Efendim: Abdullah Öcalan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” nda ilginç bir laf etti. Bir tür geçmiş özeleştirisi gibi duran cümlesinde “Reel sosyalizm” den söz ediyordu. Anlaşılan PKK ve Öcalan oluşum sürecinde “Reel sosyalizm” in baskısı altında kalmıştı. Bundan hayli olumsuz bir şey olarak söz ederek adeta şikâyet etmekteydi. Önce cümlesine bakalım:
“PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur. Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır.”
Günah Keçisi Reel Sosyalizm!..
Burada uzun uzadıya “Reel sosyalizm nedir, ne değildir” tartışmasına girmeyeceğim. Kabaca reel sosyalizm Sovyetler Birliği ve ona bağlı ülkelerde pratikte uygulanan, cari, geçerli sosyalizm modeliydi. Terimi kullananlara göre Marksist ideallerden hayli uzaklaşmış bir modeldi.
Terimi Türkiye’de solda moda haline getiren 80 öncesinden beri BİRİKİM Dergisi ve çevresiydi. Sonradan herkese bulaştı. Şimdilerde ise Öcalan’a kalırsa kendilerine bütün hataları reel sosyalizm yaptırmıştı. Adeta “Terör yaptık ama niye yaptık bir sorun!..” demediği kalmıştı. Şimdi bu gereksiz bagajı atma zamanıydı!..
Sola Sızan Kürt Milliyetçiliği!..
Peki o zaman PKK neydi? “Marksist” mi yoksa pür “Kürt milliyetçisi” mi? Hangisiydi? Bu soruya bir çırpıda “Evet” ya da “Hayır” şeklinde cevap vermek pek kolay değil. Aslına bakılırsa Türkiye’deki bütün etnik ve mezhepsel hareketler hep solla bir tür “Simbiyotik” ilişki geliştirdiler. Hatta –maalesef- kullandılar. Bu anlamda solun “kendini bulmasını” engellediler diyebiliriz. Sonunda sol bir PKK – DEM kuyrukçuluğuna kadar vardı. Etnikçi bakışın vakum etkisine kapıldı…
Örneğin 60’lı yıllardaki 1. TİP toplumda genel kabul görmüş, parlamenter - barışçı mücadele içinde yükselen bir hareketti. Ancak TİP sanıldığının aksine “Komünizm propagandası” yapmaktan değil “Kürtçülük propagandası” ndan kapatıldı. Bu süreçte ne yazık ki sosyalist sol çoğu durumda sola sızmış “Kürtçü” eğilimle arasına sınır koyamadı ve bunun sıkıntısını yaşadı. Etnik kimlikleri öne çıkaran boğucu siyasetin etkisi altına girdiler!
Ayrıca etnikçi damar Türk Solu ve solcuları üzerinde uzun süredir tam saha psikolojik baskı uyguluyordu. Hatta bir kompleks oluşturmuşlardı. ( Onları desteklemeyen herkes “Sosyal Şovenist” damgası yiyebilirdi!) Kendileri milliyetçilik yapabilirler ama “Halkların Kardeşliği” adına soldan tek yönlü bir “Dayanışma” beklerlerdi. (“Ezilen ulusun milliyetçiliği olmaz” palavrası!) Solda bu durumu adeta gönüllü olarak kabullenmiş görünüyordu.
Marksizmden Etkilenme!..
O dönemde daha çok “Apocular” olarak anılan PKK’ya gelince onlar Türk Solu içine sızmadı. Tam tersine başlangıçta kendini özenle ayırdı ve hatta Güneydoğu’da çoğu Türk ve Kürt sol –sosyalist örgütlerini şiddet kullanarak ezdi, zora dayalı hakimiyet kurdu. İlaveten PKK’nın kuruluşunda orak çekiçli kızıl yıldızlı amblemi vardı. Marksist kavram, sembol ve jargonu bolca kullanmaktaydı. Ancak bu yaldızın altını biraz kazıdığınızda bariz “Kürt milliyetçisi” motifler ve duygu öne çıkmaktaydı.
Ki, adı da zaten “Partiya Karkeren Kurdistane” yani “Kürdistan İşçi Partisi” idi. (Her ne kadar tek işçinin bile hakkını savunduğunu duymasak bile!) Kendilerini “Ulusal Kurtuluş Hareketi” olarak tanımlıyorlardı. Bu haliyle dünyada benzer örnekleri çok olan “Marksist gerilla hareketleri” nden biri gibiydi.
Ne Deve Ne Kuş!..
Ne var ki PKK Marksizmden etkilenmiş görünse de asıl dinamiğini “Kürt milliyetçiliği” nden alıyordu. Temel motivasyonu buydu. Ancak bu Marksist bir jargonla gölgelenmişti. (O dönem sosyalizmin prestiji dünyada ve Ortadoğu’da halen yüksekti ve SSCB ulusal kurtuluş hareketlerini destekliyordu. Belki buna bel bağladılar ama yanıldılar. Sovyetlerden yüz bulamadılar. ) Süreçte, bilhassa Güneydoğu’da halktan karşılık bulup, kitlesellik kazanmasıyla birlikte, Marksist söylem giderek geriledi.
