BU AÇIKLAMA OLAY YARATIR! HERKES MASTÜRBASYON YAPIYOR!
Akşam gazetesinden Elif Aktuğ'un sorularını cevaplayan Ayşe Arman samimi açıklamalar yaptı.
İşte Ayşe Arman’ın Akşam gazetesindeki çok ses getirecek o röportaj...
Ayşe Arman bir marka mıdır, öyle kabul ettiğinizi varsayarak, acaba bu markayı nasıl koruyor ve yönetiyorsunuz diye sormak isterim...
Ne bileyim marka mıyım, değil miyim? Bunu ben değerlendiremem. Ama ben 18 yaşından beri, tuğla üzerine tuğla koyarak bir şey inşa etmeye çalıştım. Dikkatli olmaya uğraşıyorum, tepeme devrilmesin diye. Ki böyle bir ihtimal her zaman söz konusu benim için, çünkü tutarlı ve dengeli bir tip değilim. Gerçi ben de kendimi böyle kabul ettim, herkes gibi. Her adımı planlı bir kadın olabilmek, benim harcım değil. Formülümde yok. Aslında sürekli yaptığım tek şey var: Çalışmak. Ölene kadar çalışmak.
Sizi seven çoktur ama sevmeyenlerle nasıl baş ediyorsunuz?
Sevenlerim olduğu kadar sevmeyenlerimin de olması sağlıklı bir durum. Aksi şüphe uyandırırdı. Her gün destek maili kadar, küfür maili de geliyor, okuyorum, normal hayatıma devam ediyorum. O kadar domates ve çürük yumurta yedim ki kafama, artık koymuyor. Bütün maillere cevap yazamıyorum, bundan da suçluluk duyuyorum, isterdim ama teknoloji özürlüyüm ve organize bir tip değilim. Aslında bir sürü şeye yetişemiyorum, çok iniş çıkışlarım oluyor, ama evet iflah olmaz bir iyimserim. Benim içimde hep ’Yok yok iyi olacak, bak göreceksin’ diyen, onaran, düzelten, bardağın dolu tarafını gösteren biri var.
Kaç yıl oldu, kaç yazı ve röportaj sığdı gazetecilik yaşamınıza?
Benim geçmişle pek işim yok, hep önüme bakıyorum. Sayı da bilmem. Yayınlanan röportaj benim için bitiyor, ne biriktiriyorum, ne saklıyorum. Arşivim filan da yok. Kaç tane yaptığıma kafa yoracağıma, daha ne kadar yapabileceğime konsantre olmayı tercih ederim.
PİŞMAN OLDUĞUM ÇOK YAZI VAR
Pişman olduğunuz bir yazı veya cümle oldu mu?
Çoook. Bitmez tükenmez bir yetersizlik duygum var. Ve feci güvensizim aslında. Böyle söyleyince de, ’Ancak güvenli insanlar böyle konuşur!’ diyorlar, alakası yok. Kendimi didiklerim, sorgularım, eleştiririm, çoğu zaman da beğenmem. Yazdıktan sonra, ’Daha iyi ifade edebilirdim!’ dediğim yazı çok. Bu da sanırım her şeyi mükemmel yapmaya çalışmamdan kaynaklanıyor, iyi bir şey değil mükemmeliyetçi olmak, çünkü mükemmel diye bir şey yok.
Neredeyse bütün yayın yönetmenleri kendi Ayşe Arman’larını yaratmak istediler. Nasıl Ayşe Arman olunur, her gazetede olmalı mıdır?
Bunlar, bana da tuhaf geliyor. Sanki benden değil de, başka bir kadından söz ediliyor gibi. Gerçekten doğru mudur, şehir efsanesi midir, onu da bilmiyorum. Bana benzeyen kadınların çoğalması, hem müthiş gurur verici bir şey, hem de hepimiz adına kötü bir şey. Çünkü o zaman birbirimize benzemeye başlıyoruz demektir. Oysa güzel olan, farklılık. Ben, bu işlere başladığımda farklı olduğum için, bu olduğum kadın oldum. Bu demektir ki, bana benzeyenler arttıkça, benim yine ayrışmam gerekecek!
