Can Dündar cezaevi günlerini anlattı: İçeri girince 'Ulan buradan çıkabilecek miyiz' dedim
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) "hak ihlali" kararıyla özgürlüklerine kavuşan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Silivri Cezaevi'ndeki 92 günlük tutukluluk günlerini anlattı.
Cumhuriyet'ten Aydın Engin'in sorularını yanıtlayan Dündar ve Gül, "hapishane koşullarının çok kötü olmadığını, ancak sorunun "insanlık dışı tecrit ve tecritten korkunç yalnızlaştırma işkencesi" olduğunu belirtiyor. Dündar, hapise girdiği ilk gece yaşadığı duyuyu şöyle anlatıyor:
"Ben şunu düşündüğümü hatırlıyorum, kapı kapanınca “Ne kadar sürecek acaba” duygusu ve Deniz Gezmiş belgeselini yaparken onun bir şeyi vardı, Halit Çelenk gidiyor görüşmeye, teselli etmeye çalışıyor, “Merak etmeyin halledeceğiz” falan filan. Deniz bakıyor, gülüyor ve “Faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin abi” diyor. Ben de “Ulan, dedim, faşizmin eline düştük bir kere, buradan acaba çıkabilecek miyiz. Böyle düşünceler geçti aklımdan."
Dündar ve Gül'ün Silivri'deki 92 günlük tutukluluk günlerini anlattığı beş günlük söyleşinin ikinci bölümü şöyle:
-Aydın Engin: Tutuklanmaya kadar geçen süreyi konuştuk. Sonra tutuklandınız ve hapse girdiniz. Bildiğim kadarıyla ikinizin de hapishane deneyiminiz yoktu. Hani derler ya, ilk defa milli oldunuz. Hapishaneyi nasıl tasavvur etmiştiniz kafanızda?
Erdem Gül - Ben söyleyeyim. İyi bir Yeşilçam film izleyicisiyim ben. Koğuş tarzını biliyorum tabii. Ama onu biraz sonra konuşuruz. Esas, babamın bir hapisliği var, dolayısıyla ben 12 Eylül hapishanelerini biraz biliyorum.
-Ama hapishaneler F Tipi değildi o zamanlar. F Tipi sonradan icat edildi.
Erdem Gül - Tabii değildi, 12 Eylül hapishaneleri bile değildi. Koğuş sistemiydi onlar. Dolayısıyla F Tiplerinin haberlerini yazıp duyarlı olduk ama gözümüzün önündeki resim, yattığımız hapishane değildi. O hali resmedememiştik girerken. Ben hiç görmedim yani hiç gitmedim de, ben bir odaya kapatılacağız bir süre sonra, üzerimize kapıyı kilitleyecekler ve 2 metrekarelik bir yerde hayatımız bu olacak gibi bir fotoğraf gözümün önüne asla yoktu daha.
"Dünyanın en tatlı yeri"
Can Dündar - Bize F Tiplerini gezdirmişlerdi. Sincan’ı gezdirmişlerdi, orada ben nasıl bir facianın yaklaşmakta olduğunu bizzat görüp Adalet Bakanı’na söylemiştim. Çok güzel anlatıyor işte “Dört yıldızlı otel kalitesinde filan dünyanın en tatlı yerleri filan” diyor. Tecrit diye bir şeyi ağızlarına almamaya çalışmışlardı. Bütün onların içinde bir insan yaşayacak yani istediğiniz kadar saray gibi anlatın. Dolayısıyla ben neyle karşılaşacağımı biliyordum. F Tipi üzerine yapılan tüm o kampanyalar sırasında biraz içeride nasıl bir şey olduğunu biliyordum, çok hazırlıklıydım yani.
-Peki, yan yana iki ayrı hücreye konduğunuza göre ve bilmediğiniz koşullarda, oranın treatmanı çok farklı. Hiçbir şey belli değil. Hapishane yönetimine çok fazla inisiyatif veren bir yer Silivri’deki. İçeri girdiniz, nizamiyede minibüsten indiğiniz andan kapı ardınıza kapanana kadar bize aktarmaya değer neler yaşadınız?
