BU MASADA BİR ''ÇETE'' Mİ OTURUYOR? ÖZKÖK'ÜN SÖZÜNÜ ETTİĞİ MASADA KİMLER VAR?
Ertuğrul Özkök, yine akıllarda soru işareti bırakacak türden bir yazı kaleme aldı. Aralarında bir grup ünlü gazetecinin de bulunduğu yemeği bakın nasıl yazdı...
"Maazallah bir gün bu yemekte konuşulduğu iddia edilen şeyleri, Ergenekon iddianamesinde bile görebilirlerdi"
"Kendi mahallemizde epey taşlandık. Adımız “Dönek”e, “Liboş”a çıkarıldı."
İşte Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ün bugünkü köşe yazısı...
Bu masada bir ‘çete’ mi oturuyor
ŞİMDİ şu yemek masasını gözünüzün önüne getirin.
Ev sahibi, Fatma ve Şahin Alpay.
Zaman gazetesinin yazarı ve eşi.
Türkiye’de “liberal aydın” diye adlandırılan, köşe yazarlarının önde gelenlerinden.
Yanında Ayşe ve Hasan Cemal.
Onlar da Hasan’ın deyişiyle “aynı tayfadan”.
Masanın karşı tarafında İpek ve Oral Çalışlar oturuyor.
“Liberal aydının krallarından” yani.
Hemen yanlarında Tuba ve Cengiz Çandar.
Bir şey söylememe gerek var mı...
Masada iki de “tek” gelmiş erkek görüyoruz.
Hadi Uluengin ve Sabetay Varol.
Alayı liberal aydın yani...
Bir ortak özellikleri daha var.
Hepsi de “Cumhuriyet” gazetesinden geliyor.
Hasan Cemal, hepsinin genel yayın yönetmenliğini yapmış.
Kim eksik derseniz, sayacağım ilk isim Okay Gönensin.
Mart ayında bir araya gelmişler ama ben dün Hürriyet’te Hadi Uluengin’in yazısından okudum.
Güzel ve duygulu bir yazı yazmış.
Bugünlerde hepimiz Mehmet Ali Birand’ın bir an önce aramıza dönmesini bekliyoruz. Başarılı bir ameliyat geçirdi.
Ben bu ülkede Anglosakson manada gazetecilik yapan iki kişi tanırım.
Mehmet Ali Birand ve Sedat Ergin.
Geriye kalan hepimiz, “Türk usulü gazetecileriz”. Duygularımız, olgulardan önce gelir. Bu, bazen iyidir, bazen de kötü...
Hadi Uluengin’in yazısını okurken şunu düşündüm.
Acaba böyle bir masada, farklı görüşte insanlar bir araya gelseydi, bazı köşe yazarları ne düşünürdü?
Hemen bu yemeğe bir “Çete toplantısı” etiketi yapıştırılır; “silah üzerine yemin” efsaneleri kurulur, her tür “salomanje” teorisi tartışmaya açılırdı.
Maazallah bir gün bu yemekte konuşulduğu iddia edilen şeyleri, Ergenekon iddianamesinde bile görebilirlerdi.
Oysa bu, aynı görüşü, aynı geçmişi paylaşan insanları bir araya getiren yemekten başka bir şey değildir.
Hepimizin böyle anlara ihtiyacı vardır. Çünkü hepimiz, farklı yerlerden açılan ateşlerin etki alanı içinde yaşıyoruz ve kendimizi güvence içinde hissedebileceğimiz arkadaş çevrelerine ihtiyacımız var...
O masadakilerin hepsini tanıyorum. Şu son dönem hariç, dünya görüşlerimiz birbirine çok yakındı. Şimdi de yazdıklarının çoğuna katılıyorum, ama çok köklü farklıklarımız da var.
Hasan Cemal çok güzel bir gazete yapıyordu.
Şahin Alpay, Cumhuriyet’te çok yenilikçi ve ilerici bir kitap sayfası hazırlıyordu.
Orada “Asya tipi üretim tarzı” konusundaki iki kitap tanıtım yazısı yazmış ve bu yüzden, aralarında Halil Berktay’ın da bulunduğu çok sayıda kişiden epey dayak yemiştim.
İçlerinde en eskiden tanıdığım ise Cengiz Çandar’dı. Onunla Ecevit’in seçim otobüsünde tanışmıştık.
Hayat bizleri bazen aynı mahallede, bazen de farklı mahallelerde iskâna zorladı.
Hepimiz solculuktan geldik, ama rahmetli Özal’ı destekledik.
O yüzden kendi mahallemizin baskılarına uğradık, kendi mahallemizde epey taşlandık. Adımız “Dönek”e, “Liboş”a çıkarıldı.
28 Şubat ise yollarımızı ayırdı. Son 5 yıl ise, yollarımızı iyice ayırdı.
Onlar kendi mahallelerinde gezemez oldu, bizlerse karşı mahallelerde çarmıha gerildik, hakaretlere uğradık.
Ama yılların hepimize verdiği en büyük zarar, içimizi kuntlaştırması oldu.
Artık hepimiz 60’lı yaşlarımızı sürüyoruz.
O masadaki insanların düşünceleri şimdi iktidarda.
Umut ederim ki, gençlik yıllarında her birinin içinde haksızlıklara karşı uyanan isyan duyguları ölmemiştir ve bugünün haksızlıklarına karşı kuntlaşmamışlardır.