Bu anlamda PKK’da iki kimlikten de izler bulmak mümkündü. Ancak dominant yanın her zaman “Kürt milliyetçiliği” olduğunu söyleyebiliriz. PKK, sol etiketli, Marksist jargonla süslenmiş kendine özgü bir “Kürt milliyetçisi” hareketi olageldi. Bu anlamda devekuşu gibi ne devedir ne de kuş!..
Marx’ı da Aşma Peşindeki Öcalan!..
PKK, özünde milliyetçi motivasyona sahip olmasına rağmen, Öcalan halen muhtelif sol teorisyen ve ekollerden kendine fikir devşirmekteydi. Bu anlamda “Sol etki” belli ki Öcalan’ın kimliğinde halen yaşamaktadır. O kadar ki Öcalan kendisine adeta Marx’ın yarım bıraktığı işi tamamlama misyonu yüklemişe benziyor. Bu özdeşleştirme ilişkisi bir tür “Megalomani” midir bilmiyorum. Fakat “Niyet” bu görünüyor!..
Böylelikle Öcalan 21. Yüzyılda Marx’ı eleştirel şekilde aşan bir “Düşünür” olarak tarihe geçmek istiyor olabilir. O artık Marx’ı revize etme, eksiklerini giderme ve yanlışlarını düzeltme peşindedir. Nitekim bu noktada DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın İmralı ziyareti sonrası Öcalan’a atfen söylediği “Marx yazdı ama son kitabını yazamadı. Bu konuda ciddi bir yoğunlaşmam var. Sanırım Marx’ın yazmak istediği son kitabı ben yazacağım.” sözleri manidardı.
“Yeni Sol” Teorisyenlerden Apartma Fikirler!.
Ancak Öcalan, bunu özgün düşüncelerden çok oradan buradan toplama, eklektik, “Yamalı bohça” gibi fikir kırıntılarıyla halletmeye çalışıyor görünüyor. Tabii kendisi buradan bir “Sentez” çıkarttığını umuyor olabilir o başka. Oysa Öcalan son dönemde daha ziyade batıda “Yeni Sol” denen akımda simgelenen ve “Frankfurt Okulu” teorisyenlerinin dile getirdiği yaklaşımların bir tekrarcısı gibi duruyor.
Bunlar arasında Theodor Adarno, Max Horkheimer, Walter Benjamin, Herbert Marcuse, Jürgen Habermas, Erich Fromm, vb gibi isimler var. Hepside Marksist – Sosyalist ekolden geliyorlar. Bütün bunlara ilaveten Hegel, Antonio Gramchi, Murray Bookchin, Immanuel Wallerstein, Michel Foucault gibi düşünürler yanında feminist, ekolojist ve anarşist yaklaşımlar mevcut. Bilhassa “Demokratik Konfederalizm”, “demokratik özerklik” fikirlerini buralardan devşirmişe benzemektedir.
Marksizm Bir PR Stratejisi Gibi!..
Lakin unutulmamalı ki Abdullah Öcalan teoriyle haşır neşir olsa da gerçekte bir “Fikir adamı” değildir. Yaptığı mücadelede bir fikir mücadelesi değildir. Tam tersine Türkiye’nin son 40 yılına damga vurmuş ve şu ana kadar terörü temel mücadele yöntemi olarak benimsemiş, binlerce kişinin ölümüne ve gerilime yol açmış bir örgütün kurucu lideridir. Her neden etkileniyor olursa olsun, onu baştan beri harekete geçiren ne reel sosyalizm ne de başka bir şeydir.
O bakımdan PKK’yı “Marksist” olarak tanımlamak ya bir “Pazarlama” (PR) stratejisi ya da gölgeleyici ciddi bir “Kurnazlık” gibidir. Bünyesinde her iki eğilimden emareler bulunsa dahi –son tahlilde- Öcalan direkt milliyetçi ve ayrıştırıcı bir hareketin önderidir. Temel motivasyonu budur. Somut gerçek bu görünüyor!..
05. 03. 2025
NOT: Bu arada kişisel bir kanaatimi de belirtmeden geçemeyeceğim. PKK’nın Marksizmden etkilenmesi aslında kötü olmamıştır. PKK’nın milliyetçi yanını törpülemiş ve frenlemiştir. Bu sayede korkulan bir “Türk – Kürt çatışması” yaşanmamıştır. Şayet PKK, pür milliyetçi bir örgüt olsa idi bu çatışma çoktan yaşanabilirdi. PKK, çatışmayı devletle sınırlı tutmuş toplumsal boyuta çekmemiştir. (PKK’nın söyleminde bariz bir “Türk düşmanlığı” na da rastlanmaz.) Böylelikle iki kesim arasında bazen -lokal olaylar olsa da- kitlesel olaylara varabilecek büyük bir çatışma yaşanmamıştır. Oysa tersi olsaydı yaşanabilirdi…