Erdem Gül - Şöyle, saat gece 11 buçuğa bulmuştu, gün bitiyordu nerdeyse. O saatte tabii oradaki görevlilerin yorgunluğunun da arttığı saatler. Ama bizim geleceğimiz belli, hazırlanmışlar. Bir giriş formu doldurulması lazım. Bir kere bilgisayarda bir saat kadar falan o formu bulmaya çalıştılar. Hatta ben bir ara Can’ın çok yorgun olduğunu gözledim. Halimiz yorgunluktan bir an önce hücremize koyun noktasındaydı. Çünkü çok fazla soru sordular, hatta senin yazında da var. Saç rengi meselesi.
Can Dündar - Ya evet, Erdem’e saç rengini sordular. Ben de “Erdem, dedim, sen saç rengini doğru söylemiyorsun.”
-Niye? Haaa anladım, bu Erdem benim gibi kel ya, onu söylüyorsun.
Erdem Gül - Önce Can’ı götürdüler. Çünkü Can’ın formu önce bitti. Beni de son aramayı yapıp götürdüler. Uçaklarda olduğu gibi kemeri de ayakkabıyı çıkarıp son aramayı yapıp koğuşa götürdüler. Beni götürene, “Can nerede” diye sordum. “Yan tarafında senin” dedi. “Konuşabilecek miyim” dedim, “Konuşursun, konuşursun” diye geçiştirdi. Bir süre acaba konuşur muyum diye bakındım ama imkânsız tabii..
“İlk gece ‘villayı’ gezdim”
Can Dündar - 40 gün konuşamadık sonra.
-Peki, kapı ardınızdan kapandı, ilk gece ne yaptınız Can?
Can Dündar - Valla ben çok yorgundum; hakikaten çok yorgundum, şöyle bir gezdim bizim ‘villayı’ alt kat, üst kat sonra da vurdum kafayı yattım.
-Bildiğim kadarıyla geceleri havalandırma kapısı kapanıyor?
Erdem Gül - Gün ışığının bittiği saatte kapanıyor. Biz gittiğimiz sıralarda, 26 Kasım’da 17’diydi kapanış saati.
Can Dündar - Ben şunu düşündüğümü hatırlıyorum, kapı kapanınca “Ne kadar sürecek acaba” duygusu ve Deniz Gezmiş belgeselini yaparken onun bir şeyi vardı, Halit Çelenk gidiyor görüşmeye, teselli etmeye çalışıyor, “Merak etmeyin halledeceğiz” falan filan. Deniz bakıyor, gülüyor ve “Faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin abi” diyor. Ben de “Ulan, dedim, faşizmin eline düştük bir kere, buradan acaba çıkabilecek miyiz. Böyle düşünceler geçti aklımdan. Tuvalete baktım girilecek gibi değil, pislik anlamında değil ama yani şey sonuçta senin alıştığın bir hayat tarzı var. Bir duşun yanında bir alaturka tuvalet. Yanlışlıkta duş alırken bir adım atsan oraya düşebilirsin. Zaten 9 numaralı hapishane inşaat halinde kısmen. Kullanılmamış galiba daha. Yeni bir yer yani. Bir seneden az. Neyse bizim villayı gezip sonra da yattım. Zaten eşyamız da yoktu. Üst baş desen, ben damat gibi giyinmiştim.
"Yeşil soda şişesinde sıcak çay"
-İlk günler kendinizi acemi hissettiniz mi? Daha sonra ustalaşınca güldüğünüz, kendinizle dalga geçtiğiniz neler oldu?
Erdem Gül - Aslında Mamak’ta yatan Nuri Özdemir var benim tanıdığım. Ana Devrimci Yol davasından yattı. Ben Nuri abiyle hapise düşmeden önce çok fazla muhabbet ettim. O sık sık sözü cezaevi anılarına getirir. Onun en keyifli anıları yeni düşen çaylakları işletmek üstünedir. Onları çok anlatırdı.
Can Dündar - O çaylaklığı atlamamızda Silivri içerisinde iletişimin müthiş bir yararı oldu. Bütün katı kurallara, yüksek duvarlara rağmen insanoğlunun iletişimini engelleyemiyorlar. Sabah kalktım bir saat sonra ilk pusulam geldi yukarıdan. Silivri bizden önce iç haberleşme yöntemlerini keşfetmiş. Yani burada bunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bir şekilde halletmişler. 10 metre yüksekliğinde bir duvar var avlunuzun çevresinde. O 10 metre duvarın üzerine kol gücü yeten, direkt pusula yollayabiliyor. Bu bazen sıcak bir çay oluyor, bana o sabah çay geldi.
Erdem Gül - Bana da geldi.
