'BU İDDİANAMEDE AHMET VE NEDİM DEĞİL, GAZETECİLİK YARGILANIYOR...'
"Adaletin 200'ü" yürüyüşünün ardından Ahmet Şık ve Nedim Şener'in arkadaşları bir metin yayınladı.
İşte o metin:
Sevgili halkımız ve kıymetli basın emekçisi dostlarımız,
Bugün bizim için sıradan bir gündü. Sabah kalktık. Eşimize, sevgilimize, çocuğumuza bir günaydın öpücüğü verdik. Kahvaltımızı yaptık, özgürce sokağa çıktık. İşimize gittik ya da gönlümüze göre bir sinemaya girdik veya bir kitap satın aldık.Dünden bir farkı yoktu bizim için. Misal, uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla rastlaştık, köprü altında balık ekmek yedik, dostlarımızla kahkahalar attık belki de. 200 gündür yaptığımız gibi.
Ancak aynı 200 gün boyunca Ahmet Şık ve Nedim Şener demir parmaklıkların arkasındaydılar. Çocuklarına hasret, sevdiklerinden uzak, özgürlükleri askıda, mahpus.
Ve tabii aynı iki yüz gün boyunca adaletin iki yüzünü gördük. Deniz Feneri davasını sorgulayan savcılar değiştirilirken mahkeme başkanının itirazına rağmen Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutukluk hallerinin devamına karar verildi.
"Türkiye vehimler ve korkular ülkesi değil özgürlükler ve idealler ülkesi olmalı" diye yola çıkanlar, maalesef 50'den fazla gazetecinin tutuklu olduğu, dört binden fazla gazeteci davasının görüldüğü, kitapların daha basılmadan toplatıldığı ve tüm bunların ötesinde insanların düşündüğünü değil yazmaktan, ifade etmekten korktuğu bir ülke yaratmışlardır.
Hiç öteye gitmeye gerek yok. Arkadaşlar sözümüz size hangi muhabir hangi editör bir haberi yazarken kalemine sansür uygulamıyor?
Belki de tüm bunlardan daha vahimi adalete olan güven duygusu ciddi biçimde yaralanmıştır.
Geçen hafta yayınlanan 134 sayfalık iddianame maalesef bu inancı pekiştirir niteliktedir.
Tutuklamaların ilk yapıldığı günlerde, Ahmet ve Nedim'i peşinen "Ergenekoncu" ilan edenlerin, bizleri "muhalif ayağına yatıp Ergenekon korosuna katılmakla" itham edenlerin vicdanları hiç mi sızlamıyor?
"İddianameyi bekleyin, çok vahim deliller var" diyenlerin, iddianame açıklandıktan sonra neden sustuğunu merak ediyoruz. Bu kişilerin 134 sayfalık iddianame içinde ithamlarını destekleyen hangi yeni delillerin sergilendiğini kamuoyuna anlatma borçları olduğunu düşünüyoruz.
Delil diye iddianameye konan bilgi, belge ve notlar gazetecilik faaliyetleridir.
Gazeteci, haber kaynağı ilişkisi, kitap yazma, bir köşe yazısında bir kitaptan yapılan alıntı, hatta bir gazetecinin diğer gazeteciye selam söylemesi terör örgütü talimatı ve yönlendirmesi olarak
değerlendiriliyor.
Üstelik bunları terörle ilişkilendiren tek belge, bir bilgisayarda bulunduğu iddia edilen ve içinde "Nedim, Ahmet Şık'la bu konuda görüşsün. Ahmet'i çalıştırsın" yazılı not! Maalesef insan bu iddianameyi okuyunca kendisini George Orwell'ın 1984'ünün hüküm sürdürdüğü topraklarda hissediyor.
Sanıklar lehine hiç bir delilin konmadığı iddianame, maalesef, Odatv bilgisayarında bulunduğu iddia edilen dokümanların oraya nasıl konduğunu ortaya çıkaracak bilirkişi incelemesini de içermiyor. Sanık avukatlarına gönderilen imajlar üzerinden yapılan tek bilirkişi incelemesinin, savcıların imajları geri istemesi üzerine yarım kaldığını kamuoyuna hatırlatmak isteriz.
Bu iddianamede Ahmet ve Nedim değil. Gazetecilik yargılanıyor. Sanık sandalyesinde basın ve ifade özgürlüğü var.
Unutulmamalı ki tarih, yalnız bugün iddianameyi yazanları değil Ahmet ve Nedim 200 gün cezaevinde kalırken biz gazetecilerin, biz demokrasiden, özgürlüklerden, adaletten yana olan yurttaşların tutumunu da yargılayacak.
Unutmadan hukuksuz iddialarla yapılan bu tutuklamalar onarılmaz hasarlara da yol açıyor. hatırlatmak isteriz ki, haklarında kesinleşmiş hüküm olmayan herkes masumdur... gazeteci doğan yurdakul 200 gündür cezaevinde tutulduğu için kanser hastası eşiyle vedalaşamamış, eşi güngör yurdakul perşembe günü hayata gözlerini yummuştur. isnatsız suçlamalarla cezaevinde tutulan sanıklar yarın beraat ettiğinde yaşanan acıların hesabını kim verecek?
Biz siyasi bir kavganın tarafı değiliz, olmadık. Ama gazetecilikten, gazetecilerden ve arkadaşlarımızdan tarafız. Silahtan, bombadan, cinayetten söz edilmeyen, mesleği gazetecilik olan kişilerin bazılarının aralarındaki gazetecilik ilişkilerinin, Ahmet ve Nedim gibi bazılarının ise diğer sanıklarla var olmayan ilişkilerinin bir terör suçu gibi gösterilmeye çalışıldığı bu dava, hiç açılmamalıydı. Arkadaşlarımız hiç tutuklanmamalıydı. Geçerli hiç bir kanıt içermeyen iddianame mahkeme tarafından hiç kabul edilmemeliydi.
Tutuklu gazetecilerin derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Dün olduğu gibi bugün de biz burada gazetecilik mesleğini, halkımızın haber alma hakkını savunuyoruz.
Dün olduğu gibi bugün de çetelerle savaşılmasını, derin devletin temizlenmesini, Türkiye'de hala gücünü koruyan 12 Eylül ideolojisiyle hesaplaşmayı savunuyoruz.
Dün olduğu gibi bugün de eşit, özgür, demokratik müreffeh bir toplumun, ancak prangalarından kurtulmuş bir basınla mümkün olduğunu savunuyoruz.
Dün olduğu gibi bugün de gerçeklerin karartılmasını değil bilakis aydınlatılmasını ve evrensel hukuk ilkelerin uygulanmasını istiyoruz.
Dün olduğu gibi bugün de adalet istiyoruz.
Yeter artık. Vicdanlar daha fazla kanamasın.
Yansak da Dokunacağız