Geldim...Gördüm...Kahroldum
Türk medyasının Sezar'ı Keskin Kalem uzun bir süre sonra huzurunuzda…
Nerede diye soranınız oldu mu?
Merak edeniniz?
Yahu bu yaşlı ve huysuz adama n’oldu, diyeniniz?
Oldu, biliyorum…
Kulağıma çalındı beni soranların şikayetleri, sitemleri…
Karabatak gibi adamım ben kusura bakmayın.
Bir görünüyorum, bir yok oluyorum…
Ama mazeretim şu hayattaki en değerli şeydi, yani sağlığım sevgili dostlarım.
Aman deli Keskin korona mı oldu dediğinizi duyar gibiyim…
Yok o illet henüz beni bulmadı ama yorgun kalbim bana ihanet ediyor…
Hele ki medyanın içler acısı halini, insanların düştüğü hali gördükçe.
Yıllarımı bu sektöre verdim, eskiden de çok şikayet ederdim ama böylesi bir hali hiç görmemiştim.
Mesleğe henüz adım atan meslektaşlar gazeteciliği böyle sanmasın, bize kızmasın.
Ama sonuç yazımın başında dediğim gibi maalesef,
Hasta yatağımdan çıktım, geldim, gördüm, ve kahroldum…
Neler yaşadım, ne çileler çektim ufak ufak yazılarımda bahsedeceğim.
Sizinle dertleşeceğim sevgili Keskin Kalem yoldaşları.
Ancak sizi sıkmak istemiyorum, kalemime sarılamadığım günlerde içimde ne hikayeler birikti ahhhhh bir bilseniz…
Gerçi bileceksiniz, çünkü sizden tek bir kelimesini gizlemeden hepsini birrr birrr yazacağım.
Ama ilk parmak basacağım yaralardan biri medyadaki bir akraba çeteleşmesi…
Diğeriyse kişisel çıkarından olunca sözde muhalif kesilen bir grup gazeteci…
Haydi buyurun kimsenin laflarına, gözünün yaşına, kurduğu oyunlara bakmadan kalemiyle nice canlar yakan Keskin’inizin sizinle vuslat yazısına…
Medyanın her yerde PARMAKLARI olan ve hayli COŞKUN imparatorluğu
Bir ailenin iki ferdini düşünün…
İkisi de gazeteci, birbirine rakip iki kurumda…
Herkesi şaşırtarak, kamuoyunun gözü önünde birbirlerine ters düşüyorlar…
Can siperane çalıştıkları kurumları koruyorlar…
Bizim medya mahallesi de çekirdekleri almış izliyor…
Bir anlam veremiyor…
Nasıl oluyor da iki yakın akraba bu kadar ters düşüyor diyor…
Yani en azından bu danışıklı dövüşü amiyane tabirle ‘yiyenler’ aklını bu saçma soruyla meşgul ediyor.
Keskin Kalem’iniz yine bir amme hizmetinde bulunsun ve tiyatronun kulisinde neler olduğunu anlatsın.
Ama önce başrol oyuncularını tanıyalım:
Biri 45 arkadaşına tek bir kuruş tazminat verilmemesine göz yumarak, büyük bir rahatlıkla koltuğunda kaykılan her devrin teşnesi Ahmet Hakan Coşkun.
Diğeri de Habertürk’ün program yapımcısı ve çiçeği burnunda köşe yazarı Kübra Par, nüfustaki ismiyle Kübra Parmaksızoğlu Coşkun.
Herkesin malumu Kübra Parmaksızoğlu, Ahmet Hakan Coşkun’un erkek kardeşi Mahmut Fazıl Coşkun’la evli.
Fakat imza ismiyle Kübra Par, bu evliliğin çok dillendirilmesinden ve kendisine 'yenge' diye hitap edilmesinden hoşlanmıyor.
En azından bunu, Ahmet Hakan’ın 'azılı' düşmanı Fatih Altaylı’nın dünkü köşe yazısından biliyoruz. Ve de Kübra Hanım’ın Altaylı’ya teşekküründen…
Şaşırtıcı olan şu ki, köşesinden Ahmet Hakan’a türlü hakaretleri eden ve en son reyting tartışmasında Ahmet Hakan tarafından kalesine büyük bir gol yiyen Altaylı, Kübra Par’ı, köşesini okuduğunuzda çok da doğru gelebilecek bir şekilde savunuyor.
‘Kübra Par’a yenge demek kadına şiddet’ diyor…
Bu lafları Altaylı değil de başkasından duysak inanırdık.