-Bir dakika, bir dakika pusulayı anladım da çayı anlamadım.
Can Dündar - Yeşil soda şişesine sıcak çay ve kesme şekeri koyup içine bir de pusulayı salladıktan sonra bahçende bir anda çay buluyorsun. Yan koğuştaki Nokta Dergisi’nden arkadaşlar bizden kıdemlilerdi.
-Nokta'dan olduklarını nereden anladınız?
Can Dündar - Pusulada yazıyordu
Erdem Gül - Cevheri ve Murat.
Can Dündar - Benim yanımda Murat yatıyordu, onun yanında Cevheri yatıyormuş. Dolayısıyla Cevheri, Murat, Can ve Erdem şeklinde sıralanmış dört gazeteciydik.
-Erdem, sen en kenardasın. Çay sana nasıl geliyor?
Erdem Gül - Can’a geliyor, o bana atıyor. İki tane geliyor ona, birini atıyor. Elma gönderiyorlar birini yiyip diğerini bana atıyor. “Bu da Cevheri’den” diyor, hooop bir çikolata geliyor.
-Yani sen Can’a bağımlıydın?
Can Dündar - Göndermesem kendim yiyebilirdim yani.
- Belki de yapmışsındır?
Erdem Gül - Bence de. Benim az yediğim bir şeyler olmuştur abi.
Can Dündar - Bir kitap geldi, Komünist Manifesto’yu hediye diye yolladılar. İlk bir hafta içinde ben de acemiyim pusula yollama konusunda. Erdem’e mektup yazdım, “Bu sana geldi” diye bantlayıp yolladım. Ama yollayamadım, damda kaldı! Şimdi Silivri’nin damında Erdem’e yazılmış bir Komünist Manifesto var. Onu birileri oradan alıp okurlarsa herkesin işine yarayacağını düşünüyorum.
Erdem Gül - Bizim koğuşun tellerinde de bir tane topumuz duruyor.
Can Dündar - Erdem’i uyardım, “Abanma abi, teknik oyna” dedim dinlemedi, abandı.
"Sarılabilirsin, ama aşırıya gitme"
-İlk ziyaretçiniz kimdi?
Can Dündar - Metin Feyzioğlu, Barolar Birliği Genel Başkanı. İçeri girdik, ertesi gün, “Avukatın var” dediler.
-Cumhuriyet avukatlarından biri olduğunu sanmıştım.
Can Dündar - Hayır, ilk Metin Feyzioğlu geldi, “Karına sarılır gibi sarılabilirsin ama aşırıya gitme” dedi. Gülüştük...
-Önceden tanışıklığınız var mı?
Can Dündar - Vardı, muhabbetimiz vardı. İlk o geldi arkasından bizim avukatlar geldi. İlk gün aile ile görüşme şansı da bulduk. Açık görüşe izin verdiler. Dilek de geldi, oğlum Ege de geldi.
-Ege durumdan olumsuz etkilenmiş miydi?
Can Dündar - Beni görene kadar etkilenmiş, beni görünce rahatlamış. Sonradan anlattı, “Seni görene kadar çok endişeliydim” dedi. Sonuçta korkunç kapılardan geçiyor falan. Kapılar, yine kapılar, yeni kapılar... Ama biz aslında çok eğlendik. Şu halimize bakma. Şimdi ağlamaklı yüzlerle karşında oturuyoruz ama gerçekten birilerine kapak olsun; hakikaten çok eğlendik.
Erdem Gül - Benim de ilk ziyaretçim Feyzioğlu’ydu. Zaten bizim bütün ziyaretçilerimiz ortaktı. İkimize birden geliyordu. Ama biz ayrı tecritlerde kaldığımız sürede birbirimizi görmüyorduk, önce Can’ı, sonra beni görüyorlardı ya da tersi. O yüzden tüm ziyaretçilerimiz ortak.Sadece eşlerimizle ayrı görüş yaptık. Arkasından da CHP milletvekillerigeldi. Şafak Pavey, sayalım onları, Utku Çakırözer...
Can Dündar - Gerçekten aslında koşullar facia değil, ortaçağ zindanı değil orası. İki katlı, geniş, ısınıyor. Sorun orada değil. Tecrit insanlık dışı ve tecritten korkunç işkence.
-Bunu biraz açar mısın?
