Efendim: yıllardan beridir CHP’ye hep bir “Kurultaylar Partisi” yakıştırması yapılır. Gerçektende bu gelenek hep kurultay ve liderlik tartışmalarıyla anıla gelmiştir. Baktığınızda bir yanıyla “Ne var bunda gayet demokratik parti” dersiniz diğer yandan “Bu da ne ikide bir kurultay mı olur” diye düşünürsünüz.
Gerçi Kılıçdaroğlu yönetime geldiğinden beri (Muharrem İnce ile olan kapışmasını saymaz isek) bu eğilim frenlenmiş durumdaydı. O kadar ki “CHP bu kadar enerjiyi kurultaylar yerine hükümet olmaya harcasa şimdiye çoktan iktidar olmuştu” diye düşünmüşümdür kimi kez.
Baltalar Toprağa mı Gömüldü?..
Şimdi aynı eğilim –mecburen- gene depreşti anlaşılan. Bu kez nedenler ve koşullar farklı ama sonuçta iş gene kurultaya kilitlendi. Şu ana kadar Genel Başkan adaylığını açıklayan ve Kılıçdaroğlu’na partide en yakın isimlerin başında gelen CHP Grup Başkanı Özgür Özel oldu. En istekli, bir anlamda henüz “gayri resmi” aday ise hiç şüphesiz İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu. Fakat süreç ilerledikçe – başka negatif gelişmeler olmaz ise- yeni isimlerde bu kervana katılabilir yahut geri adım atılabilir. Şimdilik sadece baltalar toprağa gömülmüş görünüyor o kadar!
Şu an itibariyle bu sürecin en önemli özelliği ise - Ahlatlıbel buluşmasından bu yana- hayli tatsız ve sert seyredecekmiş gibi görünen ilişkinin yumuşar gibi olması oldu. Nitekim dışa karşı verilen görüntü de bu yönde. Bahçede şakalaşmalar, espriler, çıkıştaki öpüşmeler, İmamoğlu’nun İstanbul’a döndüğünde havaalanındaki yüzündeki gülücükler, vb bunu gösteriyor. (Gerçi biz Ümit Özdağ ile Sinan Oğan’ın keyif içindeki kanepe fotoğraflarını da gördük, aşılıyız!) Hatta kendilerine göre bir yol haritası, zamanlama bile çizmiş olabilirler. Yakında çıkar kokusu. Şu an bana göre iki senaryo mümkün. (Elbette başka senaryolarda kurulabilir. Şu an aklımıza gelen bunlar) Göreceğiz…
Birinci senaryo olarak henüz ne konuştuklarını bilmiyoruz ama muhtemelen Kılıçdaroğlu İmamoğlu’na “Kurultayı bekleyin. O ana kadar acele etmeyin. Kimsenin adaylığına engel olmam. Herkesin hakkıdır. Ancak şu an bir erken davranış ve tartışma partide ve dışa karşı sıkıntı yaratır. Zamanı geldiğinde uygun biçimde ve zeminde açıklarsınız” mealinde bir şeyler söylemiş olmalı. İmamoğlu’da bunu bir tür teminat ya da yeşil ışık olarak algılamış olmalı ki “İstediğini almış” birinin rahatlığıyla geri döndü. Öyle veya böyle belli ki bir konuda uzlaşmışlar. İçerik tabii ki meçhul…
Bir İhtimal Daha Var!..
Hatta ikinci senaryoda şu olabilir. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’nu gerekçeleriyle birlikte, ikna etmiş olabilir. Acele etmemesini, yerel seçimde kendisine ihtiyacı olduğunu, şu aşamada İstanbul’u terk etmemesi gerektiğini aktarmış ve yeniden İBB Başkanlığına aday gösterileceğinin garantisini vermiş olabilir. İlaveten yerel seçimlerde ilçe belediyeleri adayları üzerinde söz hakkı ve CHP il yönetimi üzerinde tasarruf imkânı sözü de vermiş olabilir. İmamoğlu’da uzun vadeli düşünüp, konumunu sağlamlaştıracak bir “hamle” kabul edip, buna ikna olmuş olabilir. Biraz zor gibi. Ama politika bu. Hesaplar her an değişebiliyor.
Eğer böyleyse Özgür Özel yakında adaylıktan vazgeçebilir ve Kılıçdaroğlu kurultayda tekrar aday olabilir bile denebilir. İşler bir yandan hallolmuş görünürken bir yandan da karışıyor gibi sanki. Tabii bu bir varsayım.
Bir “Danışıklı Dövüş” olabilir mi?
Ancak ben –eğer birinci senaryodaki varsayılan gibiyse- Ekrem İmamoğlu’nun yerinde olsam bu kadar erken sevinmezdim. Negatif düşünmek istemiyorum ama bir yandan da sormadan edemiyorum. Acaba bu Kılıçdaroğlu’nun bir “manevrası” olabilir mi? Hatta bir tür “tuzak” mı? Çünkü yüksek düzeyde siyasette ayak oyunlarının hiç bitmediğini biliyorum. Kılıçdaroğlu’nu da “Oyun kurucu”luk potansiyeli bakımından hiç yabana atmıyorum. Çok mu “kuşkucu”yum bilemiyorum!
Ne Kılıçdaroğlu’na özel bir “antipatim” var ne de İmamoğlu’na (Hemşerim olduğu halde) özel bir “sempatim” var. Ben sadece mümkün olan en doğru olan soruları sormaya ve en doğru analizi yapmaya çalışıyorum. Ona “Çekil” buna “Kal” diyen malum “gazeteci” tayfasından olmadım çok şükür. Bu “Neo-Yandaş”ların seçimlerdeki performansını gördük!..
