“Cemaat” örgütlenirken “Masonik Modeli” mi kopyaladı?..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, “Gülen örgütlenmesi”ne bugüne kadar bakılmayan bir açıdan yaklaştı ve “Masonik Model”le olan benzerliğini analiz etti…

Efendim; son günlerde “15 Temmuz FETÖ’cü Darbe Girişimi” sonrası “Gülen Cemaati”nin geçmişi birçok açıdan masaya yatırılıyor. Kimileri bazı şeyleri yeni keşfederken kimileri de zaten bilinen şeyleri yeni keşfedilmiş gibi pazarlıyor. Olayı “Anlamaya” yönelik değil de kuru ajitasyon ve birilerinin “gözüne girme” amaçlı, gündelik analiz yapılmaya çalışılırsa (Ki onların çoğu bu “yapı” üzerine konuşmayı “Fethullah Gülen’i lanetleme seansı” zannediyorlar galiba. Yani ne kadar çok küfredersen o kadar “iyi analiz” yapmıyorsun kardeşim. Hatta “analiz” bile yapmıyorsun!) sonuç da olay “anlaşılmaz” olur elbette!

Aynı noktalarda “Cemaat”in uluslararası bağlantılarından, “Hizmet” mekanizmasına, devlete nasıl sızdığına, “Şakirtler”in nasıl devşirildiğine, insanların hangi “ait olma” hisselerine seslendiklerine, psikolojilerine, dini kuralları nasıl revize ettiklerine, insanları ne şekilde yönlendirdiklerine, “Himmet” çalışmalarına, vb varıncaya değin birçok nokta ele alınıyor. Bu da normal. Çünkü “Türkiye’yi ele geçirme” aşamasına geldiği söylenen bir grubun nasıl hareket ettiğinin çözümlenmesi önemli olsa gerek. Tabii araya bolca “Laf olsun torba dolsun” cinsinden yorumlar serpiştiriliyor o başka!

YENİ BİR KUŞATICI “STATEJİ” GELİŞTİRMEK!..

Ben ise mevcut hengâme içinde kendi payıma olayı başka bir açıdan incelemeye çalıştım. (Hatta belki de takip edebildiğim kadarıyla “hiç ortaya atılmamış bir tez” olarak da daha önce de dile getirdim. 10.01.2014. tarihli “Devlet ‘grupsal etki’lerden arındırılmalıdır!..” başlıklı yazımda da bunu anlatmaya uğraştım.) Bundan kastım ise “Fethullah Gülen örgütlenmesindeki masonik etki” diyebileceğimiz, özel olarak incelenmeye muhtaç bir alandı. Bu etki anlaşılmadan “Gülen Hareketi”nin de anlaşılamayacağına inanıyorum.

Ancak buradan direkt olarak şunun anlaşılmamasını özellikle istirham ederim. Bundan kastım Fethullah Gülen’in Mason olduğu ya da Gülen yapılanmasının doğrudan doğruya “Masonik bir örgütlenme”, onun bir türevi yahut kolu olduğu değildir. Olayı böyle tanımlamak oldukça “Vulger” (Kaba) bir yakıştırma olacaktır. Propagandif değeri olabilir ama teorik değeri sıfırdır!

Peki o halde ben bundan neyi kastediyorum? Kanaatimce gerek Gülen’in kendisi gerekse de örgütlenmesi ilk ortaya çıktığında (Henüz “Rüşeym” halde iken) bütün İslami akımların o dönemki temel “engel” saydıkları ve söylemlerine sinen “Masonluk olgusu” nu aşmak istediler. Zannımca Gülen yapılanması diğer İslami tarikatlardan farklı bir “Yol” izledi. Bu kendi açısından ve dönemine göre oldukça “Akılcı” bir yoldu. Ancak bu sayede gelişebilirlerdi ve öyle de oldu. Gülen Hareketi’nin “başarısı”nın da “başarısızlığı”nın da “sırrı” buradadır!