Can Dündar - İnsanın insandan kopartılması ve yalnızlaştırılması. Biraz önce Deniz Gezmiş’in kardeşi ve abisi buradaydı. Onlarla da konuştuk. Deniz’ler oturuyorlar birlikte savunma hazırlıyorlar, mavra yapıyorlar, direniş oluyor, birine bir fiske vurulsa hepsi üzerine atlıyor. Mahir’lerin anılarınıokuyoruz, Mahir’ler orada bir yandan savunma hazırlayıp bir yandan tünel kazıyorlar. İnsanın insana değmesi müthiş bir direnç oluşturuyor. Çağımız cezaevlerinin en önemli özelliği bunu kırması. Dayakla, işkenceyle, insanla mücadele edemeyeceklerini gördüler ve yalnızlaştırmakla işkenceye başladılar.
"Üşümekten korkuyordum"
-Soğuk muydu?
Can Dündar - Soğuk değildi, bizi en çok öyle korkutmuşlar. Erdem soğuktan pek etkilenmiyor ama ben üşümekten korkardım. Ama ısınıyordu yani gayet iyi yanıyordu kaloriferler.
Erdem Gül - Ben polislerle giderken sigara meselesini konuştum. İçeride sigarasız kalmayayım, geceyarısı olmuş. “İçilmemiş yani açılmamış paket alırsan onu sokabilirsin içeri’ dedi polisler. Dolayısıyla içeri sigaramla girdim ama çakmağım yok. Çünkü aramada almışlar. Sigara var, çakmak yok. Sigara içmek istiyor canım, ama girmişim bizim dublekse; kapı kapanmış. Bir buton var bir sorun olduğunda basıyoruz. İlk sigara için bastım o butona. Dedim ki, “Kardeş çay verin”. Çay getirdiler bana. Dedim ki “Çakmak istiyorum”. Bir de çakmak verdiler. Dolayısıyla ben uyumadan önce bir çay ve birkaç sigara içtim, sonra uyudum. Bir saat içinde uyumuşumdur.
-Sabah sayımında 8’de kalkılacağına ilişkin sizi önceden uyardılar mı?
Erdem Gül - Sanırım biliyorduk sayım olacağını. Her kapının arkasında o cezaevindeki uygulamaya ilişkin maddeler var. Ben orayı okumuştum
Can Dündar - Hoparlör var koğuşun içinde. İlkokuldan ya da liseden beri ilk defa yaşadığım yerin içinde hoparlör sesi duyuluyor. Sayımdan 5 dakika önce anons ediyorlar. Toplanın diye, “sabah sayımı yapılacaktır sayım için hazır olun”. Kalkıp aşağıya indim ben de.
"Ben şunu düşündüğümü hatırlıyorum, kapı kapanınca “Ne kadar sürecek acaba” duygusu ve Deniz Gezmiş belgeselini yaparken onun bir şeyi vardı, Halit Çelenk gidiyor görüşmeye, teselli etmeye çalışıyor, “Merak etmeyin halledeceğiz” falan filan. Deniz bakıyor, gülüyor ve “Faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin abi” diyor. Ben de “Ulan, dedim, faşizmin eline düştük bir kere, buradan acaba çıkabilecek miyiz. Böyle düşünceler geçti aklımdan."
Dündar ve Gül'ün Silivri'deki 92 günlük tutukluluk günlerini anlattığı beş günlük söyleşinin ikinci bölümü şöyle:
-Aydın Engin: Tutuklanmaya kadar geçen süreyi konuştuk. Sonra tutuklandınız ve hapse girdiniz. Bildiğim kadarıyla ikinizin de hapishane deneyiminiz yoktu. Hani derler ya, ilk defa milli oldunuz. Hapishaneyi nasıl tasavvur etmiştiniz kafanızda?
Erdem Gül - Ben söyleyeyim. İyi bir Yeşilçam film izleyicisiyim ben. Koğuş tarzını biliyorum tabii. Ama onu biraz sonra konuşuruz. Esas, babamın bir hapisliği var, dolayısıyla ben 12 Eylül hapishanelerini biraz biliyorum.
-Ama hapishaneler F Tipi değildi o zamanlar. F Tipi sonradan icat edildi.
Erdem Gül - Tabii değildi, 12 Eylül hapishaneleri bile değildi. Koğuş sistemiydi onlar. Dolayısıyla F Tiplerinin haberlerini yazıp duyarlı olduk ama gözümüzün önündeki resim, yattığımız hapishane değildi. O hali resmedememiştik girerken. Ben hiç görmedim yani hiç gitmedim de, ben bir odaya kapatılacağız bir süre sonra, üzerimize kapıyı kilitleyecekler ve 2 metrekarelik bir yerde hayatımız bu olacak gibi bir fotoğraf gözümün önüne asla yoktu daha.
