'BUDALALIK' BİZİM ŞANIMIZDIR! FEHMİ KORU ALTAYLI'YA TEKNEDEN ÇAKTI!
Baykal'ın 340 bin dolara tekne aldığı haberinin yalanlanmasına rağmen Fatih Altaylı'nın tavrı için Fehmi Koru ne yazdı?
’Budalalık’ bizim şanımızdır
Hatayı yapan özür dilemiyor, özür dilemek yerine "Ben yalan yazmam, yazdığımın doğruluğu bazen bir günde anlaşılır, bazen bir yılda" diye meydan okuuyor... Bu durumda onun hatasını bir tahlilimde ’veri’ olarak kullandığım için özür dilemek bana düşüyor: Deniz Baykal’ın ’kaset’ ortaya çıkmadan çok önce 16,5 metre uzunluğunda bir tekne satın aldığına inandığım için özür dilerim.
"Ben tekne filân almadım" diyorsa Deniz Baykal, doğru söylüyordur; unutmayın ki, ’kaset’ ortaya çıktığında inkâr yoluna sapmamış, sadece ’komplo’ demekle yetinmiş biri o... Tekne haberine ve yalan olduğu açıklanmasına rağmen doğruluğunda ısrara "Budalaca" demiş Deniz Bey...
Haberin yayımlandığı gazeteyi çıkartanlar ve habere imzasını atan kişi durumun ne kadar farkında, bilmiyorum, ancak ’tekne’ konusu gazetecilik etiği açısından her muhitte konuşuluyor. Bir dostum, kalabalık içerisinde, "Herhalde bu iddianın sahibi kalemini bırakır" dedi de ona "Bizde öyle şey olmaz" cevabını verdim. Üsteleyen bir başkasına ise, "Daha önce birkaç kez buna benzer açmazla karşılaştığında ne yapmışsa yine onu yapar" demekle yetindim. Öyle yaptı da...
Piers Morgan İngiltere’nin en şaşaalı hayat sürdüren gazetecisiydi. 1,5 milyon adet satan Daily Mirror gazetesinin başındaydı. Hergün bir artistle veya modelle fotoğrafları yayınlanacak kadar zengin sosyal hayatı vardı. İşçi Partisi yanlısı bir gazeteydi Mirror, ama yönetmeni partinin yanlışlarını yüzüne vurmakta da ustaydı...
Artık gazetecilik yapmıyor Piers Morgan; İngiltere ve ABD’de ’Yetenek sizsiniz’ türü programlarda jüri üyeliği yaparak hayatını kazanıyor.
Meslek-dışı kalmasının sebebi, başında olduğu gazetede vahim bir hata yapması: Irak’taki Ebu Gureyb Cezaevi’nde mahkumlara işkence yapıldığının Symour Hirsh tarafından ortaya çıkartılmasından sonra, birileri, Piers’a ’İngiliz askerleri de işkence yapıyor’ iddiasını destekleyen fotoğraflar getirdi. Yayımlandıktan birkaç gün sonra fotoğrafların ’sahte’ olduğu anlaşıldı. Mirror gazetesi "SORRY... WE WERE HOAXED" (Özür dileriz: Aldatıltık) manşetiyle çıktı ve birilerinin oyununa getirildiğini itiraf etti.
Gazeteyi yayımlayan şirket, ertesi gün, Piers Morgan’ı kapının önüne koydu.
Basın tarihinin en büyük aldatma olaylarından biri 1983 yılında "Hitler’in Günlükleri" skandalıyla yaşandı. Stern dergisi, bir Doğu Alman kaynağından, Hitler tarafından bizzat kaleme alındığı söylenen 60 küçük defter ve eklerini büyük paralar ödeyerek satın aldı. Defterlerin gerçekten Hitler’e ait olduğunu teyit için çok yönlü bir araştırma da yaptı Alman dergisi... İyice emin olduktan sonra eşzamanlı yayın hakkını İngiliz Sunday Times gazetesi ve Amerikan Newsweek dergisine sattı. Onlar da kendileri açısından belgelerin ’sıhhatini’ araştırdılar.
İyice emin olmalılar ki, üç yayın organı aynı gün yayına başladı...
