ÇİÇEĞİ BURNUNDA AKŞAM YAZARI BAŞAK SAYAN İLK YAZISINI YAZDI!

İşte Başak Sayan'ın 'Çocukluk hayallerim bir bir gerçekleşiyor...' dediği o yazı.

Çocukluk hayallerim bir bir gerçekleşiyor...

Merhaba;

Çocukken yaptığım sadece iki şey vardı. Birincisi evimizin arka bahçesinde mahallemizin çocuklarına piyesler düzenler, karşılığında da şeker, oyuncak benzeri şeyler toplardım. Evde ise çoğu zamanımı kendimi banyoya kilitleyerek geçirir, ayna karşısında mimik çalışırdım. Okuduğum kitaplardaki ya da izlediğim filmlerdeki kahramanların hayatlarını yaşardım günlerce. O olurdum. Zavallı annem çok korkardı bu durumdan. Psikoloğa götürmeyi düşünürdü beni sürekli.

İkinci şey ise okumak ve öyküler yazmaktı. Hayallerimi başka kahramanlar üzerinden kurduğum öykülerde yazarak tatmin ediyordum kendimi. O sıralarda istediğim iki şey vardı yalnızca; ya aktris olmak ya da yazar olmak...

Yıllar sonra ilk hayalimi gerçekleştirmiş olmanın verdiği mutlulukla hayatıma devam ederken, hala sadece ’aktris’ olmak yetmiyor, yazmayı da sürdürüyordum. Yakın bir zamanda tüm cesaretimi toplayıp bir kitap yayınladım. Kitlesel ve kişisel baştan çıkarma kavramının dinamiklerini anlattığım bir kitap... Daha onun mutluluğu hafiflememişken birden şu an okumakta oluğunuz köşe ile ilgili teklifi aldığımda önce inanamadım. Sevinçle kabul ettiğimde aklımda sadece şu düşünce vardı: Demek ki insan çocukken tüm saflığı ve içtenliği ile neyin hayalini kuruyorsa yetişkinliğinde hayat bir şekilde ona o yolu getiriyordu. En azından o fırsatı karşısına çıkarıyordu. İlk hayalimden sonra ikincisinin de gerçekleşmesini başka nasıl açıklayabilirim bilmiyorum.
Bundan sonra bana ayrılan bu köşeden sizlerle buluştuğumda lütfen şunu aklınızdan çıkarmayın: Ben bir aktrisim. Yazmayı seven bir aktris. Bu yüzden yazdıklarımı okurken yaptığım hataları lütfen hoş görün.

Neden yazmaya karar verdim?
1 Çocukluk hayalim olduğu için.
2 Bugüne kadar içimde kalan her şeyi şöyle rahat rahat kusabileyim diye.
3 Düşündüklerimizi bir türlü gerekli yerlere iletip, sesimizi duyuramadığımızı fark ettiğim için.
4 İflah olmaz bir alkışlanma ve sevilme arzusuna sahip olduğum için. (Evet, sahnede olmak kesmiyor beni alkış konusunda.)
5 ’Ne kadar başarılı olduğunu anlamak için ne kadar düşmanın olduğuna bak’ cümlesine kafayı takıp, düşmanlarımın sayısını artırmayı arzuladığım için.
6 Böyle bir teklife hayır diyebilecek bir egoya sahip olmadığım için.
7 Ölmeden evvel keşke bunu da yapabilseydim diye hayıflanmamak için.
8 Pişmanlığım yaptıklarıma değil, yapmadıklarıma dair olduğu için.

Bugün doğan bir yeniay var!
Önemli gelişmeler ve değişimler bekleyin

Her ay bir yeniay ve bir dolunay oluşur. Yeniaylar başlangıçları, dolunaylar ise sonuçlanmaları getirir hayatlarımıza. Bulunduğu burç ve ev ise hayatımızın hangi alanında bu başlangıç ya da sonuçlanmayı yaşayacağımızı gösterir. Açıları ise koşulları anlatır. Bugün 21 derece İkizler burcunda doğan bir yeniay var. İkizler entelektüel bilgiyi, yazmayı, iletişimi, oyuncu tabiatı gösterir. İkizler sizin doğum haritalarınızda hangi eve düşüyorsa o alanda yeni başlangıçlar söz konusu demektir. Neptün’le olan üçgen açısı hayallerinizin ön planda olacağına, Satürn’le olan kare açısı ise ciddi sorumlulukların olacağını ve bazı zorlukların üstesinden gelinmesi gerektiğini göstermekte. Bu yeniay benim 10. evimde gerçekleşiyor ve ben İkizler burcuyum. 10. ev kariyeri ve toplum önündeki duruşunuzu gösterir. 10. evimin ikizler olması mesleğimin içinde yazma, iletişim ve oyunculuk olduğunu ifade ediyor. Ne tuhaftır ki tam da bu yeniayda yazma işini toplum önüne çıkarmış oluyorum. Satürn karesi ciddi bir sorumluluk aldığımı gösterirken, Neptün hayallerime dokunmamı sağlıyor.
İkizler, Başak, Yay ve Balıkların hayatlarında özelikle önemli gelişmeler söz konusu... Terazi, Koç, Yengeç ve Oğlaklar için de büyük değişim kapıda, benden söylemesi...