Ama kadınlara türlü hakaret eden, her kadının arkasından cinsel espri yapan, bir kadını beyzbol sopasıyla dövdüren, analı avratlı küfürleri ağzından düşürmeyen Altaylı’dan bu sözleri işitince, ‘aaa durum ciddi! Bu işte bir bit yeniği var’ diye düşünmeden edemedim.
Ne de olsa Kübra Hanım da, Sayın Altaylı’nın neredeyse her kadın meslektaşıyla ilgili yaptığı korkunç esprilerden nasibini alanlardandı…
Peki ne oldu da Fatih Altaylı Hürriyet’in başına geçme hayalini elinden çalan ve kıskançlık krizlerine girmesine neden olan Ahmet Hakan’ın çok yakınındaki bir ismi korumaya girişti…
Öyle ya daha Ahmet Hakan Hürriyet'in başına gelmeden, Demirörenlere haber gönderen ve bir tür 'emrinize amadeyim' mesajı veren Altaylı değil miydi? O iş olmayınca Ahmet Hakan'la açıktan kavgaya tutuşan Altaylı, kavganın dozunu Ahmet Hakan Hürriyet'e yayın yönetmeni olunca artırmadı mı?
Ve dahası gerçekten ortada bir anlaşmazlık, bir hoşnutsuzluk mu vardı? Ne oluyordu?
Bu soruların yanıtını almak için önce medya aleminin türlerini bilmeniz gerek sevgili okurlarım...
Bu yazıda tasvir edilen tür, kendi çıkarı için her şeyi yapan, her kalıba, kılığa bürünen, medyadaki çetesinin kollarını uzatmaya bunun için de medya patronlarının etrafını ahtapot gibi sarmaya yeminli bir tür...
Bu türü en iyi, basın dünyasının üç otuz paraya yükünü çeken emektarları bilir.
Belli ki Altaylı’ya o yazıyı yazması telakki edilmiş.
Arkasından o kadar atıp tuttuğu Kübra Hanım’a bu övgüleri dizen Altaylı yazıyı yayına verdikten sonra oturup kadınlara sövdüğü gibi kahrından kendine de bir iki laf saydırıp belki de gözyaşı dökmüştür.
Evet ya Altaylı... Ne hallere soktun kendini değil mi?
Ama sonra kendini ikna etmişsindir ağlama... Hem "emir demiri keser" hem de "çıkar her türlü ahlaki meselenin üstündedir" öyle değil mi?
Gelelim diğer sözde savaşın diğer sahte cephesine...
Kariyerinin başından beri Ahmet Hakan’ın desteğini hep gören, haber konusunda bolca fikir alan, Ahmet Hakan’ın haber kaynaklarının kılcal damarlarıyla tanıştırdığı, kariyerinin hatta büyük bir kısmını dizayn ettiği Kübra Par’ın gerçekten eniştesini eleştirdiğini mi düşünüyorsunuz?
Mesela ekranların ilginç siması Prof. Dr. Mehmet Çilingiroğlu Habertürk ekranından büyük bir skandalla gönderilince Ahmet Hakan kendisine sahip çıkmıştı.
Neden? Çünkü Çilingiroğlu, Ahmet Hakan'ın hiç de hazzetmediği, sevmediği bir ekran yüzünün programından kaçmıştı?
Kimdi o isim: Ekranların başarılı moderatörü Didem Arslan Yılmaz.
Ahmet Hakan, Didem Arslan Yılmaz'ın Habertürk'ten bir ara ayrılıp gittiği CNN Türk'te başını çok ağrıtmış, kanalı Yılmaz'a dar etmişti... Bu kısmı uzun hikaye, ayrıca yazarım, biz meselemize dönelim.
Peki Kübra Par ne yaptı?
Kübra Par ise birkaç gün önce köşesinde Çilingiroğlu’na gazetecilik sınırlarını aşan ifadelerle yüklendi: "Şöhret budalası" dedi, "Deli" dedi, "Müptezel" dedi.
Aynı Kübra Par, Ahmet Hakan'a olmadık laflar eden Fatih Altaylı bir yalan haber üzerinden Sabah grubuyla dalga geçtiğinde hemen beğeniyordu.
Peki nasıl oluyordu bu? Nasıl mümkün olabiliyordu?
Malum Ahmet Hakan Sabah grubuna çok yakın bir gazetenin tepe ismi…
Sevgili yoldaşlar lafı dolandırmayayım soruyu doğrudan sorayım.
Yani nasıl oluyordu da biri hükümete yakın dururken, diğeri bir başka kurumda hükümet aleyhine tavırlar takınıyordu?
