''BU ÜLKEDE GAZETELER NEDEN AZ SATIYOR?'' HINCAL ULUÇ O SORUYA YANIT VERDİ!

Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç'tan çarpıcı gazetecilik eleştirisi.

İşte Hıncal Uluç'un bugünkü köşe yazısı...

Çünkü gazetecilik yok, kimse kusura bakmasın..

"Var" diyene soruyorum..

Mesela Amerika’da bütün Genel Yayın Müdürlerinin, bütün haber alma şeflerinin yüreklerini titretecek bir olay yaşandı son günlerde.. Geçmişin hayli tartışmalı ve yaşamı büyük sırlarla dolu bir üst derece devlet görevlisi, odasında bir kurşunla vurulmuş olarak ölü bulundu. Görüntü intihardı. Ne var ki ortada intihar etmesi için hiç bir sebep, yaşamında intiharı işaret eden hiç bir görüntü yoktu. Buna karşılık öldürülmesi de kimseyi şaşırtmazdı.

Bir gazeteci, bir polis muhabiri için bundan daha güzel bir vaka olabilir mi?. Böyle bir vaka ile karşılaşmak, bir gerçek muhabir için hayatının şansıdır hatta..

Şimdi sorumu soruyorum..

Kozakçıoğlu’nun intiharından bu yana, heyecan ve merakla okuduğunuz tek yazı oldu mu, tüm gazetelerde?.

Yahu bu 7 gün tefrika edilecek bir olay?. Bir haber hikayesi, yani hikaye dili ile yazılmış bir haber okuyup bayıldınız da, bir dostunuza "Yahu falanca gazetede filanca harika yazmış. İnternetten falan bul, oku" dediniz mi?.

Dün Ahmet Hakan’la şakalaşmıştım "Bu ölüm nasıl şüpheli olur, her şey meydanda" dediği için. İyi bir polis, iyi bir polis muhabiri, "Her şey meydanda olan" olaylardan en fazla şüphe eder aslında..

Şimdi gene dün not ettiğim tesadüfe bakar mısınız?.

Gaston Leroux diye bir Fransız gazeteci, dikkat buyurun bir gazeteci, 1907 yılında dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü polis romanını yazmıştı.. Sarı Odanın Esrarı..

Sarı Oda, aynen Kozakçıoğlu’nun bulunduğu oda.. Kapı içerden kilitli. Dışarı başka çıkış yok. İçerde başka biri de yok.. Ama yatakta kanlar içinde biri var..

Her şey açık gibi görünüyor. Bir gazeteci devreye girene kadar. O gazeteci polislerin yapamadığını yapıyor ve akıl sır ermez cinayeti çözüyor..

Gazeteci.. Polis değil..

Şimdi ben bir hafta sonu eki yönetsem.. Bir büyük muhabirin önüne Sarı Odanın Esrarı’nı koysam (Altın Kitaplardan çıktı) ve "Al sana iki ek sayfası.. Bu romanla paralellik kur. Kozakçıoğlu’nun geçmişini de araştır, o zaman yazılanları, bugün konuşulanları derle ve bir ’Sarıyer’in Esrarı’ yaz" desem, o iki sayfa peynir ekmek gibi okunmaz, dillere de destan olmaz mıydı?. O ek, bütün rakipler arasından sıyrılmaz, haftalarca konuşulmaz mıydı.. Tesadüfe bakar mısınız?. Kozakçıoğlu’nun şüpheli ölüm yeri de "Sarı" iken üstelik..

Sarı Oda.. Sarıyer!..

Bunu yapmak için iki şey gerek.. Bir "Yaratıcılık!.."

"Ben bu hafta nasıl fark yaratırım" diye düşünen bir yetkili, sorumlu, gazeteci..

İkincisi.. Bu görevi yapabilecek birinci sınıf muhabir/ yazar!.

Hani nerde?.

Yok.. Çünkü ihtiyaç yok.. Günümüz kolay ve ucuz gazeteciliğinde haberler ajanstan gelir, muhabire gerek yok.. Röportaj dediğin şey, "Teype al, çöz"e indirgenmiştir. 50 liralık stajyer bile yapar. (Yapıyor zaten.) Yazara niye para veresin ki?.

Reyhanlı da 52 insan kahpece öldürüldü. 52 aile acılara boğuldu.. Gene soruyorum..

Bu ülkede bir tane aklınızda kalan, eşe dosta tavsiye ettiğiniz Reyhanlı haberi, röportajı okuyan elini kaldırsın..

Benim gazeteciliğe başladığım yıllarda, Reyhanlı’ya, Cumhuriyet’ten Yaşar Kemal, Dünya’dan Fikret Otyam (Fotoğraf makinasıyla), Milliyet’ten Mete Akyol, dünya çapında fotoğraf sanatçısı Ozan Sağdıç’la gider ve oradan okumaya doyamadığınız yürek yakan öykülerle dönerlerdi.

Şimdi?

New York Times Gazetesi, bir yazarını, Kansas’ta işlenen bir cinayetin idama mahkum edilen faili ile konuşmaya göndermişti.

Yazar, harika bir haber hikayesi çıkarmakla kalmadı.. "İn Cold Blood" adlı bir de roman yazdı, uzun araştırmalar ve katille yaptığı konuşmalara dayanarak ve dünya çapında üne kavuştu.. Olayı, yıllar sonra yazarın adıyla filme çektiler. Yazar/ Gazeteciyi oynayan aktör, Philip Seymour Hoffmann Oscar kazandı.

Yazarın adı Truman Capote’ydi..

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