Bu hengâmede bir “Terörist Polis”imiz eksikti!..

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’a yapılan suikasta dair ilk izlenim ve sorularını paylaştı…

Gün geçmiyor ki bir terör haberi ile sarsılmayalım. Terör adeta otomatiğe bağlamış gibi seyrediyor. Bir gün mesai yapmasa “kariyerine” halel gelir sanki. “Bir soluklanayım, bir tatil yapayım” dediği yok. Son zamanların en “Çalışkan elemanı” maalesef adına” terör” denen bu lanet olgu!

“TERÖRİST PROFİLİ”NDE NİTELİKSEL BİR SIÇRAMA!..

Diğer yandan teröristlerde giderek daha enteresan profiller göstermeye başlıyor. Hiç şüphesiz her meslekten “terörist” çıkabilir. Her meslek grubundan şu veya bu saikle teröre meyledenler bulunabilir. (Dünya terör tarihi de bunun örnekleriyle doludur.) Terör illa ki işsiz güçsüz, mesleksiz, kör bakışlı, bir baltaya sap olamamış insanların “Yıkıcı meşgalesi” olacak değil. İnsan ruhunun halen tam çözülemeyen “ait olma” duygularına fanatik bir cevap olan terör her kesim ve eğilimden kişileri bünyesine katıyor. İnsan “yüce idealler” adına (Dini veya ladini fark etmez) kendini feda edebilen enteresan bir canlı türü. Tuhaftır ki bunun için kendinin ve başkalarının hayatını hiçe sayabiliyor.

İşte son olayın da belki de görünürdeki en önemli yanı saldırganın “Polis” çıkmasıdır. Son yıllarda “Dağ teröristleri”ne, “şehir teröristleri”ne, arabalı, yelekli canlı bomba teröristlere, vb çok şahit olduk ama böylesi “polis” çıkanı da ilk defa oluyor galiba. Bu yönden ciddi bir “sıkıntı”ya işaret etmektedir. Benim bildiğim polisler terörü ve teröristi önlemek için vardır. Terör yaratmak için değil!

Bilemiyorum; daha henüz olay çok yeni. Belki siz bu yazıyı okuduğunuzda başka veriler de ortaya çıkmış olacaktır. O yüzden “İlk izlenimlerim”, “değişebilir kanaatlerim” ya da “kafama ilk üşüşen sorular” olarak okumanızda yarar var. (Bazıları şahsi kanaatlerini adeta “kesinlik” hatta “mutlak gerçek” gibi sunmada çok maharet kazandıklarından artık tedbirli konuşur olduk!) Mevcut olay bu yönüyle çok önemlidir. Çünkü suikastlar bizzat polisler eliyle işlenebiliyorsa artık kimsenin hayatı güvende değil demektir. Bu yanıyla terörist oluşumlarda niteliksel bir sıçramaya denk gelmektedir. Acilen çözümlenmeye muhtaç “yeni bir olgu” ile karşı karşıyayız. “Kuraldışı” bir gelişmedir…

ÖNCE ŞU SORULARA “CEVAP” ARAYALIM!..

Belli ki olay “Türk-Rus ilişkilerini bozma” amacı taşımaktadır. Bunda şüphe yok. (Her iki tarafın üst düzey yetkililerinin olay sonrası açıklamaları ile bunun “Farkında oldukları” nı göstermektedir ve bu bir avantajdır.) Saldırının 20 Aralık tarihine çekilen Türkiye, Rusya ve İran Dışişleri Bakanlarının katılacağı “Zirve”nin bir gün öncesi tertiplenmesi “tesadüf” müdür? O halde bu aynı zamanda adı geçen tüm ülkelere bir “Mesaj”dır. Bunu bir kenara not edelim…

Ancak bunun analiziyle beraber şu hususların da biran önce tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açığa çıkartılması elzemdir:

