Efendim: Türkiye’de bazı şeylerin baş döndürücü hızına gerçekten erişilemiyor. Herhangi bir konuda bir bakıyorsunuz her şey çok “Pozitif” giderken, sonra bir bakıyorsunuz birden “Negatif”e dönüvermiş. Hele bu toplumun çoğunluğunun büyük beklentiler içine girdiği, genelde olumladığı, bir fırsat tanınmasını istediği durumlar söz konusuysa hepten “hayal kırıcı” oluyor. Sanki birileri bizimle dalga geçiyor!..
Tam bu noktada AK Parti cenahının “Yumuşama”, CHP’lilerin ise “Normalleşme” dediği yakınlaşma veya diyalog çabasında işler kısa sürede tersine dönmüşe benziyor. (AK Partililer “Yumuşama” derken durumu yumuşatmaya çalıştılar aslında. Böylelikle CHP’nin “normalleşme” sine karşı bir argüman geliştirdiklerini sandılar ama yanıldılar. Normalleşme öncesinde “anormallik” çağrışımı yapıyordu ama yumuşamanın da ondan aşağı kalır yanı yoktu. O da öncesinde “Sertlik” çağrışımı yapıyordu. Her halükârda tuhaf bir durum söz konusuydu!) Bu kısa süreli flörtleşme hızla kavgalı bir ayrılığa doğru yol alıyor. Hatta bir ölçüde aldı bile denebilir…
Her Şey Tekrar Aslına Rücu mu Ediyor?..
Peki her şey tatlı bir şekilde karşılıklı ziyaretler, iltifatlar, hediyeleşmeler ile yürürken birdenbire ne oldu da vites değişti? Yoksa zaten olan bitene abartılı, haddinden fazla anlamlar mı yüklenmişti? İşin buralara varması kaçınılmaz bir sonuç muydu? Olan biten bir “U Dönüşü” müydü yoksa “Biz nereye doğru gidiyoruz” deyip, el frenini çekip durumu ilk garajda beklemeye almak mıydı?
Öyle veya böyle, sonuçta bu noktada “MHP Faktörü” belirleyici oldu sanırım. Zaten bir süredir süren yakınlaşmadan rahatsızlığını hissettiren, çeşitli vesilelerle imalı sinyaller gönderen MHP sonunda “rest” demeye hazırlanıyordu herhalde. (Sinan Ateş olayı ve Erdoğan’ın Ayşe Ateş’i kabulü bir “kırılma noktası” olmuş olabilir) Bir tür “Üzerime kuma istemem” der gibi gardını aldı. Erdoğan burada durumu tarttı, kâr-zarar hesabını yaptı ve daha ileriye gidemeyeceğini anladı sanırım. Gitmesi halinde Bahçeli’nin 2002’deki DSP – MHP- ANAP koalisyonunu sonlandıran erken seçim çağrısı gibi benzeri bir durumla tekrar karşılaşmaktan çekinmiş olabilir. O zaman “Dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olmak” buna denirdi herhalde. Daha ötesini göze alamamış olabilir!..
Zaten elinde daha somut ve iyi bir “Alternatif” de mevcut değildi. Sonu belirsiz bu maceraya şu aşamada hiç gerek yoktu. Dolayısıyla çark etti ve her şey yavaş yavaş yeniden aslına rücu etmeye başladı. İlk varsayım bu…
MHP’ye Teminat, CHP’ye Fırça!..
Tam bu noktada ilişkiyi yeniden onarmak, zedelenen güveni tazelemek gerekiyordu. MHP ve Bahçeli onore edilirken bunu en kesin şekilde ifade etmek lâzımdı. “Hata yaptık” diyecek hali yoktu. Onun yerine hamaset dolu bir şekilde CHP’ye yüklendi. Hem de ne yükleniş!..
Tam bu noktada benim akıl sır erdiremediğim durum ise Özgür Özel’in MHP lideri Bahçeli'ye cevap verirken AK Parti için "Suç ortağını bize doğru itmesin" ifadesini kullanmasıydı. Özel, böylesi bir yakıştırmanın ilişkiyi zedeleyeceğini, hatta kopartabileceğini tahmin etmemiş olabilir miydi? Bu ucunun nereye varacağını hesap etmeden, düşünmeden edilmiş bir laf mıydı? Yoksa tam tersine bilinçli, hedefine ulaşmış bir tavır mıydı? Böylesi kaba bir suçlamaya neden gerek duyulmuştu?
Yoksa Özel, CHP içinden gelen tepkileri de hesap ederek, -işine geldiği halde- normalleşme politikasından yol yakınken çark etmek mi istemişti? Bu politikadan alacağını almış mıydı? Lakin bunu yaparken ihalenin AK Parti ve Erdoğan üzerine kalmasını mı istemişti? Onun için Erdoğan’ın nasırına basarak kışkırtmış mıydı? Veya taammüden söyleyip, Erdoğan’ın neyi, ne kadar sindirebileceğini mi test etmek mi istemişti? MHP ile sürtüşürken cepheyi neden genişletmişti? İlişkiyi çıkmaza sokacak bu “gollük pası” AK Parti’nin eline neden verdi? Bu laf basit bir “Ayar verme”nin ötesindeydi? Burada bir tuhaflık vardı. Sanki “Hadi bitirelim artık şu komediyi ama bunu sen yap. Günah benden gitsin” der gibiydi!..
Erdoğan’dan Misliyle Mukabele!..