Bunu sadece onlar değil, hepimiz için umut ediyorum.
Yoksa hayatın, alelade bir iktidar mücadelesi olduğuna inanacağım ki, doğrusu bunu da hiçbirimize yakıştıramıyorum.
Çünkü hiçbirimiz bu amaçla yola çıkmamıştık...
"Kendi mahallemizde epey taşlandık. Adımız “Dönek”e, “Liboş”a çıkarıldı."
İşte Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ün bugünkü köşe yazısı...
Bu masada bir ‘çete’ mi oturuyor
ŞİMDİ şu yemek masasını gözünüzün önüne getirin.
Ev sahibi, Fatma ve Şahin Alpay.
Zaman gazetesinin yazarı ve eşi.
Türkiye’de “liberal aydın” diye adlandırılan, köşe yazarlarının önde gelenlerinden.
Yanında Ayşe ve Hasan Cemal.
Onlar da Hasan’ın deyişiyle “aynı tayfadan”.
Masanın karşı tarafında İpek ve Oral Çalışlar oturuyor.
“Liberal aydının krallarından” yani.
Hemen yanlarında Tuba ve Cengiz Çandar.
Bir şey söylememe gerek var mı...
Masada iki de “tek” gelmiş erkek görüyoruz.
Hadi Uluengin ve Sabetay Varol.
Alayı liberal aydın yani...
Bir ortak özellikleri daha var.
Hepsi de “Cumhuriyet” gazetesinden geliyor.
Hasan Cemal, hepsinin genel yayın yönetmenliğini yapmış.
Kim eksik derseniz, sayacağım ilk isim Okay Gönensin.
Mart ayında bir araya gelmişler ama ben dün Hürriyet’te Hadi Uluengin’in yazısından okudum.
Güzel ve duygulu bir yazı yazmış.
Bugünlerde hepimiz Mehmet Ali Birand’ın bir an önce aramıza dönmesini bekliyoruz. Başarılı bir ameliyat geçirdi.
Ben bu ülkede Anglosakson manada gazetecilik yapan iki kişi tanırım.
Mehmet Ali Birand ve Sedat Ergin.
Geriye kalan hepimiz, “Türk usulü gazetecileriz”. Duygularımız, olgulardan önce gelir. Bu, bazen iyidir, bazen de kötü...
Hadi Uluengin’in yazısını okurken şunu düşündüm.
Acaba böyle bir masada, farklı görüşte insanlar bir araya gelseydi, bazı köşe yazarları ne düşünürdü?
Hemen bu yemeğe bir “Çete toplantısı” etiketi yapıştırılır; “silah üzerine yemin” efsaneleri kurulur, her tür “salomanje” teorisi tartışmaya açılırdı.
Maazallah bir gün bu yemekte konuşulduğu iddia edilen şeyleri, Ergenekon iddianamesinde bile görebilirlerdi.
Oysa bu, aynı görüşü, aynı geçmişi paylaşan insanları bir araya getiren yemekten başka bir şey değildir.
Hepimizin böyle anlara ihtiyacı vardır. Çünkü hepimiz, farklı yerlerden açılan ateşlerin etki alanı içinde yaşıyoruz ve kendimizi güvence içinde hissedebileceğimiz arkadaş çevrelerine ihtiyacımız var...
O masadakilerin hepsini tanıyorum. Şu son dönem hariç, dünya görüşlerimiz birbirine çok yakındı. Şimdi de yazdıklarının çoğuna katılıyorum, ama çok köklü farklıklarımız da var.
Hasan Cemal çok güzel bir gazete yapıyordu.
Şahin Alpay, Cumhuriyet’te çok yenilikçi ve ilerici bir kitap sayfası hazırlıyordu.
Orada “Asya tipi üretim tarzı” konusundaki iki kitap tanıtım yazısı yazmış ve bu yüzden, aralarında Halil Berktay’ın da bulunduğu çok sayıda kişiden epey dayak yemiştim.
İçlerinde en eskiden tanıdığım ise Cengiz Çandar’dı. Onunla Ecevit’in seçim otobüsünde tanışmıştık.
Hayat bizleri bazen aynı mahallede, bazen de farklı mahallelerde iskâna zorladı.
Hepimiz solculuktan geldik, ama rahmetli Özal’ı destekledik.
O yüzden kendi mahallemizin baskılarına uğradık, kendi mahallemizde epey taşlandık. Adımız “Dönek”e, “Liboş”a çıkarıldı.
28 Şubat ise yollarımızı ayırdı. Son 5 yıl ise, yollarımızı iyice ayırdı.
Onlar kendi mahallelerinde gezemez oldu, bizlerse karşı mahallelerde çarmıha gerildik, hakaretlere uğradık.
Ama yılların hepimize verdiği en büyük zarar, içimizi kuntlaştırması oldu.
Artık hepimiz 60’lı yaşlarımızı sürüyoruz.
O masadaki insanların düşünceleri şimdi iktidarda.
Umut ederim ki, gençlik yıllarında her birinin içinde haksızlıklara karşı uyanan isyan duyguları ölmemiştir ve bugünün haksızlıklarına karşı kuntlaşmamışlardır.
Bunu sadece onlar değil, hepimiz için umut ediyorum.
Yoksa hayatın, alelade bir iktidar mücadelesi olduğuna inanacağım ki, doğrusu bunu da hiçbirimize yakıştıramıyorum.
Çünkü hiçbirimiz bu amaçla yola çıkmamıştık...