"Dünyanın en tatlı yeri"
Can Dündar - Bize F Tiplerini gezdirmişlerdi. Sincan’ı gezdirmişlerdi, orada ben nasıl bir facianın yaklaşmakta olduğunu bizzat görüp Adalet Bakanı’na söylemiştim. Çok güzel anlatıyor işte “Dört yıldızlı otel kalitesinde filan dünyanın en tatlı yerleri filan” diyor. Tecrit diye bir şeyi ağızlarına almamaya çalışmışlardı. Bütün onların içinde bir insan yaşayacak yani istediğiniz kadar saray gibi anlatın. Dolayısıyla ben neyle karşılaşacağımı biliyordum. F Tipi üzerine yapılan tüm o kampanyalar sırasında biraz içeride nasıl bir şey olduğunu biliyordum, çok hazırlıklıydım yani.
-Peki, yan yana iki ayrı hücreye konduğunuza göre ve bilmediğiniz koşullarda, oranın treatmanı çok farklı. Hiçbir şey belli değil. Hapishane yönetimine çok fazla inisiyatif veren bir yer Silivri’deki. İçeri girdiniz, nizamiyede minibüsten indiğiniz andan kapı ardınıza kapanana kadar bize aktarmaya değer neler yaşadınız?
Erdem Gül - Şöyle, saat gece 11 buçuğa bulmuştu, gün bitiyordu nerdeyse. O saatte tabii oradaki görevlilerin yorgunluğunun da arttığı saatler. Ama bizim geleceğimiz belli, hazırlanmışlar. Bir giriş formu doldurulması lazım. Bir kere bilgisayarda bir saat kadar falan o formu bulmaya çalıştılar. Hatta ben bir ara Can’ın çok yorgun olduğunu gözledim. Halimiz yorgunluktan bir an önce hücremize koyun noktasındaydı. Çünkü çok fazla soru sordular, hatta senin yazında da var. Saç rengi meselesi.
Can Dündar - Ya evet, Erdem’e saç rengini sordular. Ben de “Erdem, dedim, sen saç rengini doğru söylemiyorsun.”
-Niye? Haaa anladım, bu Erdem benim gibi kel ya, onu söylüyorsun.
Erdem Gül - Önce Can’ı götürdüler. Çünkü Can’ın formu önce bitti. Beni de son aramayı yapıp götürdüler. Uçaklarda olduğu gibi kemeri de ayakkabıyı çıkarıp son aramayı yapıp koğuşa götürdüler. Beni götürene, “Can nerede” diye sordum. “Yan tarafında senin” dedi. “Konuşabilecek miyim” dedim, “Konuşursun, konuşursun” diye geçiştirdi. Bir süre acaba konuşur muyum diye bakındım ama imkânsız tabii..
“İlk gece ‘villayı’ gezdim”
Can Dündar - 40 gün konuşamadık sonra.
-Peki, kapı ardınızdan kapandı, ilk gece ne yaptınız Can?
Can Dündar - Valla ben çok yorgundum; hakikaten çok yorgundum, şöyle bir gezdim bizim ‘villayı’ alt kat, üst kat sonra da vurdum kafayı yattım.
-Bildiğim kadarıyla geceleri havalandırma kapısı kapanıyor?
Erdem Gül - Gün ışığının bittiği saatte kapanıyor. Biz gittiğimiz sıralarda, 26 Kasım’da 17’diydi kapanış saati.
Can Dündar - Ben şunu düşündüğümü hatırlıyorum, kapı kapanınca “Ne kadar sürecek acaba” duygusu ve Deniz Gezmiş belgeselini yaparken onun bir şeyi vardı, Halit Çelenk gidiyor görüşmeye, teselli etmeye çalışıyor, “Merak etmeyin halledeceğiz” falan filan. Deniz bakıyor, gülüyor ve “Faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin abi” diyor. Ben de “Ulan, dedim, faşizmin eline düştük bir kere, buradan acaba çıkabilecek miyiz. Böyle düşünceler geçti aklımdan. Tuvalete baktım girilecek gibi değil, pislik anlamında değil ama yani şey sonuçta senin alıştığın bir hayat tarzı var. Bir duşun yanında bir alaturka tuvalet. Yanlışlıkta duş alırken bir adım atsan oraya düşebilirsin. Zaten 9 numaralı hapishane inşaat halinde kısmen. Kullanılmamış galiba daha. Yeni bir yer yani. Bir seneden az. Neyse bizim villayı gezip sonra da yattım. Zaten eşyamız da yoktu. Üst baş desen, ben damat gibi giyinmiştim.