Alman Devlet Arşivi, yayımlanan bölümlerden hareketle, içerik taraması yaparak defterlerin Hitler tarafından yazılmış olamayacağını açıkladı. Ardından sökün eden tartışmada ’hakiki’ diye sunulan defterlerin bir sahtekâr tarafından yıllar süren bir çabayla hazırlandığı ortaya çıktı.
Sonuçta ne mi oldu? Stern dergisinin iki yöneticisi Peter Koch ile Felix Schmidt, Sunday Times gazetesinin editörü Frank Giles ve Newsweek dergisi yönetmeni William Broyles görevlerinden istifa ettiler.
O ülkelerde mesleğin itibarı vahim hataları affetmiyor. Hatayı yapan bunu kellesiyle ödüyor.
İsimlerini verdiğim gazetecilerin herbiri kovuldukları sırada mesleklerinin zirvesindeydiler. Zirveye tırnaklarıyla mücadele ederek gelmişler, oraya varana kadar herbiri sayısız gazetecilik armağanıyla ödüllendirilmişti. Piers Morgan sözgelimi, iniş halinde aldığı ’Daily Mirror’ gazetesinin tirajına büyük sıçratma yaşatmıştı.
Gözünün yaşına bakmadılar.
New York Times’tan Jayson Blair, Washington Post’tan Janet Cook, New Republic dergisinden Stephen Glass, USA Today gazetesinden Jack Kelley ünlü gazetecilerdi; içlerinde Plutzer Armağanı kazanmışlar vardı. Herbiri gazetecilik günahları yüzünden ortalıktan kayboldular. Pulitzer’li Janet Cook en son bir süpermarkette kasiyerlik yaparken görüldü.
Batı’da bu meslek vahim hataları kaldırmıyor.
Judith Miller New York Times’ın en fazla ses getiren muhabirlerindendi; özellikle dış politika alanında yazdıklarıyla ün yapmıştı. Irak’a savaşa giderken "Saddam’ın elinde kitle imha silâhları var" tezini ileri sürenler onun yazdıklarına dayanıyorlardı. Suç olduğunu bile bile bir CIA ajanının kimliğini deşifre etmekten de çekinmedi.
Savaşın bir parçası haline dönüşen Judith Miller bugün torunlarına çorap örüyorsa şaşırmam.
Sakın endişe etmeyin, bizde kimseye bir şey olmaz.
Taha Kıvanç/Yeni Şafak
Hatayı yapan özür dilemiyor, özür dilemek yerine "Ben yalan yazmam, yazdığımın doğruluğu bazen bir günde anlaşılır, bazen bir yılda" diye meydan okuuyor... Bu durumda onun hatasını bir tahlilimde ’veri’ olarak kullandığım için özür dilemek bana düşüyor: Deniz Baykal’ın ’kaset’ ortaya çıkmadan çok önce 16,5 metre uzunluğunda bir tekne satın aldığına inandığım için özür dilerim.
"Ben tekne filân almadım" diyorsa Deniz Baykal, doğru söylüyordur; unutmayın ki, ’kaset’ ortaya çıktığında inkâr yoluna sapmamış, sadece ’komplo’ demekle yetinmiş biri o... Tekne haberine ve yalan olduğu açıklanmasına rağmen doğruluğunda ısrara "Budalaca" demiş Deniz Bey...
Haberin yayımlandığı gazeteyi çıkartanlar ve habere imzasını atan kişi durumun ne kadar farkında, bilmiyorum, ancak ’tekne’ konusu gazetecilik etiği açısından her muhitte konuşuluyor. Bir dostum, kalabalık içerisinde, "Herhalde bu iddianın sahibi kalemini bırakır" dedi de ona "Bizde öyle şey olmaz" cevabını verdim. Üsteleyen bir başkasına ise, "Daha önce birkaç kez buna benzer açmazla karşılaştığında ne yapmışsa yine onu yapar" demekle yetindim. Öyle yaptı da...
Piers Morgan İngiltere’nin en şaşaalı hayat sürdüren gazetecisiydi. 1,5 milyon adet satan Daily Mirror gazetesinin başındaydı. Hergün bir artistle veya modelle fotoğrafları yayınlanacak kadar zengin sosyal hayatı vardı. İşçi Partisi yanlısı bir gazeteydi Mirror, ama yönetmeni partinin yanlışlarını yüzüne vurmakta da ustaydı...