Günlüğe notlar
7 Haziran Pazartesi Aşkın matematiği

Bugün uyandığımda gri olan gökyüzüne bakıp sevindim. Hava ne zaman kapalı olsa evden çıkmak istemem. En sevdiğim şey yağmur yağarken evde, camın önündeki koltukta, üzerime ince bir battaniye alıp kitap okumak veya film izlemektir. Bugün de niyetim oydu. Neşeyle son günlerdeki favori kitabım ’Tehlikeli İlişkiler’i alıp koltuğa kurulmuştum ki kapı çaldı. Hay Allah kim olabilir diye isteksiz bir şekilde kapıya yöneldim. Birde ne göreyim, Medyatava sitesinin en eğlenceli röportajlarını yapan, sıkı yazar ajanı, bizim Sayım Çınar kapıda.

’Hadi’ dedi; ’hemen giy üzerine bir şeyler, gidiyoruz.’
Dur, yapma, etme, yağmur, çamur dememe fırsat vermeden kendimizi Tünel’de bulduk. ’Ne işimiz var bizim bu havada buralarda’ diye söylenirken Lokal adlı kafeye girdik. Üst katta, camın önündeki masaya oturduğumuzda etraftaki kitaplar dikkatimi çekti. Kitap olan her yeri nedense çok severim. Sayım heyecanlı heyecanlı sevgilisini anlatırken siparişlerimizi verdik...
Tam deniz mahsullü spagettiden bir çatal almıştım ki, Sayım’ın tuhaf sorusunu duydum. Soru değil de, soruluş zamanıydı bana tuhaf gelen.
’Matematiği hayatının her alanında kullanıyor musun gerçekten?’
Kem küm etmeye başladım. Nereden çıkmıştı bu böyle? Ama sonra birden bu soru aklıma bir şey getirdi, daha doğrusu bir şey fark ettim.
Matematiği aşkta bile kullanıyoruz aslında. Mesela olasılık teorisi, rastlantısal olayların analizini ve bunların bir sisteme göre modellenmesini konu edinmiş bir matematik dalıdır. Aşk ve yoğun duyguları matematik kuralları ile düşündüğümüzde, hissettiğimiz duyguların yoğunluğu ile paralel giden bir mistik inanç geliştiriyoruz.
Nasıl mı? Sıradan ve rutin hayatımızda bir gün ansızın, süregelen rutine uymayan bir şey gerçekleşiverir. Söz gelimi bir uçak seferinde ya da herhangi bir restoranda yenilen yemekte... Arka arkaya oturulan koltuklarda ya da yan yana bulunulan masalarda... Hiç hesapta yokken gidilen bir iş toplantısına yetişmeye çalışırken asansörde... Sıradan bir gece olacağı düşünülerek gidilen küçük bir barda... Koca şehirde, milyonlarca insanın içinde, aynı saniyede, aynı yerde olmak...
Bir anda neden bir önceki sefere yetişilemediği, neden iş toplantısına giderken binilen taksinin kaza olmuş sokağa dalıp da 15 dakika geç kalındığı ve böylece o asansöre binildiği anlam kazanır... Ya da neden koca şehirde aynı tarz onlarca yemek yenilecek restoran varken aynı anda, aynı salonda yan yana masa sırasının beklenildiği...
Bundan seneler evvel gittiğim bir resim sergisinde, onca kalabalığın arasında, sadece bir an göz teması kurduğum ve her nasılsa saniyelerle ölçülecek kadar kısa olan o zaman dilimi içinde kalp atışlarımın hızlanmasına neden olan biri olmuştu. İçerisi o kadar kalabalık, etrafım ise beni soru yağmuruna tutan o kadar çok insanla çevriliydi ki döndüğüm anda kaybedivermiştim o bir çift heyecan kaynağı gözü.
Oradan çıktığımızda arkadaşımla yemek yemeye karar vermiş ve aklımıza ilk gelen restorana gitmiştik. Her nasılsa iki kişi için bile yer yoktu içeride! Başka bir yere gitmeye karar verdik.
Ama gittiğimiz ikinci restoran da kapalıydı. Sinirlenmeye başlamıştık. En son gitmeye karar verdiğimiz restorandan içeri girdiğimizde bizi, beklememiz için bar olarak kullanılan küçük salona almışlardı. Barda sadece bir kişi vardı, içerisi bomboştu ve biz içki almak için bara doğru ilerlerken bir anda iki saat evvelki heyecan kaynağı bir çift gözün karşımda olduğunu fark etmiştim.
İşte o gün başlayan büyük aşkımla ne zaman bu karşılaşmayı düşünsek hep mistik bir yan bulmuş, gizemli bir gücün bizi o saniye, orada bir araya getirdiğine inanmıştık. Olasılıkları tarıyor, bunu matematiksel olarak hesaplamaya çalışıyor, ikimizin aynı anda, aynı yerde bulunmasının yüzde kaç olasılık olduğunu bulup daha da şaşırıyorduk.
O gün fark etmiştim ki; aşk ve olasılık teorisi insanların inançlarını kuvvetlendiren ve mistik yanlarını ortaya çıkaran bir güçtü. Olasılık teorisine göre; olasılıksız görünen bir olayın gerçekleşmesi, olasılıklı görünen bir olayın gerçekleşmemesine denktir! Bir olayın gerçekleşme ihtimali en zayıfken bile o olay yine de gerçekleşirse, durumu ’yazgı’ olarak değerlendirmekten başka bir şey kalmıyor insana. Gökyüzünde birisi galiba kukla oynatıyor...