"Yeşil soda şişesinde sıcak çay"
-İlk günler kendinizi acemi hissettiniz mi? Daha sonra ustalaşınca güldüğünüz, kendinizle dalga geçtiğiniz neler oldu?
Erdem Gül - Aslında Mamak’ta yatan Nuri Özdemir var benim tanıdığım. Ana Devrimci Yol davasından yattı. Ben Nuri abiyle hapise düşmeden önce çok fazla muhabbet ettim. O sık sık sözü cezaevi anılarına getirir. Onun en keyifli anıları yeni düşen çaylakları işletmek üstünedir. Onları çok anlatırdı.
Can Dündar - O çaylaklığı atlamamızda Silivri içerisinde iletişimin müthiş bir yararı oldu. Bütün katı kurallara, yüksek duvarlara rağmen insanoğlunun iletişimini engelleyemiyorlar. Sabah kalktım bir saat sonra ilk pusulam geldi yukarıdan. Silivri bizden önce iç haberleşme yöntemlerini keşfetmiş. Yani burada bunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bir şekilde halletmişler. 10 metre yüksekliğinde bir duvar var avlunuzun çevresinde. O 10 metre duvarın üzerine kol gücü yeten, direkt pusula yollayabiliyor. Bu bazen sıcak bir çay oluyor, bana o sabah çay geldi.
Erdem Gül - Bana da geldi.
-Bir dakika, bir dakika pusulayı anladım da çayı anlamadım.
Can Dündar - Yeşil soda şişesine sıcak çay ve kesme şekeri koyup içine bir de pusulayı salladıktan sonra bahçende bir anda çay buluyorsun. Yan koğuştaki Nokta Dergisi’nden arkadaşlar bizden kıdemlilerdi.
-Nokta'dan olduklarını nereden anladınız?
Can Dündar - Pusulada yazıyordu
Erdem Gül - Cevheri ve Murat.
Can Dündar - Benim yanımda Murat yatıyordu, onun yanında Cevheri yatıyormuş. Dolayısıyla Cevheri, Murat, Can ve Erdem şeklinde sıralanmış dört gazeteciydik.
-Erdem, sen en kenardasın. Çay sana nasıl geliyor?
Erdem Gül - Can’a geliyor, o bana atıyor. İki tane geliyor ona, birini atıyor. Elma gönderiyorlar birini yiyip diğerini bana atıyor. “Bu da Cevheri’den” diyor, hooop bir çikolata geliyor.
-Yani sen Can’a bağımlıydın?
Can Dündar - Göndermesem kendim yiyebilirdim yani.
- Belki de yapmışsındır?
Erdem Gül - Bence de. Benim az yediğim bir şeyler olmuştur abi.
Can Dündar - Bir kitap geldi, Komünist Manifesto’yu hediye diye yolladılar. İlk bir hafta içinde ben de acemiyim pusula yollama konusunda. Erdem’e mektup yazdım, “Bu sana geldi” diye bantlayıp yolladım. Ama yollayamadım, damda kaldı! Şimdi Silivri’nin damında Erdem’e yazılmış bir Komünist Manifesto var. Onu birileri oradan alıp okurlarsa herkesin işine yarayacağını düşünüyorum.
Erdem Gül - Bizim koğuşun tellerinde de bir tane topumuz duruyor.
Can Dündar - Erdem’i uyardım, “Abanma abi, teknik oyna” dedim dinlemedi, abandı.
"Sarılabilirsin, ama aşırıya gitme"
-İlk ziyaretçiniz kimdi?
Can Dündar - Metin Feyzioğlu, Barolar Birliği Genel Başkanı. İçeri girdik, ertesi gün, “Avukatın var” dediler.
-Cumhuriyet avukatlarından biri olduğunu sanmıştım.
Can Dündar - Hayır, ilk Metin Feyzioğlu geldi, “Karına sarılır gibi sarılabilirsin ama aşırıya gitme” dedi. Gülüştük...
