'BÜYÜK BİR YAZARI, HALKININ ÖCÜNÜ KOMAYAN BİR MİZAHI KAYBETTİK'

Gazeteler, doğal olarak birinci sayfalarından başlanarak okunur, ama Cumhuriyet ikinci sayfadan!

“Benim İlhan Selçuk'um” kimdi?

Dört sözcükten ibaret bu soru, ne kadar çok hatırayı ayaklandırıyor. Ama ben birinciliği, “Dur bakalım”a veririm.

İlhan Selçuk'un, tanık olduğum bütün önemli olaylardaki ilk tavrı bu olurdu...

“Dur bakalım!...”

Başka?

Özel...

Siyah elbisesinin içindeki hakim yaka gömlekleriyle özdeşleşen kıyafetinden dört nala Türkçe'sine, mizahından cesaretine, sükûnetle öncelediği sertliğinden sürekli etkili olabilmesine, çizgisinden yazgısına baktığınızda çok “özel” bir insandı İlhan Selçuk.

Ankara Bürosu'nun kapısından ilk adımı Temmuz 1987'de attığım Cumhuriyet gazetesinde yazdığım ilk kitabın (İki Gözüm Ayşe – Sabahattin Ali'nin Özel Mektupları) önsözü Uğur Mumcu'nun imzasını taşıyor.

Yine Cumhuriyet'te yazdığım ikinci kitabın (Uçuran Holding – Tansu Çiller'in Can Sıkıcı Belgeseli) önsözünde İlhan Selçuk'un imzası var.

Cumhuriyet ikinci sayfadan açılırdı

Gazeteler, doğal olarak birinci sayfalarından başlanarak okunur. Uğur Mumcu'su elinden alınmış Cumhuriyet ise ikinci sayfadaki “Pencere”den açılırdı. Pencere'nin altına 48 yıldır el yazısıyla atılan o imza, kitabımın ardından, nikâh defterimde de “tanık” olarak onurlandırmıştı beni.

Nadir Nadi'nin başyazar, Hasan Cemal'in Genel Yayın Yönetmeni, Okay Gönensin'in Yazı İşleri Müdürü olarak başında bulunduğu Cumhuriyet'in efsanevi Ankara Bürosu'ndaki o yıllar geçiyor gözümün önünden. Yalçın Doğan Temsilci, Ahmet Tan İstihbarat Şefi'ydi. Uğur Mumcu, Mustafa Ekmekçi, Cüneyt Arcayürek, Ahmet Taner Kışlalı, Erbil Tuşalp, Enis Berberoğlu, Sedat Ergin, Bilal Çetin, Ufuk Güldemir, Işık Kansu, Faruk Bildirici, Yasemin Çongar, Semih İdiz, Turan Yılmaz, Hakan Aygün, Günseli Önal, Tuncay Özkan, Havva Can, Hasan Uysal, Ümit Aslanbay, Vecdi Seviğ, Canan Gedik, Hakkı Erdem, Betül Uncular...

'Sence Cumhuriyet'teki kavga neden bitmiyor'

1993 yılında bir Ankara ziyaretinden İstanbul'a dönerken Esenboğa'ya kadar eşlik ettiğim İlhan Selçuk, çocukluğumu, okuduğum okulları, gazetede neler yaptığımı sordu ve ekledi:

“Sence neden Cumhuriyet içindeki kavga bitmiyor?”

Her genç gazeteci gibi benim de böyle bir soruya verecek uzun ve ateşli bir yanıtım vardı. Ancak öyle yapmadım. “Küçük anlaşmazlıklarda bile insanlar bütün kuvvetlerini seferber ettiği için hiç değmeyecek tartışmaların da büyük tahribatlar, kırgınlıklar yarattığını, ihtilaf sırasında diyalogda kalmayı beceremediğimizi, bunun sadece Cumhuriyet'in değil, Türkiye'nin de sorunu olduğunu” söylemekle yetindim.

Gülümsedi...

Kısa bir süre sonra Ankara Haber Müdürlüğü'ne getirildiğimde, Esenboğa yolundaki o sohbeti hatırlayarak gülümsedim...

Gazeteci balta değil, neşter kullanır


Büyük bir servete sahip olan Tansu Çiller'in Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olarak vergi ödemekten nasıl kaçtığını, Özer Uçuran Çiller'in İstanbul Bankası'nı nasıl batırdığını, kamu bankalarının nasıl yağmalandığını belgelerle yayımlarken büyük bir desteğini gördüm. Haberler üzerine Başbakan'ın “adamları” ile kamu bankalarının yöneticileri İlhan Selçuk'un kapısına dikilmiş, ancak “Haberleri yazanla görüşün” diyerek hepsini reddetmişti. Kendi ifadesiyle “medyalaşan basın”da tek başına bir “güç”tü.

“Gazeteci, balta değil neşter kullanır!”

“Cumhuriyet'teki kavganın neden bitmediği”ne ilişkin yıllar sonraki ikinci konuşmamız bu kez gazeteden ayrılmamı gerektirdi. Ancak İlhan Selçuk'un kitabıma not ettiği yukarıdaki söz, meslek hayatıma hâlâ refakat ediyor.

İlhan Selçuk'un çizgisini İlhan Selçuk yazısından esirgememek

Kalemi eline aldığı 60 yıl boyunca “etkili” olmuş bir yazardan söz ediyoruz. Evet, laikliğin tehlikede olduğu kaygısıyla parlamentoya karşı askerin yanına savrulduğu oldu, bütün hayatındaki en belirgin çizgi olan Cumhuriyet'in bekasını demokrasiden ayrı düşünebildi.

İlhan Selçuk'tan da öğrenilen bir gazetecilik, İlhan Selçuk yazısında İlhan Selçuk'un çizgisini İlhan Selçuk'tan esirgemeye imkân bırakmıyor. Ancak, hayatını işkencelere ve cezaevlerine de sürükleyen, bedelini son nefesine kadar ödediği bu çizginin İlhan Selçuk'un “demokrasi” mücadelesinden çıktığını ve kendi ufkundaki bir “demokrasi”yi umut ettiğini unutmamamız gerekiyor.

Karşıtlarında bile saygı uyandıran cesareti, daimi etkisi, çıkarsızlığı ve müthiş mizahıyla ömrünün sonuna kadar bağımsız kalabilmiş bir yazardan söz ediyoruz. Hayatına girdiği bütün insanları, bir şekilde, ama mutlaka etkilemiş bir yazardan.

Büyük bir yazarı, Cemal Süreya'nın deyimiyle “halkının öcünü komayan” ve “cezalandıran bir mizah”ı kaybettik.

Yattığı yer İlhan Abi'yi incitmesin...

Doğan AKIN / T24