1) Suikast eylemcisi polis memuru Mevlut Mert Altıntaş “Bireysel” bir saldırgan mıdır? Sırf “Halep’te yaşananlara kızdığı için” kendi şahsi inisiyatifiyle mi hareket etmiştir yoksa arkasında başka “bağlantılar” var mıdır?
2) Varsa bu “bağlantılar” kimlerdir? (Özellikle dış boyut, yabancı istihbarat servisleri açısından) Kimler onu polis teşkilatı içine yerleştirmiştir? Ondaki bu “Radikal İslamcı” tutum fark mı edilmemiştir yoksa önemsenmemiş midir?
3) Eylem öncesi kimler onu yönlendirmiş, dolduruşa getirmiş, motive etmiştir? Varsa arkasındaki “teşvikçiler” kimlerdir? Ölmeye ve öldürmeye kararlı bu ruh halini nasıl edinmiştir? Kendisi bir “istisna” mıdır, başkaları da var mıdır?
4) Bu kişi oraya sadece polis kimliğini göstererek mi girmiştir yoksa birileri tarafından (Sözüm ona bir tür “koruma” gibi “vazifeli” mi girmiştir? Ki “giyim tarzı” onu andırıyor) görevlendirilmiş midir? Öyleyse bu memura o “görevi” kimler vermiştir? Bu kişi hiç dikkat çekmeden Büyükelçinin hemen arkasında adeta “bekler” gibi nasıl ve niye durmuştur?
5) Salonda başka “sivil giyimli” polisler var mıdır? Varsa neden anında müdahale etmemişlerdir?
6) Rus elçisinin korunma prosedürlerinde bir “zaaf”, bir “açık” söz konusu mudur? Böylesi önemli bir konjonktürde bir “Saldırı ihtimali” niçin dikkate alınmamıştır?

Tabii birde “Rusya kendi koruma önlemini niye almadı?” diye soranlar var. Bilemiyorum. Keşke alsalarmış. Yanı sıra “Saldırgan niye sağ yakalanmadı?” deniyor. Birincisi; sanırım adam zaten "ölmek için geldim” diyor. İkincisi; Rus Büyükelçi yerde, acilen tıbbi müdahale yapılması lazım. Tartışmaya, pazarlığa vakit yok. Elçiyi sağ rehin alsa belki. Gene de saldırgan yaralı da olsa sağ yakalansa belki konuşturulma şansı olabilirdi. Fakat o arada neler yaşandı bilmiyoruz. Gene de “öldürülmesi” dahi araştırılmalıdır.

KİMSE BU OLAYI ŞU VEYA BU YÖNE ÇEKMEYE KALKMASIN!..

Dediğim gibi olay sadece hedefte Rusya Büyükelçisi Andrey Gennadiyeviç Karlov olduğu için değil, esas mahiyeti itibariyle çok önemlidir. Ne yazık ki daha ilk dakikalardan itibaren olayın zaten süren tartışmalara, hazır şablonlara endeksli seyrettiğini gözlemliyoruz.Oysa burada önemli olan “gerçeğin en net şekilde” ortaya konulabilmesidir. Şu veya bu nedenle gölgelenmesi, saptırılması, çarpıtılması düşünülemez dahi…

Ancak maalesef daha önceki birçok olayda da olduğu gibi bazı kanaatler hemen devreye girmiş, olayın daha ne olduğu tam anlaşılmadan bu kanaatler ortalığı kaplamıştır. Örneğin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve kimi AKP’ye yakın yorumcular “Rus uçağının vurulması” olayından paralellikle “Olayın arkasında FETÖ’nün olduğunu” ima etmiştir. Abdülkadir Selvi ise saldırganın “Nusracı” olduğunu öne sürmüştür. (Nedense o da bugünkü yazısında bundan vazgeçmiş görünüyor. Ne değişti bilmem?) Tabii süreç içinde başka teoriler (Belki de sahiplenmeler) ya da adresler de işaret edilebilir o başka. Şimdilik olay henüz çok taze…

Ortada bin türlü iddia, dedikodu, intiba dolaşıyor. Her tezin bir karşı tezi muhakkak var. Hangisi doğru ya da değil bu aşamada kesin emin değiliz. Örneğin “FETÖ’nün uyuyan hücresinin harekete geçtiğini” ileri sürenler var. “Suikastçı’nın FETÖ’cünün evinde kaldığını”, “Ona daha önce izin veren müdürün FETÖ’den tutuklandığı”, “Sınav sorularının çalınmasıyla ilgili skandalda soruşturma geçirdiği” gibi laflar dolaşıyor. Öyleyse neden görevde kalmış tabii bilmiyoruz. Herkes temelli, temelsiz bir şeyler öne sürüyor. Konuş konuşabildiğin kadar!