-Önceden tanışıklığınız var mı?
Can Dündar - Vardı, muhabbetimiz vardı. İlk o geldi arkasından bizim avukatlar geldi. İlk gün aile ile görüşme şansı da bulduk. Açık görüşe izin verdiler. Dilek de geldi, oğlum Ege de geldi.
-Ege durumdan olumsuz etkilenmiş miydi?
Can Dündar - Beni görene kadar etkilenmiş, beni görünce rahatlamış. Sonradan anlattı, “Seni görene kadar çok endişeliydim” dedi. Sonuçta korkunç kapılardan geçiyor falan. Kapılar, yine kapılar, yeni kapılar... Ama biz aslında çok eğlendik. Şu halimize bakma. Şimdi ağlamaklı yüzlerle karşında oturuyoruz ama gerçekten birilerine kapak olsun; hakikaten çok eğlendik.
Erdem Gül - Benim de ilk ziyaretçim Feyzioğlu’ydu. Zaten bizim bütün ziyaretçilerimiz ortaktı. İkimize birden geliyordu. Ama biz ayrı tecritlerde kaldığımız sürede birbirimizi görmüyorduk, önce Can’ı, sonra beni görüyorlardı ya da tersi. O yüzden tüm ziyaretçilerimiz ortak.Sadece eşlerimizle ayrı görüş yaptık. Arkasından da CHP milletvekillerigeldi. Şafak Pavey, sayalım onları, Utku Çakırözer...
Can Dündar - Gerçekten aslında koşullar facia değil, ortaçağ zindanı değil orası. İki katlı, geniş, ısınıyor. Sorun orada değil. Tecrit insanlık dışı ve tecritten korkunç işkence.
-Bunu biraz açar mısın?
Can Dündar - İnsanın insandan kopartılması ve yalnızlaştırılması. Biraz önce Deniz Gezmiş’in kardeşi ve abisi buradaydı. Onlarla da konuştuk. Deniz’ler oturuyorlar birlikte savunma hazırlıyorlar, mavra yapıyorlar, direniş oluyor, birine bir fiske vurulsa hepsi üzerine atlıyor. Mahir’lerin anılarınıokuyoruz, Mahir’ler orada bir yandan savunma hazırlayıp bir yandan tünel kazıyorlar. İnsanın insana değmesi müthiş bir direnç oluşturuyor. Çağımız cezaevlerinin en önemli özelliği bunu kırması. Dayakla, işkenceyle, insanla mücadele edemeyeceklerini gördüler ve yalnızlaştırmakla işkenceye başladılar.
"Üşümekten korkuyordum"
-Soğuk muydu?
Can Dündar - Soğuk değildi, bizi en çok öyle korkutmuşlar. Erdem soğuktan pek etkilenmiyor ama ben üşümekten korkardım. Ama ısınıyordu yani gayet iyi yanıyordu kaloriferler.
Erdem Gül - Ben polislerle giderken sigara meselesini konuştum. İçeride sigarasız kalmayayım, geceyarısı olmuş. “İçilmemiş yani açılmamış paket alırsan onu sokabilirsin içeri’ dedi polisler. Dolayısıyla içeri sigaramla girdim ama çakmağım yok. Çünkü aramada almışlar. Sigara var, çakmak yok. Sigara içmek istiyor canım, ama girmişim bizim dublekse; kapı kapanmış. Bir buton var bir sorun olduğunda basıyoruz. İlk sigara için bastım o butona. Dedim ki, “Kardeş çay verin”. Çay getirdiler bana. Dedim ki “Çakmak istiyorum”. Bir de çakmak verdiler. Dolayısıyla ben uyumadan önce bir çay ve birkaç sigara içtim, sonra uyudum. Bir saat içinde uyumuşumdur.
-Sabah sayımında 8’de kalkılacağına ilişkin sizi önceden uyardılar mı?
Erdem Gül - Sanırım biliyorduk sayım olacağını. Her kapının arkasında o cezaevindeki uygulamaya ilişkin maddeler var. Ben orayı okumuştum
Can Dündar - Hoparlör var koğuşun içinde. İlkokuldan ya da liseden beri ilk defa yaşadığım yerin içinde hoparlör sesi duyuluyor. Sayımdan 5 dakika önce anons ediyorlar. Toplanın diye, “sabah sayımı yapılacaktır sayım için hazır olun”. Kalkıp aşağıya indim ben de.