'BU NE ŞİDDET NE CELAL AYŞE ARMAN SAKİN OL!..' SERDAR TURGUT'TAN AYŞE ARMAN'I KIZDIRACAK BİR YAZI DAHA!..
Bir meseleyi manikürcü-pedikürcü kızların tavrıyla tartışamam. Önem verdiğim bir meseleyi o düzeye çekemem, çekmeye çalışan olursa da onlara uymam.
Bu ne şiddet ne celal Ayşe Arman sakin ol!
Aldatmamız için `mahalle baskısı´ olduğunu anlattığım yazının tepki çekeceğini biliyordum ama sakin tartışılmasını bekledim. Bu olgunluğa eriştiğini düşündüğüm bir kaynaktan çok kızgın ve sert yazı geldi.
Kendi yazımda onun ismini verdiğimden cevap yazma hakkı gayet tabii ki var. İstediğini de söyler ama benim `üzerinde düşünelim, konuşalım´ dediğim asıl konu dışında her konuya değinmiş ve kızmış.
Onun evliliği nasılmış da, benimki nasılmış, o aldatmazmış (kimse aldatın demedi ki...), aldatmadım diyen erkekler bile aldatırmış, Yılmaz Özdil bu konuda ne demiş, Mutlu Tönbekici ne yazmış, falan filan... (Bir ara not; hiçbir çiftin yaşamı dışarıdan bakanların gördüğü, sandığı gibi değildir. Bir ilişkinin gerçeğini sadece onu yaşayanlar bilebilir. Bu nedenle ilişkiler üzerine ahkâm kesilmesi yanlıştır).
Vallahi açıkça söyleyeyim; ben kimsenin özel yaşamı ile ilgili değilim. Bunları fazla merak da etmiyorum. Kim daha ahlaklı yarışmasına da çıkmadım, dedikodu da yapmıyorum.
Bir meseleyi manikürcü-pedikürcü kızların tavrıyla tartışamam. Önem verdiğim bir meseleyi o düzeye çekemem, çekmeye çalışan olursa da onlara uymam.
Bu yazıda da Arman´ın kızdığı konuları değil ama asıl tartışmamız gerektiğini düşündüğüm konuyu gündeme tekrar getireceğim.
Asıl meselem, sadece Türkiye´deki değil, tüm dünyadaki `söyleşi söylemi´ydi. `Söyleşi söylemi´ üzerine kafa yormazsak, orada kullanılan söylemi değiştirmezsek bazı sorularımızla soru sorulanı baskı altına alabilir ve onu talep ettiğimiz şekilde davranma veya yalan söylemeye teşvik edebiliriz.
Benim Ayşe Arman´ın söyleşilerinden örnek vermem de; onun bu ülkenin önemli mülakatçı gazetecisi olmasından kaynaklanıyordu, bu kadar...
Mülakatçının konumunu iyi anlayabilmemiz için psikiyatr ile hastası arasındaki ilişkiyi biraz irdelememiz gerekiyor. Psikiyatr ile hastası arasındaki terapi süreci tam bir otorite ve boyun eğdirme sürecidir. Otorite neredeyse mutlak biçimde psikiyatrın elindedir. (Bu bağlamda biraz Michel Focault okumak gerekiyor).
O sorularıyla hastası üzrine bir hâkimiyet kurar, hasta da bir noktadan sonra doğru cevaplar yerine doktoru memnun ve tatmin edecek cevaplar vermeye yönelebilir.(Otoriteye boyun eğme üzerine nefis bir kitap Stanley Milgram´ın `Obedience to Authority´dir. Tüm gazetecilere, özellikle mülakatçılara tavsiye ediyorum bu kitabı).
Janet Malcolm adında bir yazar var. Ben bazen Janet Malcolm´un yazı yazdığı dergi veya gazetede yayın yönetmeni olabilmenin bir insana verilebilecek en büyük şeref olduğunu düşünürüm. İyi yazar olduğu için hemen her konuda mükemmel yazılar yazmıştır o. Çoğunu altını çizerek okudum ben. Sylvia Plath´in yaşamı, özellikle etkilendiğim eseridir.
Bu mükemmel yazar bir de `Psikiyatri; imkansız meslek´ adlı bir kitap yazdı. Temelde yukarıda anlatmaya çalıştığım terapi sürecindeki otorite ilişkisini çok daha derinden inceliyor.
Ben mülakat süreçlerinin aynen terapi süreçlerine benzediğini düşünüyorum. Mülakatçı terapideki psikiyatrist konumundadır. Yani otorite onun elindedir, söyleşi yapılan da terapideki hasta konumundadır. Sorulan soruların hâkimiyeti altındadır, onlara göre yönlenir ve bir noktadan sonra da mülakatçıyı memnun edeceğine inandığı cevapları da vermeye başlayabilir. Çünkü otorite tarafından onaylanmak ve kendi hakkında olumlu izlenim bırakmak gibi bir arzusu da doğabilir.
Janet Malcolm, terapi süreçleri için yaptığı analizi ayrıca gazetecilik mesleği üstüne de uyguladı `The Journalist and the Murderer´ adlı kitap, iki bölüm halinde New Yorker dergisinde yayınlandığında Amerika´da gazetecilik mesleği üzerine müthiş tartışma yaratmıştı.
Malcolm gazeteciliğin de imkânsız bir meslek olduğunu düşünür. Çünkü gazetecinin sorularıyla insanların özel hayatlarına girdiğini, konusu olan kişilerin güvenini kazandıktan ve onları kendisine açtıktan sonra yazısıyla o ilişkideki güveni tamamen yıkabildiğini anlatır.
Mesleğimiz hakkında hiç de hoş olmayan şeyler söyler. Bunlara katılırsınız ya da katılmazsınız ama üzerinde düşünülmeye değer oldukları kesindir.
Ben `mahalle baskısı´ var derken hiç kimseyi suçlamak filan değil sadece orada var olan söylemi düşünelim dedim. Hele ilişkiler ve cinsellik üzerine sorular soruluyorsa, sorgulanan kişi kendini çıplak hissedecek ve bazen de sorgulayanı hoşnut etmek için var olduğunu sandığı beklentiye uygun cevaplar verecektir.
Soru soran insan da, kendi cinsel yaşamı hakkında hep coşkulu yazılar yazıyorsa, soru sorulan kişi de kendisi hakkında yalan söyleyebilecek veya cevap vermek yerine kıvırtacaktır.
Bu tür sorular ve cevaplar hiçbir zaman sıkıcı olamaz. Çünkü bu tür konulara ilgi nereyse medeniyet kadar eskidir. Dolayısıyla bu konularda konuşmayı tercih edenlere yöneltilecek bir eleştiri de yok. Profesyonel açıdan doğru yapıyor olabilirler.
Ben sadece `ilişkiler konusunu konuşma söylemimize farklı bir boyut katabilir miyiz acaba?´ diye düşünmeye çalışıyorum. Çünkü insanlar kendi cinsellikleri dışında da ilginç olabilmeli ve dikkat çekebilmeliler. Eğer bunu başaramıyorlarsa da uğraşılmaya değmezler.
Mesela; cinsellik ile ilgili bölümü dışında ilginç olamayan bir insanın dediği lafları ben okuyamam ve o tür insanları temelde son derece sıkıcı bulurum.
İyi mülakatçı da insanın bu boyutunu ortaya çıkarmalıdır diye düşünüyorum.
İyi olanı rutin olandan ayıracak bir kritere de ihtiyaç var doğrusu.
SERDAR TURGUT/AKŞAM