Toplum / Seçmen Ayrı Parti Ayrı!..
Şu anki toplumsal nabza baktığımızda neredeyse herkes “İmamoğlu” diyor ama mesela şu an kurultay olsa ne olur dersiniz? İmamoğlu’nun kazanacağı “çantada keklik” mi acaba? Hiç sanmıyorum. Konu hükümet veya Erdoğan olduğunda rahatlıkla İmamoğlu etrafında birleşebilecek insanlar konu parti içi iktidar olduğunda aynı davranmayabilir hatta tersine davranabilirler. İşin cilvesi de bu…
Toplum / Seçmen “İmamoğlu” dese bile CHP’deki “farklı iradeler” aksi yönde tavır sergileyebilirler. Toplum – seçmen hesap yapmaz ama “delege” hesap yapar, idealist davranmaz. Öte yandan bir faktör olsa da tek başına toplum desteği yetmez. İkisini bir tutmak hata olur!
O yüzden İmamoğlu ikinci senaryodaki gibi davranıp, “gerçekçi” düşünüp, bunu görüp “var olanla yetinme” üzerine ne koparırsa kârdır mı oldu acaba? Buna razı olabilir mi bilemiyorum. Henüz yeter veri yok…
Kavga “Etno - Sınıfsal”dır!..
Size garip gelebilir ama CHP gibi “modernist” bir partide bile kavga aslında modernite öncesine ait kavram ve saflaşmalarla yürür. Bunu bir önceki “Hastalığın adını doğru koyalım... CHP’de lider değişimi yeterli mi?” başlıklı yazımda yeterince vurguladığımı sanıyorum. CHP’de “Hemşerici”, “Bölgeci”, “mezhepçi” damarlar veya bunların arasındaki ittifaklar son tahlilde belirleyicidir. (AK Parti’deki “Tarikatlar / Cemaatler” olayının tersi gibi düşünün) Kılıçdaroğlu’nun bu kadar iktidarda kalması da bu damarlara yaslanmasındandır. Bu anlamda eğer varsayımım doğru ise kavga “Etno-Sınıfsal”dır. Bu anlamda olaya CHP’nin “iç dinamikleri” açısından bakmak lâzım.
Peki ama İmamoğlu aday olursa hangi “damar” üzerinde yükselecektir? Hükümetle / Erdoğan’la olan dış kavga toplum desteğiyle de birleşip onu İBB Başkanı yapmıştır. Lakin mevcut yapı onu parti içi iktidar yapmaya yanaşacak mıdır? Ya da neyin karşılığı izin verecektir? CHP içinde güçlü bir “Karadenizli lobisi” ya da “Karadenizli delege” ağırlığı olsa idi belki. O bakımdan evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Bunun ne derece farkında ya da alternatif çözümü var mı bilmiyorum.
İmamoğlu’nun Handikapları!..
Bu noktaya başka bir yazıda daha ayrıntılı dönmek kaydıyla söyleyeyim. İmamoğlu’nun hiç şüphesiz çok “pozitif” bir enerjisi var. Fakat çok hata yapıyor ve asabi davranabiliyor. Uyaranı mı yok yoksa uyaranı da mı dinlemiyor bilmiyorum. (Bir Karadenizli olarak ben anlıyorum onu ama toplum anlamaz!) Önündeki yasal sıkıntıyı saymıyorum bile. Ayrıca İmamoğlu şu ana kadar sadece “tepki” üzerine ve fazla bireysel yükseldi. Görünürde bir “ekibi” yok. (Tam tersine karşıtları daha organize. İstanbul il Canan Kaftancıoğlu ve ekibinin elinde. Ayrıca partide, belediyede halen AK Partili kadroları barındırdığı, değiştirmediği için ona kızanlar mevcut. Çelme takabilirler.) Etkisi sınırlı.
Parti içinde bir “hareket” oluşturamadı. Soyut bir “değişim” çağrısı dışında argümanı yok. Değişimin içini dolduramadı. Belki zamanla olur ama bir yazılı “bildirgesi” de yok. CHP’de neleri değiştirmek istediği muğlak. Yoksa “Ben geleyim her şey hallolur” mantığıyla mı hareket ediyor? Ediyorsa çok yanılır.
Partiyi yönetmek belediyeyi yönetmeye benzemez!..
İş ciddiye bindiğinde ve kurultayda kılıçlar çekildiğinde (Kaldı ki o zamana kadar karşıtları İmamoğlu’nu yıpratmak için ellerinden geleni yapacaklardır.) bunlara ne derece karşı koyabilecektir? Bunlara karşı koyabilecek donanımı, kadrosu, öngörü sahibi beyinleri var mıdır? CHP örgütü üzerindeki etkisini nasıl arttıracaktır? Partiyi yönetmek belediyeyi yönetmeye benzemez!..
Şimdilik sular sakinleşmiş görünüyor. Ancak her an fırtına çıkabilir. Gemiye sabotajlar yapılabilir. Kılıçdaroğlu gemiyi sağ salim “limana götürme” sözü vermişti. (Sonrasında yeni kaptana nasıl devreder, devreder mi yahut tekrar olaya el mi koyar bilinmez!) Kaptan köşkü de, tayfalar da, yolcular da bunun cevabını bekliyor. Bakalım becerebilecek mi? Umarım gemiyi Titanik gibi buzdağına çarptırmaz.
Ne diyeyim gemisini kurtaran da batıran da kaptandır!..
15.06.2023