Siyaset çoğu kez rekabet ve bir yanıyla da çatışma demektir. Ancak aynı kökenden gelenlerin birbiriyle sürtüşmesi bir başka oluyor. Hele araya sadece İdeolojik-manevi miraslar değil bir de “kan bağı” girmişse. O zaman iş ilaveten o mirası “Kim daha iyi temsil ediyor?” kavgasına dönüşüyor. Bu kavganın da kendine özgü argümanları var…
Kim Daha “Milli Görüş”çü?..
İşte Saadet Partisi (SP) ve Yeniden Refah Partisi (YRP) arasında uç verdiği gözlenen kapışma da bu türden bir kapışmaya benziyor. “Milli Görüş’ün gerçek temsilcileri” iddiasında olan iki partide son günlerde birbirlerine adeta düşmanca bir gard alış ve giderek sertleşen bir atışma dikkat çekiyor. İlk bakışta olay daha ziyade “Milli Görüş”ün manevi-siyasi mirası üzerine şekilleniyor.
Fakat bu kızışmayı asıl sağlayan etmen her iki partinin farklı ittifaklar çatısı altında bulunuyor olmaları. Yoksa herkes kendi başına iken, içten içe süren bir “soğukluk” olsa da, şu ana kadar birbirlerine fazla bulaşmamaya dikkat ediyorlardı. Oysa şimdi durum değişmiş görünüyor. Sıcak, sert ve acımasız bir rekabet ortamı oluşmuş durumda. Bilhassa da YRP’nin son andaki manevrası ile “Cumhur İttifakı”na katılmış olması saflaşmayı iyice germiş görünüyor. Bu “Düşman kardeşler”in ayrı ordular bünyesinde savaşa katılmaları gibi bir şey olsa gerek.
Dolayısıyla burada belirleyici faktör tamamen ittifaklar meselesidir. Birinin kaderi bir başka partinin kaderine adeta bağlanmıştır. Kimse rahatça “Her koyun kendi bacağından asılır” diyecek durumda değildir. Herkes ittifakıyla birlikte batacak veya çıkacaktır. Doğru ata oynamak o yüzden önemlidir. Bir ayakta kalma savaşıdır bu. Zararlı çıkan muhtemelen siyaseten elenecektir.
Muhafazakâr Hassasiyetler!
Elbette aynı “gelenek”ten gelip yarışta birbirlerini burun farkıyla da olsa geçme çabaları oldukça anlaşılır bir durum. Üstelik herkesin karşısındakini yıllardır tanıdığı, zaaf ve eksiklerini bildiği bir “çevre” burası. Hani “Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz” misali…
Lakin son zamanlarda bunun “Centilmence” bir yarış olmaktan hızla çıkmakta olduğu anlaşılıyor. İfadeler giderek sertleşirken bilhassa “Manevi değerler”e önem veren kitlenin hassasiyetleri üzerinden salvo atışları başladı. Aslında bu değerleri ilk gündeme getiren AK Parti ile “Anlaşma”dan öncesi YRP idi. YRP’nin daha o zaman sunduğu 30 maddelik talepler arasında “İstanbul Sözleşmesinin iptali”, “6284 sayılı yasanın aile bütünlüğünü bozucu hükümlerinin ayıklanması”, “sapkınlıkların önlenmesi”, “Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin düzenlemelerden vazgeçilmesi”, “Zinanın suç sayılması” gibi hususlar zaten vardı. Bu durumun geniş “muhafazakâr kitle” üzerindeki etkisi muhakkaktı.
YRP’nin gözünde son dönemlerde pompalanan benzeri yasa, davranış ve akımlar toplum yapısı üzerinde olumsuz tesir yaratıyordu ve engellenmeliydiler. Bu talepler YRP’nin AK Parti ile git-gel anlaşması öncesi olduğu için SP’yi fazla rahatsız etmedi. Ancak ne zamanki anlaştılar ve AK Parti bu konularda bazı maddeleri yeniden gözden geçirmeyi kabul etti o zaman bu bir sorun teşkil etti. ( Gerçi AK Parti bu gibi konularda “Tavşana kaç tazıya tut” yapmaya eğilimli duruyor. Çünkü bir yandan AB’den şikâyetçi görünüp öte yandan “AB Müktesebatı”nı fiilen uygulamaktan geri kalmadı bugüne kadar.) Dolayısıyla YRP bu konuda SP’den bir adım öne geçmişti.