“ALTIN NESİL” YARATMAK!..

Sanırım Fethullah Gülen’in o günlerdeki zihnini okumaya kalktığımda mantıken şöyle düşünmüş olmalıdır: “Masonlar (Buna yer yer “Sebatayistler” söylemi de eşlik ediyordu) devleti ele geçirmiş. Devletin kilit noktalarına adamlarını yerleştirmişler. Bu durumu bizim mevcut yol ve yöntemlerle kırmamız mümkün değil. Elimizdeki insan kaynağı da hem nicel hem nitel açıdan buna yetmiyor. O halde uzun soluklu, sabırlı ve çok özel bir örgütlenmeye gitmeliyiz. Bizde kendimize bağlı insanlar yetiştirerek devletin tepe noktalarına hazırlamalıyız. Yavaş yavaş buralara yerleştirmeliyiz. Bunu sağladığımızda zaten devleti kuşatmış olacağız. Masonik hakimiyeti böyle kıracağız. Ne olduğunu bile anlamayacaklar.”

İşte adına “Altın nesil” denilen “Proje” aslında budur. Diğer tarikatlar halen klasik yöntemle Kuran kurslarına, İmam Hatip’lere, Camii cemaatlerine yüklenirken onlar hem “İmanlı” hem de “Modern dünyanın gereklerine uygun”, “bilimi de dışlamayan”, “dünyaya açık” bir arayışa yöneldiler. Klasik “İslamcı” profilini kökten değiştirdiler. “Eğitimsiz, cahil, işinde gücünde İslamcılar” şablonu tersine döndü. Dershaneler, okullar, yurtlar, “ışık evleri” hep bu projenin birer ayağıydılar. Buralarda “geleceğin devlet kadrolarını” yetiştirdiler ve itina ile, belli bir plan ve sabır doğrultusunda hazırladılar. Atılan her adım gayet bilinçliydi!

O güne kadar “devletten dışlanmış”, fakir aile ve Anadolu çocuklarını devşirerek bu “Hedef” doğrultusunda hazırladılar. (Bilhassa Emniyet, Adalet, Eğitim, Ordu ve MİT hedeflenerek “Kritik” noktalarda kadro yığılması sağlanması yoluna gidildi) Devlete uzak ve mesafeli bir anlayış değil, tam tersine ona “yapışık” bir hareket hedeflendi. Bağlılıklarını korudukları ölçüde yetiştirdikleri unsurların önlerini açtılar!



MASONİK ELİTLERE KARŞI AVAMİ ELİTLER!..

Lakin “Hareket”in mantığı “masonik model”den esinlense de kendisi ideolojik ve kültürel açıdan birebir “masonik” değildi. Hatta karşıtıydı. Bu sadece “onlara benzemeden” bir tür alternatif “yeni elitler”, “yeni seçkinler” yaratma ve devlette kozalandırma tarzıydı. Masonlar zaten yetişmiş, seçkin ve kentli ailelere mensup hazır devlet kadrolarına, toplumun ileri gelenlerine çengel atarak ve onları “Biraderlik” modeliyle saflarına katarlarken Gülenciler tabiri caizse işe “sıfırdan” başladılar. Uzun soluklu bir çabanın ürünüydü. Okullar aynı “proje”nin “fideliği” işlevi yüklendiler.

Onlar Masonların tersine henüz yetişmemiş, taşralı ve köylü özellikler gösteren, fakir veya sıradan aile çocuklarına el atarak daha uzun vadeli ve adım adım bir “Devleti çevreleme” harekâtına giriştiler. Ayrıca onlar Masonlar gibi gözü çıkar hesabında “Prostatlı yaşlı biraderler”e değil, çok daha enerjik, inançlı, körlemesine davranabilecek “Şakirtler”e dayandılar. (Bu yüzden adları “Haşaşiler”e çıktı.) Önceleri “dipten gelen dalga” zamanla devlette bir “Tsunami” ye dönüşecekti!