Rihanna konserine gideriz klasik müzik konserine gitmeyiz
Size bir sır vereyim mi? Ben sadece klasik müzik aşığıyım. Belki biraz snop bulacaksınız ama çocukluktan gelen bir alışkanlık bu.
Babam evde sürekli klasik müzik dinlerdi. Hayatta hiçbir melodi beni, Mozart, Bach, Beethoven, Haydn kadar mutlu edemez.
Fakat ne yazık ki genelde klasik müzik konserlerine gidecek kimse bulamam. Bu yüzden çoğu kez yalnız giderim.
Aynı dertten muttarip olan sevgili Hıncal Uluç ile beraber, geçtiğimiz perşembe günü olağanüstü bir konsere gittik. (Bu arada isimlerin başına eklenen ’sevgili’ kelimesine daha düne kadar gıcık olurdum. Fakat yazmaya başlayınca anladım ki sevdiğin ve saydığın birinden bahsederken böyle yazmak zorunda kalıyormuşsun.)
Dünyanın en ünlü piyanistlerinden biri olan Lang Lang, 38. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali için İstanbul’da bir konser verdi. Bu sene Chopin senesi olduğundan ve Lang Lang da dünyadaki en iyi Chopin çalanlardan biri olduğundan ayrı bir önemi vardı bu konserin.
Lang Lang dünyanın en önemli orkestraları ile çalışan ilk Çinli bu arada. Daha da ilginci 40 milyon Çinli çocuğa piyano çalmayı öğretmek üzere bir hareket başlattı. The Times’ta hakkında büyük müzik dehası olarak övgü dolu makaleler yazıldı.
Konser salonu hınca hınç doluydu. Tek bir boş yer bile yoktu. Herkes en şık kıyafetini giyip öyle gelmişti salona. Görüntü çok hoştu.
Etrafa göz atarken bir şey dikkatimi çekti. Ne o sırada, ne de daha evvel gittiğim konserlerde sanat ya da gösteri dünyasından tek bir kişiye bile rastlamadım. Sadece cemiyet hayatından isimler vardı içeride. Rihanna gelince akın akın oraya gidenler bu denli önemli bir üstat buradayken neden gelip dinlemezler anlayamadım.
Ne yazık ki Türkiye’de sanatçılar başka sanatlardan beslenmiyorlar. Halbuki sanatçının sadece hayatın içinden değil, başka sanatlardan da beslenmesi gerekir. Burada ne resim sergisine giden bir ressam görürsünüz, ne de klasik müzik konserlerine giden sanatçılar...
Konsere dönecek olursak... Olağanüstüydü diyebilirim. Aslında sanatçının tek başına bir resital vermesini tercih ederdim. Çalışını bir dinlemeniz gerekirdi. Konser bittikten sonra tam beş kez sahneye geri dönüp bir parça daha çalmak zorunda kaldı. En güzelleri de onlardı zaten. Çalarken yerinde duramayan, küçücük bir dev adam...
İstanbul Müzik Festivali önümüzdeki hafta da devam edecek. Eğer ilgilenirseniz İKSV’nin internet sayfasından gösteri günlerine bakabilirsiniz. Mesela ben 16 Haziran Çarşamba günü Aya İrini’de gösterilecek olan ’Venedik’te Aşk’ adlı operayı kaçırmayacağım...

Haftanın sözü
Güçlü olan zayıf yanını herkesten iyi bilendir. Daha güçlü olan ise zayıf yanına hükmedebilendir. Anonim