SEVGİLİMİ EN İYİ BEN SEVERİM
’Şu konuda en iyi benim’ gibi bir iddianız var mıdır?
Sevgilimi en iyi ben severim! Kızıma da en şahane masalları ben anlatırım!
Acaba Hürriyet’te çalışmasaydınız aynı başarıyı yakalayabilir miydiniz?
Zannetmiyorum. Al beni başka yere koy, aynı etki olmaz. Hürriyet başka bir şey. İnanılmaz etkili. Fakat bende de sapık ve tutturuk taraf var. Başka bir yerde de, başka bir şekilde var olabileceğime inanıyorum. Mesela Ömer’e Avustralya’da bir iş teklifi gelmişti, ben hemen, ’Gidelim çok heyecan verici’ dedim, o ise ’Çok uzak, tamamen koparız Türkiye’den’ dedi ve ekledi, ’Gazeteci Ayşe Arman da tarihe karışır!’ ’Boş ver karışsın’ dedim, ’Öldüreyim o kadını, Avustralya’da 40 yaşında yeni bir kadın olarak doğayım.’ Tamam yaptığım işi çok seviyorum, ama önemli olan benim içimdeki o tutku, o ateş, o heyecan. Ben bir şekilde var olurum, hem de dünyanın herhangi bir yerinde.
Hürriyet’e yayın yönetmeni olmak ister miydiniz?
Deli misin? Asla! Benden yönetici olmaz. Bırak yayın yönetmenini, editör bile olmaz. Sinirliyim, iş yaparken iğrencim, kırıcıyım, laf dinlemem! Beni çayıra sal, fikir bulayım, acayip projelerin peşinde koşayım. Aklıma sürekli abuk sabuk fikirler geliyor, ne mutlu bana ki, kimse de ’Saçmalama!’ demiyor. Bu da gazetemin bana sağladığı muazzam bir lüks.
MASTÜRBASYON TABU DEĞİL!
Mastürbasyon yazınız çok konuşuldu... Tepkilerden ürkmüş müydünüz?
Zaten ’Tedirgin yazı’ başlığını atarak, duygularımı belirtmiştim. Ama inanır mısın, olumsuz çok az mail aldım. Bundan şunu anlıyorum:
1- İnsanlar samimiyetime inanıyorlar.
2- Ben ne yapsam çok şaşırmıyorlar, bir şekilde beni kabullendiler, benden böyle şeyler bekliyorlar.
3- Zaten kadın, erkek herkes mastürbasyon yapıyor ve bunun tabu olmaması konusunda benimle herkes aynı fikirde.
SERDAR TURGUT ’PENİS YAZARI’
Serdar Turgut, ’Ayşe Arman yaşlandı’ başlıklı bir yazı yazdı, neden erkekler bu kadar acımasız dersiniz?
Acımasızlık değil ki bu, zavallılık. Ayrıca dinime küfredenin de Müslüman olması gerekmiyor mu? Serdar Turgut’un bu meslekteki lakabı ’penis yazarı’. Ki ben onu bu yüzden eleştirenlerden değilim. Ama onun yaptığı ayıp.
Kendinizi yaşlanmış gibi hissediyor musunuz?
Herkes gibi ben de yaşlanıyorum. Ama hala fena değilim sanki. İdare ederim yani. Bazen kendimi tekrar ettiğim oluyor tabii, sıkıcı şeyler de yaptığım da. Ama ben de hep bir fırlamalık peşindeyim. Bak ne güzel mesela, sen kafana Ayşe Arman peruğu taktın, hem kendinle hem benimle ince ince dalga geçiyorsun. Şahane. Böyle olmalı. Biz de bu işi yaparken şişmeyelim, biraz eğlenelim, eğlendirelim.