“Gülen Hareketi”nin dönemindeki diğer İslami hareketler içindeki belirgin farkı buydu. Onlar “Masonluğu” değil, Masonluğun devlet içindeki “güç biriktirme” davranışını kopyaladılar. Onu “model” alarak tersinden baz aldılar. Yoksa Masonlar gibi ne bir ideolojileri, inanışları, ritüelleri vardı. Masonluğun “örgütlenme” tarzını esas alarak ondan yeni bir sentez” çıkarttılar. Aradaki fark biri devlet içinde “dikey” örgütlenirken, diğeri “yatay” örgütlenip onu ele geçirmeyi hedeflediler.

Bu yönüyle bir “Sızma” değil, süreçte bir “değiş tokuş” yaşandı. “Masonik elitler”le yetiştirilmiş yeni “Avami elitler” yer değiştirmeye başladı. Bu sıradan “Halk çocukları” hayallerinde bile göremeyecekleri mevkilere gelmeye başladılar. Sonunda karşı çıktıkları şeye daha çok benzemeye başladılar. Hatta onu bile aştılar. Ancak bu “Tersinden kopyalama” pratikte bir noktadan sonra işe yaramadı.

“Devşirilmiş elit” olmak devlet yönetmeye yetmiyordu. Elit olmak, elit davranmak sadece eğitimle de sağlanabilen bir şey değildi. Onun tarihsel, kültürel bir mirası vardı. Onlar belki “vasıflı okumuşlar” yaratmışlardı ama ufukları buna göre ayarlanmamıştı. (AKP ise “vasıfsızlar”a yaslanarak işi götürüyordu!) O yüzden avami kinler, hırslar, bastırılmış öfkeler, kıskançlıklar ani ve kontrolsüz patlamalara, malum beddualara yol açtı. Sonunda kayaya tosladılar!

EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI!

Fakat süreç ilerledikçe başlangıçta “avantaj” gibi duran özellikler bu yüzden zamanla “dezavantaj”a dönüşmeye başladı. Birincisi hareket geliştikçe ve bazı şeylerin umduklarından “kolay” olduğunu görünce (Ergenekon Operasyonları” gibi!) marazi bir “özgüven” ve “kibir” gelişti. Artık büyümüşlerdi ve “nihai hesaplaşma”ya az kalmıştı. İkincisi mevcut yapı siyasete giderek daha fazla bulaştıkça siyasetin “kara delikleri”ne, girdaplarına kapıldılar. Hırsları çaplarını aşmaya başladı!

AKP iktidarına endeksli gelişen “paralel yapı” hem iktidarın getirdiği nimetlerden faydalandı hem de onun külfetlerine katlanmak zorunda kaldı. İktidardan daha fazla pay talep etmeleri önce AKP’yi kuşkulandırdı, sonra mesafe koymaya zorladı. İktidar giderek “urlaşan” bu yapıyı daha fazla sırtında taşıyamaz hale geldi. ( O yüzden siz bakmayın iktidar sözcülerinin “farkına varamadık” türü beyanlarına. Farkına vardılar ama şu veya bu hesapla açığa vurmak istemediler) “Cemaat” ise devlette etkin ve güçlü olmakla “devlet olmayı” birbirine karıştırmıştı. Sonunda hızla “Bir ipte iki cambaz oynamaz” aşamasına geldiler!