Hesaplaşma “LGBT Evlilikler”le Başladı!
Üstelik tek sıkıntı burada değildi. “Millet İttifakı”nın lokomotifi CHP, modernizm ve “özgürlükçülük” adına bu gibi konuların savunusunun uzun süredir bayraktarlığını yapıyordu. YRP, açıkça belirtmese dahi SP’ye “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” yapıp “bu zihniyetle ne işiniz var?” diyordu. Bu durum muhafazakâr oylar üzerinde SP ile rekabette YRP’nin elini güçlendiren bir husustu.
O yüzden SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’ndan partisinin Genişletilmiş İstanbul İl Divanı Toplantısı’nda dikkat çeken bir LGBT tepkisi gelecekti. Karamollaoğlu "Aile, bir erkek bir kadın ve çocuklardan meydana gelir. Bunu da unutmamalıyız. İki tane erkek, iki tane kadın bir araya gelmiş, 'Biz de bir aileyiz.' Hadi oradan. Biz aile mefhumunu toplumun diri kalması, canlı tutulması için elzem görürüz." diyecekti.
Çoğu kişi “Bayram değil seyran değil” türünden demeci “Millet İttifakı” içinde bir soruna, hatta çatlak ihtimaline yordu. Yanılıyorlardı. Asıl hedef YRP ve kitlesi idi. Böylelikle “Bakın bu konudan bizde rahatsızız. Ve konunun takipçisiyiz.” mesajı verilmeye çalışılıyordu. Böylelikle aynı konudaki hassas oyların YRP’ye kaçması engellenmek isteniyordu. Bir “Durumu dengeleme” çabasıydı.
Kılıçlar Çekiliyor!
Ne var ki olay kısa sürede kendi içinde daha vahim bir sıçrama yapacaktı. Artık LGBT gibi nispeten “Soft” konular değil çok daha ağır ithamlar gündeme getiriliyordu. Tam bu noktada fitili önce YRP lideri Fatih Erbakan ateşledi. Erbakan "Karşı blokta sol, komünist, ateist ve diğer fraksiyonların bir araya geldiklerini gördük. Bu nedenle bu bloğun kazanmasına vesile olan bir parti olmak istemedik" derken karşı tarafın "FETÖ ve PKK'nın desteğini aldıklarını" da sözlerine ekleyecekti. Bu dolaylı yoldan SP’yi de hedeflemek anlamına geliyordu.
Nitekim Karamollaoğlu, sözleri üzerine alınmakta gecikmeyecekti. Fatih Erbakan’ı “Cahillik” ve “davaya ihanet”le de suçlayan Karamollaoğlu “Erbakan Hoca'mızın bir hatırı var, Fatih de onun oğlu ama bu yaftaları yapmak ardından çamur atmak haddine değil. Terbiyesini kuşanması lazım. İş o noktaya gelir de biz gördüklerimizi, yaşadıklarımızı anlatmaya kalkarsak çok farklı bir durum meydana gelir" diyerek bir anlamda aba altından sopa gösterdi. Tabii “gördüklerimiz ve yaşadıklarımız” derken neyi kastediyordu şimdilik meçhul!
Kim Baskın Çıkacak?
Öyle veya böyle, anlaşılan o ki, giderek ağır itham, tehdit ve hatta hakaretlere doğru seyreden tartışma her iki taraf açısından da kısa sürede bir tür “Ölüm kalım savaşı”na dönüşecek gibi. Bu konuda baskın çıkan tarafın siyaseten önü açılacak kaybeden taraf ise zayıflayacak ve belki de bir “Tabela Partisi”ne dönüşecek. Kazanan ya da daha kârlı çıkan taraf sürece damga vurup, bir “Mıknatıs etkisi” ile diğer tarafın kitle ve kadrolarını kendi tarafına çekecektir.
Belki daha da önemlisi “Milli Görüş” markasının kullanma hakkını üzerine alacak, diğerini tecrit etmiş olacaktır. O bakımdan iki parti açısından yaklaşan seçimler sadece bir “seçim” olmayacak. Bundan sonraki varoluşlarının gücünü, etkisini ve o cenahta ne kadar söz sahibi olacağını belirleyebilecek bir “Tarihi dönüm noktası” olacağa benziyor. Ayakta kalan “Miras”a da konacaktır!
O yüzden şimdilik çatışmanın yumuşamak yerine daha da sertleşebileceğini varsayabiliriz…
29. 03. 2023