Efendim; gitgide umutlarımı yitiriyorum. Hatta yitirdim bile. Bu toplum sorun çözmeyi bilmiyor. Ancak sorun yaratma kapasitesi müthiş. Hele de herhangi bir kesimi körlemesine savunanların performansı olağanüstü. Nasıl başarıyorlar bilmiyorum ama herkes bir diğerini suçlayarak kendini rahatlatıyor. Tabii bu arada sorun yerinde sayıyor. İlaç için olsun somut bir öneri üreten yok. (Madem akıl edemiyorsunuz gelin bana sorun ben size ayrıntısıyla çözümü anlatayım) Lakin herkes bir diğerine karşı son derece keskin. İki gram düşünme zahmetine girmekten çok hemen saflaşmaya bayılıyoruz!..
Peki ben niye böyle konuşuyorum? Çok acı bir olaydan dolayı elbette. Ümraniye'de 26 ayrı suçtan kaydı bulunan 19 yaşındaki Yunus Emre Geçti'yi yakalamaya çalışırken açılan ateş sonucu hayatını kaybeden polis memuresi Şeyda Yılmaz olayından dolayı. O bakımdan toplumda ayrı bir hassasiyet oluşmuş durumda. Trajik bir durum…
Ne Yapacağını Şaşırmış Perspektifsiz Siyaset ve Bürokrasi!..
Ancak bu hassasiyetin doğru bir temelde oluştuğundan emin değilim. Gene aynı saflaşma peyda olmuş durumda anlaşılan. Bakıyorum birileri “Kemalist rejim suç makineleri üretiyor” derken (Sanırsınız ki 1930’ların Türkiye’sindeyiz ve iktidarda bizzat Mustafa Kemal var!) diğerleri “AKP iktidarı” nı suçluyor. Sonuçta ülkedeki her şeyden iktidar sorumludur elbette ama artık onu da aşan, çok daha raydan çıkmış vahim bir toplumsal durumla karşı karşıyayız. Bunda muhakkak izlenen politikaların vebali çok büyük o başka…
Aynı şekilde bir taraf “26 suç kaydı olan biri nasıl serbest dolaşır?” diye soruyor. (O da bir şey mi, daha ne rakamlar var?) Diğeri “Suçlular korunup, kollanıyor mu?” diye konuşuyor. Bir taraf “Polis ne yapsın, onlar yakalıyor mahkemeler salıyor” derken, diğerleri “İktidar güvenlik zaafiyeti yarattı” diye söyleniyor. Hepsinde de haklı yanlar olabilir ama bu tartışmalardan bir “çözüm” çıkmaz. Bir seferberlik halinde çözüm odaklı düşünmek lâzım. Umarım yaşanan vahim olay buna vesile olur. Tabii perspektifsiz siyaset ve onun uzantısı bürokrasi ile zor görünüyor!..
Devlet Organları Arasındaki Senkronizasyonunu Kaybetti!..
Bana kalırsa da zaten en önemli noktada burası zaten. Hani “Fetret devri” deyip duruluyor ya? İşte asıl fetret bu noktalarda. Devlet bütüncül bir organizmadır. (Kuvvetler ayrılığı olması herkesin kafasına göre takılması değildir!) Organları arasında senkronizasyon gerekir. Lakin ne gezer? Hele de kriminal olayların ve kişiliklerin bu derece arttığı bir ülkede bu kontak daha elzem iken maalesef tam tersi oluyor. Devlet sadece aydınlarına, muhaliflerine, farklı düşünenlere karşı bütüncül olabiliyor ne yazık ki. Refleksleri bu noktada takılmış kalmış!..
Tam bu noktada dikkatimi çeken bir başka husus ise Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile zanlı Yunus Emre Geçti'nin henüz 13-14 yaşlarında iken birlikte çektirdikleri fotoğrafın servis edilmesi oldu. Bu da acaba emniyet içinde olduğu söylenen çekişmeli kadroların bir dışa yansıması mı diye de düşünmeden edemedim doğrusu!..
Bir Ayrımda Zanlının Servis Edilen Fotoğraflarda!..
İş bu tartışmalarla sonlansa gene iyi. Bu seferde zanlıya çöp poşeti geçirilip, iki kadın polis eşliğinde hayvan toplama aracına bindirilmesi tartışma konusu ediliyor. Böylelikle topluma bu kişinin bir “Pislik”, “hayvandan farkı olmayan biri” olduğu mesajı verilirken kadın polisler ise ölen kadın polisimizi hatırlatıyor. (Beğenelim beğenmeyelim, enteresan bir mesaj olmuş doğrusu) Lakin bu noktada da ikiye bölündük. Bir taraf “Yapılanın hukuk dışı, idari kurallara aykırı, insan haklarına ters hatta işkence” olduğunu söyleyip “İdari soruşturma açılması gerekir” derken diğer bir kesim “Yapılanlar az bile, polislerimiz keşke kafasına sıksalarmış, ne soruşturması” diye düşünüyor. Burada da ideolojik veya duygusal tepkiler belirleyici görünüyor. Toplumsal yarılma hali burada da sırıtıyor. İki uç yorum oluşuyor. Hatta idam isteyenler bile var…
“Peki sen ne düşünüyorsun?” derseniz lafı hiç dolandırmadan söyleyeyim. Makul ve mantıklı düşünmeye çalıştığımda şu sonuçlara varıyorum. Birincisi; Elbette ki kurallar veya idari mecburiyetler gereği daha itidalli davranıp, yanlış algılara yol açabilecek o görüntülere meydan verilmeyebilirdi. (Gene de ince, ölçülü ve zekice verilmiş bir mesaj gibi görünüyor.) Buna rağmen tepki makul ölçülerde kalmış görünüyor. Öte yandan bir kişi suçlu da olsa bazı hakları ve davranış kriterleri vardır. Bunu da anlıyorum.
İkincisi; her kurumsal grup gibi emniyet teşkilatı da ortak bir tepki ve hassasiyet psikolojisine sahiptir. Arkadaşlarının kaybı doğal olarak bir infial yaratmış olmalı. Öfke duymaları gayet normal. Herkesin bir sabrı var. Daha ağır tepkiler bile verilebilirdi. Kendi içlerinde ne gibi tartışmalar yaşandı bilemem. Ben bu şartlar altında mesajın veriliş biçimini belli ölçülerde “Normal” görüyorum. Çok kabalaşmadan bir “İnce ayar” atılmış. Arkadaşlarının acısını bir nebzede olsa hafifletmiş gibiler. Bu hassasiyet “Anlaşılır” ölçülerde görünüyor. Sonuçta polislerinde duyguları vardır. Ki, burada iyice ajite olmuş haldeler. O yüzden bazı noktalar fazla zorlanmasa iyi olur gibime geliyor.
Ancak unutulmamalı ki; asıl hassasiyet suç ve suçlularla mücadelede gösterilen irade üzerinden olacaktır. Güvenlik zaaf kabul etmeyecek en önemli alandır.
Olayda hayatını kaybeden polisimiz Şeyda Yılmaz’a Allah’tan rahmet diliyorum…
24. 09. 2024
NOT: Lütfen 05 Şubat 2024 tarihli bu sitedeki “Kriminal Safari”ye hoş geldiniz! Şiddet sarmalında deliriyoruz mu?” başlıklı yazıma bir göz atınız…