğini savunuyorlar. Partinin ancak bu şekilde daha da büyüyeceğine inanıyorlar. Karşı çıkanlar ise bunun benzeri bir “Niteliksiz üye yığılması” nı yeniden tetikleyeceğinden endişe ediyorlar.
Üstelik bu tartışmalar ve öneriler dallanıp budaklanmaya çok müsaitti. “Aktif üye”, “pasif üye” gibi. Önseçime ancak belli kuralları yerine getiren üyelerin katılması örneğin. Kriter olarak ise parti toplantılarına düzenli katılmaları, düzenli aidat ödemeleri, parti tarafından verilecek görevleri yapmaları, vb gibi. Yahut “Ön üyelik” ya da “Aday Üye” gibi. Misal bir yıl üyeliği bekletilir. O bir yıl parti performansına bakılarak kabul ya da reddedilir. Sonuçta partiye biranda çağ atlatacak mucize bir formül henüz yok!..
Sütten Ağzı Yanan Yoğurdu Üfleyerek Yer!..
Peki, bu konudaki hassasiyet nereden kaynaklanıyor dersiniz? Bu konudaki hassasiyetler CHP içinde zaten uzun süredir şikâyet ve sıkıntı konusuydu. Yıllar içinde zaman zaman gündeme gelse de üzerine pek gidildiği de pek söylenemezdi. Pratikte delege ağalığı sistemine endeksli bir alışkanlıktı bu. Örneğin daha öncede belirttiğim gibi “Yığma üyeler” den söz ediliyordu.
Bunların ne partiye uğradığı, ne aidat ödedikleri, hatta partinin yolunu dahi bilmedikleri söyleniyordu. (Tabii partinin ideolojisini, ilkelerini bildikleri ise hiç söylenemezdi.) Bunlar ancak kongre zamanları, delege seçimleri esnasında gelirler, işaret edilen kişilere yahut listelere oy verirler ve giderlerdi. Bunların temel motivasyonları partiye inançları değil, tamamıyla başka kriterlerdi. Partinin hamaliyesi, çilesi ise karşılık beklemeksizin davranan saf “İdealist” lere kalıyordu!..
Çekirge İstilası Gibi!..
Öte yandan partideki bu damar daha ziyade Hemşeri, Mezhep, bölge, etnik dayanışma güdüsüyle, küçük rant hesapları beklentisiyle hareket eden kişilerdi. (Belediyelerde bir yakınlarını işe yerleştirme, bir büfe, pazar tezgahı kapma, bir işlerini hallettirme, vb) Atıyorum, “Sosyal demokrasi nedir?” diye sorsan iki satır laf edemezlerdi. Partiye ikinci bir kişi kazandırdıkları da pek söylenemezdi. Ama kaybettirdikleri muhtemelen çok olmuştur!..
Bu niteliksizler sonuçta partiyi adeta bir çekirge istilası gibi sardılar. Feodal dayanışma biçimleriyle bunların belirlediği politikalar ve kadrolar sözüm ona “Modernist” partiye egemen oldu. Mevcut idari statüko, yöneticiler hatta genel başkanın kendisi bile bu “Statüko” ya göre belirlenir oldu ya da onlarla “İyi geçinmek” zorunda kaldı. Artık bir aydının, bir vasıflının bunları geçip seçilmesi, bir yerlere gelmesi (Anca atama yoluyla!) hayli zordu. Bunlar partide palazlandıkça kilit mevkileri de ele geçirmeye ve “Rant odaklı” ilişkiler geliştirmeye başladılar. Herkes bunun farkındaydı ama tavır alabilen yoktu. Bu insan malzemesiyle nereye kadardı?..
CHP “Seçkinlerin Partisi” mi?..
İşin en tuhaf hatta komik tarafı ise Türk sağının CHP’yi halen “Seçkinlerin partisi” , “Elitlerin partisi” sanmasıdır. (Seçkinlerden böyle negatif söz etmek hangi akla hizmet bilmem? Sanki kendi seçkinleri yok. Oysa seçkinleri olmadan hiçbir bir hareket olmaz!) Halbuki CHP uzun süredir, saydığım nedenlerle belki de -terimin olumsuz manasıyla- Türkiye’nin en “Avam Partisi” olagelmiştir. Maalesef ama öyle!..