Birbirlerinin çalıştıkları medya gruplarına laf çakıyordu?… Ve ikisi de koltuğunu koruyordu…
İşte biz buna ‘geçici hüner’ diyoruz.
Şu an çok iyi işlediği düşünülen kusursuz bir plan…
Bir ailenin iki ferdi farklı iki köşeyi kapmış, siyasi duruşu falan önemsemeden, her akşam kafa kafaya veriyor, bu durumda içinde bulundukları kurumlarda koltuklarını nasıl sağlamlaştıracağını konuşuyor.
Her atışma bir danışıklı dövüş…Her şirketin sırrı birbirinde…
Aslında plan Kübra Par’ın Habertürk genel yayın yönetmenliğine oynamasıyla bir başka seviyeye atlayacaktı.
Yani iki Coşkun, iki önemli medya kuruluşunun tepe ismi olacaktı…
Ama olmadı…
Fakat Coşkun ailesi Nişantaşı’daki evlerinde yeni planları devreye soktu… Hep birlikte, yakında görürüz…
Asıl burada dikkat çekense, "Kübra Kübra’dır Ahmet Ahmet’tir" diyerek bu planın uzun süre işleyeceğini düşünmeleri.
Varsın öyle düşünsünler...
Ama bu çark yürümez, çünkü o çarkın nasıl çark ettiğini görenler var...
Demirören ailesine de bu yönde bilgi gittiğini de bilenler var…
Habertürk’e gelince… Ellerinde bir Truva Atı tuttuklarını düşünüyorlar ama asıl truva atının kim olduğunu herkes biliyor. Atın sahte oyununun tutmayacağını söylemeye de gerek yok sanırım....
Uslu Şirin’den Muhalif Şirin’e bir medya dönüşümü masalı…
Şirinler’i izlemeyen yoktur herhalde aramızda sevgili dostlarım.
Medya Şirinler köyüyse ben de sanırım Huysuz Şirin olurdum…
Gerçi o kadar çok tipte Şirin var ki, sağ olsunlar bana bir rol düşmüyor…
Bugün mürekkebimin bir diğer öznesi, gazeteci Şirin Payzın nezdinde, medyamızın sevgili muhalifliğe soyunan tüm Şirinleri.
Onlar aslında bir dönem, o kadar uslu çocuklardı ki, bir gün Şirinler’i görebileceklerine inanıyorlardı.
Ankara’da çok önemli isimlerle araları iyiydi…
Özellikle Aydın Doğan medyasının son dönemlerinde hepsi bir yandan ekranlarda, gazetelerde suya sabuna dokunmadan önemli isimlerle ilişkilerini sürdürüp güç sahibi görünmekten zevk alarak işlerini yürütüyorlardı.
Medya okur yazarlığı pek yerinde olmayan okurların bir kısmı bu ekibin gerçekten de muhalif olduğuna inanıyor.
Bu isimlerin en önde gelenlerinden biri de Şirin Payzın....
Doğan Medya'da yaşadığı kişisel sorunlar nedeniyle kapının önüne koyulunca hemen bugün sövüp saydığı Külliye’den çok önemli bir ismi devreye sokmuştu…
O ismin kim olduğunu hemen herkes bilir. Şu anda külliyede kritik bir görevde olan o isim de, bu yazıyı okuyunca eminim acı acı gülümseyecektir bu sonradan olma sözde muhalif gazeteci ahalisine...
Neyse, Şirin hanım o dönem kovulmamak için külliye kapısı aşındırdı ama kovulma sürecini ancak öteleyebildi…
Sonra da ortada bir çıkar, yüklü maaş çeki kalmayınca kapısını aşındırdığı Beştepe'deki Külliye'ye muhalif oluverdi.
Onun gibi pek çok ismin Nuh’un Gemisi gibi içine doluştuğu ıskartaya çıkmış liberallerin tribünü hale gelen internet sitesi her gün Türkiye’yi kurtarıyor… Bir kendilerini kurtarmak dertleri.. Emin olun başka dertleri hiç olmadı... Allah Tayyip Erdoğan'a güç kuvvet versin ki; bu çıkarları için her türden muhalif kabına girecek naylon habercilerden hepimizi korusun...
Benim merak ettiğim, medyanın Muhalif Şirin’ini bu halde gören siyasetçiler ne düşünüyor?
Sanırım Şirin Payzın ve onunla aynı taktiği yürüten çoğu Doğan Medya eski çalışanı ’Türk halkı balık hafızalıdır’ tezine oynuyor…
Son zamanlarda muhalifliğe soyunan bu isimler sicillerini unutturabileceğini düşünüyor…
Düşünüyor da, o iş o kadar kolay değil…