İşte zaten sırf bu yüzden dikkatli konuşmak gerek. Dikkatli konuşmak ise hiç yorumda ya da tahminde bulunmamak değildir. Burada önemli olan bunu “gerçeğin kendisi” olarak lanse etmemek, kamuoyunu şartlamamaktır. Farklı düşünenleri ise “Vay sen niye benim gibi düşünmüyorsun?” diye suçlamamak, tartışma dışına atmamak gerek diye düşünüyorum. Her ihtimal veya ipucu önyargısız, hiçbiri atlanmadan, kılı kırk yararak araştırılmalıdır. Bu işleri devletin ilgili kurum ve servisleri zaten –yani umarım- çözeceklerdir. Çözemezlerse ayıptır!

Kendi adıma –yanılma payımla birlikte- ben de şu aşamada “Suriye tarzı bir örgüt” tezine daha yakın düşünüyorum. Muhtemelen saldırgan “En Nusra” veya El Kaide benzeri Suriye’de faaliyet gösteren Radikal İslamcı yapılarla bağlantılı olabilir. Tabii görüntü yanıltmıyorsa şayet. (Eylem tarzı, Arapça seslenmeye çalışması, tekbir getirmesi, sloganik dili, ajitatif değinmeleri, işaret parmağını havaya kaldırması, vb.) Ancak bütün bunlar şu aşamada birer “kesinlik” değil, -benimkisi dahil- sadece birer “varsayım” ya da “tahmin” den öteye geçemezler. Biraz da ne görülmek isteniyorsa o görülüyor sanki. Olayları daha anlamadan etmeden “paket adreslere”, “şablon yakıştırmalar” a mal etmeyi ne de çok seviyoruz!

O yüzden her türden “kestirme” ve “etiketlemeci” yaklaşımlara hem gülüyor hem de üzülüyorum. Gülüyorum çünkü “Herkes ne de çok şeyin uzmanıymış, ne de çok bilgiliymiş anında çözdüler” diyorum. Üzülüyorum çünkü “Bu kanaatler ya da varsayımlar üzerinden havanda su dövdükçe sittinsene gerçeği bulamayız” diyorum. Herkes kendi cephesini takviye etme ve koruma peşinde. Kimse kendine “yanılma payı” bırakmıyor. İtidalli bakış ara ki bulasın!

İlaveten kimileri de fırsattan istifade yaşanan olaydan hareketle özellikle son zamanlarda artan “FETÖ’cüler tasfiye edildikten sonra polisin içi tarikatlar, cemaatler, radikal İslamcılarla dolduruldu” yaklaşımını savunuyor kimileri de tersine bu konularda emniyete ve hükümete toz kondurmama derdinde. (Bu olay ayrıca zaten mevcut “Tartışma”yı yeniden açığa çıkardı. İnsan “Devlet içi kapışmalar” ında, emniyet bürokrasisi içindeki saflaşmaların da bu olayda rolü var mı acaba?” diye de düşünmeden edemiyor doğrusu!) Sanki “şu” dersen “bu”, “o” dersen “öteki” sorumluluktan kurtulacakmış gibi. Hepsi de “açık kapama” gayretinde. Korkarım bu olaydan sonra nur topu gibi yeni tartışmalarımız, karşılıklı suçlamalarımız olacak!

Sanırım ki bu hengâme içinde güme giden şudur; Türkiye’de çok önemli ve sarsıcı bir suikast gerçekleşmiştir. Durum ultra ciddidir. Bunun sadece ülkemizde değil dünyada da yankıları büyük olacaktır. Bize düşen soğukkanlılıkla bu olayı çözmek, saldırının bağlantılarını doğru saptamak, gerekli dersleri çıkarmaktır. Tüm tartışmalar bunu gözetiyor ve hizmet ediyorsa iyidir, gölgeliyor yahut daha da anlaşılmaz hale getirilmesine yarıyorsa kötüdür. Bize bu ayrımı yapabilecek zihinler, kadrolar, bakışlar gerekiyor. Tek derdimiz “gerçeği bulmak” olmalı…

Ucu, nereye ve nasıl varacaksa varsın bu olay tüm bağlantılarıyla, ikna edici şekilde açığa çıkarılmalıdır. Aksi halde teröre şimdi de yeni bir “boyut” katılmış demektir!..

NOT: Medyaya da bir çift sözüm var. Bugünkü manşetlere bakılırsa olayı çoktan çözmüşler. Bravo! Bu ne aceleciliktir böyle?..

20.12.2016.

atillaakar@gmail.com