Türk sağı bu jargonu üzerine fazla düşünmeden - bir karşı-argüman gibi kullanagelmiştir. Bu konuda doğru düzgün bir fikirleri olduğunu da sanmıyorum. (Yanaşma “Liberal cahiller” de papağan gibi aynı tekerlemeyi tekrarlayıp durmuşlardır!) Onlar CHP’yi halen “Tek Parti Dönemi CHP’si” sanmaktadırlar. Kaldı ki gerek kurtuluş savaşının kendisi, gerek cumhuriyet sonrası ülkenin ayağa kalkması o beğenilmeyen Asker / Sivil Seçkin Zümre sayesindedir. Yatıp kalkıp onlara dua etsinler!..
Solun “İnsan Malzemesi” ndeki Büyük Kırılma!..
27 mayıs 1960 sonrası İnönü’nün başlattığı “Ortanın Solu” hareketiyle Ecevit’in “Demokratik sol” u –birazda konjonktür gereği- CHP’yi geniş kitlelerle buluşturdu. O koşullarda her tür unsur vardı ama inisiyatif halen seçkin siyasetçilerde idi. (Zaten ülkenin 70’lerde sürüklendiği “Kontrollü İç Savaş” süreci gereği kimsenin bunu düşünecek hali yoktu. 12 Eylül darbesi sonrası ise sol partisiz kaldı. “Sosyal Demokrasi Partisi” (SODEP) ve “Halkçı Parti” (HP) geleneksel CHP kadrolarına dayanıyordu. Sonuçta ikisi birleşti. “Sosyal Demokrat Halkçı Parti” (SHP) oldu. Ancak bu arada ülke sosyolojisi de değişmişti. Özalizm rantçı kapitalizmi özendirmişti. İnsan unsuru da buna göre şekillendi.
İşte solun insan malzemesindeki “Büyük kırılma” ilk o zaman yaşandı. Yukarıda saymaya çalıştığım “Hemşeri, Mezhep, bölge, etnik” temelli, vasıfsız, çapsız rantçı kadrolar ilk o zaman partiye lebalep doluştu. (Bu süreci çok yakından gözlemlediğimi söyleyebilirim) Aynı dönemin simgesi “İSKİ Skandalı / Ergun Göknel Olayı” oldu. Ancak asıl erozyon alt kadrolarda idi. Parti niteliksiz üye ve kadro yığılmasının sonucunu ağır yaşadı. Bir daha da belini doğrultamadı. Ondan sonra zaten sürece hep onlar damga vurdu ve bu CHP’ye de taşındı. Bence olayın kısa tarihsel özeti budur.
“Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!..”
İşte bugün gelinen noktada anlaşılan herkes bunun farkında ve bir çözüm arıyor. Ancak herkes “Nitelikli üye” nin nasıl oluşacağı ve vasıfları üzerine hemfikir değile benziyor. Daha doğrusu herkes yakın dönemde kendi işine hangisi gelirse onu destekleyecek gibi görünüyor. CHP nitelik sorununu nasıl çözecek bilemiyorum. Parti içi zorunlu eğitimle mi (Bir ara parti okulu gündeme gelmişti ama pratikte pek yürümedi galiba), insanları teşvik edecek mekanizmalar kurarak mı, düzenli seminerlerle mi yoksa başka yollarla mı bilinmez. Ne yazık ki kimsenin elinde her şeyi düzeltecek sihirli bir değnek yok.
Sonuç olarak “Saf bir demokrasi” yoktur. Parmak hesabıyla her zaman arzulanan sonuçlar alınamaz. Niteliksiz niceliğin sonu –pratiğinde gösterdiği gibi- felakettir. Üyelik mekanizmasında nitelik yoksa geriye ne değişiklikleri yaparsanız yapın (Önseçim, çarşaf liste, blok liste, dönem kuralı, merkez yoklaması, kotalar, vb) hepsini çöpe atabilirsiniz. Çünkü sonuçta onları uygulayacak olanlar insanlardır. Bu böyle biline!..
Bakalım kurultay neye, ne kadar izin verecek?..
02. 09. 2024
NOT: Medyada yer aldığına göre CHP’de tüzük değişikliği için örgütlerden 7.422 öneri gelmiş. Bir öneri de benden olsun. Günde en az bir gazete, birkaç köşe yazarı, ayda bir kitap olsun okumayan, bir, iki film izlemeyen kimse partiye üye olamasın. Olsa bile sözü geçmesin. Önerim sadece CHP’ye değil, partilerin hepsinedir üstelik!!!...