Erdoğan bunun üzerine bazı noktalarda zehir zemberek ifadeler kullandı. Adeta “Misliyle mukabele” de bulundu. MHP’ye “benim kanatlarımın altındasın”ı hisettirip, onun güvencesini verirken, CHP’ye ise “Normalleşme” den yüklendi. Normalleşememenin, gerilimin sorumlusu bir anda CHP oldu!..
Erdoğan’ın tepkisi yenilir yutulur cinsten değildi: "Muhalefetin kucaklayıcı dile yaklaşmasını bekliyoruz. Tüm samimiyetimize rağmen muhalefetin çabalarımıza nasıl karşılık verdiğini görüyorsunuz. Yapıcı davranmaya çalışırken CHP genel başkanının siyaseti nasıl gerilime sürüklemeye çalıştığını milletimiz izliyor… CHP gerilim siyasetini bıraksın istiyoruz. Bundan da demokrasimiz kazançlı çıksın. Cumhur ittifakına yönelik hadsizlikleri kabulleneceğiz manasına gelmez. Edepli olmamız edepsizliklere göz yumacağımız anlamına asla gelmez. Yumuşak başlıyız ama kimse unutmasın boynu çekilecek uysal koyun da değiliz"
Devamında ise daha suçlayıcı bir dil göze çarpıyordu: “Suç ortağı arayanlar kendilerini fazla yormasın. nereden geldiği, nereye gittiğini açıklayamadıkları para kulelerine baksınlar. Suç ortağı arayanlar bize çamur atmadan önce kent uzlaşısında kimlerle yol yürüdüklerini sorgulasınlar. Biz ülkeye hayrı olmayan münakaşalara girmemeye özen gösteriyoruz. Muhalefetten de normalleşmelerini bekliyoruz. Muhalefetten gelecek eleştirilere açığız ama yakışıksız ifadeleri de sineye çekmeyiz, cevabımızı misli ile vereceğiz. Kimseyi başarı hikayemize ortak etmeyiz”
Bu gibi mesajları Bahçeli ile görüşme öncesi vermesi MHP’ye ayrıca bir “Teminat” anlamına geliyordu. Cumhur İttifakı’nın “Tek yürek olduğu”, Cumhur İttifakı sapasağlam ayaktadır. Birdir, bütündür, sarsılmadan ayakta kalacaktır.", “Asıl normalleşmesi gerekenin muhalefet olduğu”, “İktidar partisi ve ana muhalefet partisi arasında siyasi ittifak olmaz.”, vb gibi ilave ve önemli mesajları hayli manidardı. Böylelikle aradaki sınırı kalın hatlarla çiziyordu.
Özel’in “Suç ortağı” lafına alınması bir yana Erdoğan’ı asıl harekete geçiren ne olabilirdi? Tahminim o ki, bütün bu yumuşama, normalleşme laflarına rağmen, muhalefetin asıl niyeti hakkında kuşkuya düşmesiydi. Arkasında MHP üzerinden ittifakı bozabilecek bir planın yatabileceğini düşünmesiydi. Belki de MHP tarafı (Ya da devletin istihbari organları?) ona bu yönde ikna etmişler, kendilerine göre deliller göstermişler, analizlerde bulunmuşlardı. (Hatta AK Parti içinden birilerini de kapsayan!) Sonunda –sebebi ve gerekçesi ne olursa olsun- ittifakı bozma, hükümeti dağıtma planı olduğuna kanaat getirdi herhalde. Erdoğan o yüzden tavrında değişikliğe gitme kararı almış olabilir.
Kapı Tümden kapandı mı?..
Peki acaba köprüler atıldı mı? Bunu bundan sonraki gelişmeleri, adımları görmeden kesin olarak söylemek zor. Ancak ilişki ciddi yara almış görünüyor. Tamiri güç gibi duruyor sanki. (Lakin burada dikkat çekici bir durum var. Erdoğan onca öfkesine rağmen kestirmeden “Bu iş bitmiştir” demedi. Demesi de mümkün değil. Çünkü anayasa, vb gibi konularda diyaloğun sürdürülmesi lâzım. Ancak yeni bir format verilebilir belki) Varsayalım şeklen sürse bile eski canlılığını, dinamiğini, umutlandırmasını kaybetmiş olacak gene de. Ya da zamanla daha alttan alıp, sadece ayar atma ile yetinilir mi? Veya en iyi ihtimalle ancak belli koşul ve konularla “sınırlandırılmış” bir “Kısıtlı diyalog” süreci mi hedeflenir?
Yahut gene bir ihtimal olarak yerini kısa sürede “battı balık yan gider” misali sert sataşmalar, tanımlar, agresif suçlamalar alabilir. Eski çatışmacı söylem yeniden canlanabilir. Manzara daha da sertleşebilir. Her seçeneğin potansiyelleri var. Bu sonuç ise hem CHP, hem Cumhur İttifakı içinde bunu isteyenleri hayli memnun edecek bir durum olsa gerek!..
28. 06. 2024
NOT: Bu arada CHP Genel başkanı Özgür Özel, Birgün’e verdiği demeçte "Erken seçim talebi her an artıyor. Toplumun yarıya yakınında erken seçim talebi var. Kimse muhalefetten yumuşama beklemesin. İhtiyaç olduğunda görüşürüz, normali bu. Muhalefet görevini yapacak" diyerek bu tartışmada kendileri açısından cevap verdi.