Artık gazetecilik yapmıyor Piers Morgan; İngiltere ve ABD’de ’Yetenek sizsiniz’ türü programlarda jüri üyeliği yaparak hayatını kazanıyor.
Meslek-dışı kalmasının sebebi, başında olduğu gazetede vahim bir hata yapması: Irak’taki Ebu Gureyb Cezaevi’nde mahkumlara işkence yapıldığının Symour Hirsh tarafından ortaya çıkartılmasından sonra, birileri, Piers’a ’İngiliz askerleri de işkence yapıyor’ iddiasını destekleyen fotoğraflar getirdi. Yayımlandıktan birkaç gün sonra fotoğrafların ’sahte’ olduğu anlaşıldı. Mirror gazetesi "SORRY... WE WERE HOAXED" (Özür dileriz: Aldatıltık) manşetiyle çıktı ve birilerinin oyununa getirildiğini itiraf etti.
Gazeteyi yayımlayan şirket, ertesi gün, Piers Morgan’ı kapının önüne koydu.
Basın tarihinin en büyük aldatma olaylarından biri 1983 yılında "Hitler’in Günlükleri" skandalıyla yaşandı. Stern dergisi, bir Doğu Alman kaynağından, Hitler tarafından bizzat kaleme alındığı söylenen 60 küçük defter ve eklerini büyük paralar ödeyerek satın aldı. Defterlerin gerçekten Hitler’e ait olduğunu teyit için çok yönlü bir araştırma da yaptı Alman dergisi... İyice emin olduktan sonra eşzamanlı yayın hakkını İngiliz Sunday Times gazetesi ve Amerikan Newsweek dergisine sattı. Onlar da kendileri açısından belgelerin ’sıhhatini’ araştırdılar.
İyice emin olmalılar ki, üç yayın organı aynı gün yayına başladı...
Alman Devlet Arşivi, yayımlanan bölümlerden hareketle, içerik taraması yaparak defterlerin Hitler tarafından yazılmış olamayacağını açıkladı. Ardından sökün eden tartışmada ’hakiki’ diye sunulan defterlerin bir sahtekâr tarafından yıllar süren bir çabayla hazırlandığı ortaya çıktı.
Sonuçta ne mi oldu? Stern dergisinin iki yöneticisi Peter Koch ile Felix Schmidt, Sunday Times gazetesinin editörü Frank Giles ve Newsweek dergisi yönetmeni William Broyles görevlerinden istifa ettiler.
O ülkelerde mesleğin itibarı vahim hataları affetmiyor. Hatayı yapan bunu kellesiyle ödüyor.
İsimlerini verdiğim gazetecilerin herbiri kovuldukları sırada mesleklerinin zirvesindeydiler. Zirveye tırnaklarıyla mücadele ederek gelmişler, oraya varana kadar herbiri sayısız gazetecilik armağanıyla ödüllendirilmişti. Piers Morgan sözgelimi, iniş halinde aldığı ’Daily Mirror’ gazetesinin tirajına büyük sıçratma yaşatmıştı.
Gözünün yaşına bakmadılar.
New York Times’tan Jayson Blair, Washington Post’tan Janet Cook, New Republic dergisinden Stephen Glass, USA Today gazetesinden Jack Kelley ünlü gazetecilerdi; içlerinde Plutzer Armağanı kazanmışlar vardı. Herbiri gazetecilik günahları yüzünden ortalıktan kayboldular. Pulitzer’li Janet Cook en son bir süpermarkette kasiyerlik yaparken görüldü.
Batı’da bu meslek vahim hataları kaldırmıyor.
Judith Miller New York Times’ın en fazla ses getiren muhabirlerindendi; özellikle dış politika alanında yazdıklarıyla ün yapmıştı. Irak’a savaşa giderken "Saddam’ın elinde kitle imha silâhları var" tezini ileri sürenler onun yazdıklarına dayanıyorlardı. Suç olduğunu bile bile bir CIA ajanının kimliğini deşifre etmekten de çekinmedi.
Savaşın bir parçası haline dönüşen Judith Miller bugün torunlarına çorap örüyorsa şaşırmam.
Sakın endişe etmeyin, bizde kimseye bir şey olmaz.
Taha Kıvanç/Yeni Şafak