Bunun elbette bir bedeli vardı. Bu kadrolar günü geldiğinde “harekete geçmek” üzere hazırlanmışlardı. Nitekim 7 Şubat MİT ve 17/25 Aralık Operasyonları ile bu güçlerini sınadılar. Cemaate bağlılık, devlete bağlılıktan öne çıktı. 15 Temmuz darbe girişimi ise olayın zirvesiydi. Artık tümüyle “Kamikaze davranışı” içine girmişlerdi. Kimileri bu tavrı anlamıyor. Oysa bunda şaşıracak bir şey yok. Tarih bu gibi örneklerle dolu…

Şayet karşılarında “İslami tandanslı bir iktidar” değil de laik, modernist, “Masonik” dayanakları olan bir iktidar olsaydı muhtemelen başarılı da olabilirlerdi. (Onlarda kendilerini 40 yıldır buna göre hazırlamışlardı. Fakat karşılarına İslami bir iktidarın çıkması hesabı bozdu.) Ancak AKP ile kapışmaları onları her açıdan “erken” davranmaya itti ve ellerindeki imkân ve kadroların yeteceğini zannettiler. “Stratejik zakâları” yetersiz kaldı.

Avam yanları sonradan oluşturulmuş, derme çatma “seçkin” yanlarına baskın çıktı. Gene burada tuhaf olan şuydu ki bütün “şakirtler” bir gün gelip kendilerini “Masonlarla hesaplaşmaya” adamışlarken, kaderin bir cilvesi olarak diğer “İslamcılar”la çatıştılar. Burada ayrıca bir “ironi” gizliydi. Tabii ki devlet olmaya özenenler değil, devlet gücünü elinde bulunduranlar kazandı!



DEVLET “GRUPSAL EGOSANTRİZMLER”E TESLİM EDİLEMEZ!

Peki bu durumda soyut, ajitatif lafları bırakıp hangi “reel” sonuçları çıkartabiliriz? Bu olaydan çıkartılması gereken “dersler” neler olabilir? Birinci sonuç devletin dini veya ladini (dindışı) hiçbir grubun etkisine “açık” hale getirilmesine izin verilmemelidir. Bunlar ister dini, ister din dışı cemaatler, ister masonik, ister mezhepsel, ister etnik biçim alsınlar fark etmez. Buna “partizan” davranışları da ekleyebiliriz…

Hemen buna paralel devlet memurları sadece amirlerinden emir alacak durumda olmalıdırlar. Ne bir cemaat liderinden, ne mason locası üstadından, ne tarikat şeyhinden, hocasından ne de mezhep pirinden değil. Bu devletteki insanların bazılarının bu tarz yapılara mensup olmayacağı anlamına gelmese de bunun baskın ve marazi boyutlar almasına göz yumulmamalıdır. Demokrasi “inanç özgürlüğü”nü kapsar ama hiçbir inancın kendini devlete dayatması anlamına gelmez. Devlet rotasını bunlara göre çizmeye kalktığında “devlet” vasfını yitirir. Bu gibi yapılar kendi “özel alanlarını” ve “hukuklarını” devlete “taşımış” olurlar. Bugün gelinen nokta bütün bunların bir toplamıdır. Bir günde oluşmamıştır.

Devlet bu gibi yapıların “güç biriktirme havuzu” da değildir. “Grupsal bencillik” ve ihtiraslar devlette kaçınılmaz olarak çatışma ve saflaşma yaratacaktır. (Dahası başka yabancı servislerin bunlara “el atma” ihtimali de güçlenecektir.) Sistemi kendilerine göre yorumlayacaklar ve hiyerarşi kaybolacaktır. Bunun sonucu devleti “yönetilemez” hale getirmektir. Cumhuriyetin taşıyıcı kolonları kendi içinde kırılır. İşin sonu “Beka problemi” ne çıkar!

Burada adlandırmalar ya da güncelde öne çıkanlar önemli değildir. Biri gider diğeri gelir. Önemli olan mantığın ve alışkanlığın mahkum edilmesi, bu yönde oluşabilecek her türden “yapı”nın daha “kozalanma” aşamasında iken bertaraf edilmesidir. O yüzden kanaatimce soyut ve propagandif tepkilerden biran önce çıkıp, normalleşme sağlayıp, acilen devletin başına bir daha böylesi olaylar gelmemesi için hangi somut önlemler geliştirilebilir ona odaklanmak lâzım…

22.08.2016.

atillaakar@gmail.com