Sizinle röportaj yapacağımı duyanlar, ’Aa sana nasıl röportaj verdi, kimseye vermez’ dediler.
Ulan çok havalı, böyle mi diyorlar. Kendim röportaj vereceğime, ben biriyle yapmayı tercih ediyorum. Havaya girip röportajlar vermeye başlayınca, sen iş yapamaz hale geliyorsun. Ayrıca seni seviyorum, iyi bir okurunum, özel olduğun da doğru.
BİR ŞEY BENİ HEYECANLANDIRIYORSA, BİTMİŞTİR
Sizi ikna etmek kolay mıdır? Batik yöneticileri ’Haydi sizinle çalışalım’ dedi ve kabul mü ettiniz?
Bir şey beni heyecanlandırıyorsa, bitmiştir. Hayatta caydıramazsın! İlla deneyeceğim, illa o fikrin peşinden gideceğim. Ödülün para olması da gerekmiyor, kalbimi hızlı attıran her şeye kanabilirim. Bir çocuk gibi. Ama heyecanlandırmıyorsa, mümkün değil...
Batik heyecanlandırdı demek!
Evet, Batikçilerin vizyonu, yeniliğe açık olmaları bana iyi geldi. Çekimlerden önce, en bayıldığım şeyi gerçekleştirdik, saatlerce ’Şöyle mi yapsak, böyle mi yapsak?’ diye tartıştık. Cem Talu ve Ergün Gündüz’le çalışmak da, her zaman eğlenceli. İkisi de, işlerinin ustası insanlar. İsteseler de, kötü bir iş çıkmıyor onlardan. Hem bunu biliyordum, hem de para kazanacağımı. Yeni taşındığımız evde yapmak istediğim değişiklikler vardı, sevgilimden para istememe gerek kalmadı. Bir taşla, bir sürü kuş yani.
AVM KADINI DEĞİLİM
Markalarla aranız nasıl, uzun saatler geçirir misiniz AVM’lerde?
Dubai’de, alışveriş merkezleri hayatın ta kendisiydi. Bütün gün orada geçerdi, çok sıcak olduğu için. Ama normalde, AVM tipi değilim. Bunalımda değilsem, alışveriş bile yapmam. Vakit yok çünkü. Ben daha çok, ev için obje almayı seven biriyim, değişik formlarda heykeller, resimler, kendimi kaybedebilirim. Yaratıcı her şey beni uçuruyor. Bir de kırtasiye manyağıyım, kurşun kalem, küçük defterler, ajandalar, takvimler. Çok büyük kitapçıları da severim, saatlerce kitap bakarım. Çocuk kitaplarına da bayılırım. Henüz Türkiye’de sözünü ettiğim kitaplardan yok. Benim yazmaya niyetim var. Bir sürü planım, hayalim var. Hepsini hayata geçirmek istiyorum.
EN ÇOK PARA VERDİĞİM ŞEY
En çok neye para verirsiniz?
’Hiç Emel’in dükkanında şahane, el dokuma kilimler var mesela. Ölürsün, o kadar güzel. Seri üretim filan değil. Klasik değil. Tek renk. Fosforlu yeşil, turuncu, pembe. Öyle şeylere bayılıyorum. Şimdi gözüm fıstık yeşili olanında, ondan çalışma odama alacağım. Resim de büyülüyor beni, dünyanın her yerinden resim alıyorum. Farklı formda sandalyeler, lambalar, mutfak malzemeleri sonra. Güzel peynir tahtaları için, şişman şarap kadehleri için canımı verebilirim. Bir de iç çamaşırı görünce, akan sular duruyor! Her türlü iç gıcıklayıcı sutyen, külot, aksesuar. Topladıkça topluyorum...
Ya çanta, elbise, ayakkabı? Bütün kadınlar ayakkabıya delirir...
Evet doğru. Ama ben kıyafete çok para vermeye kıyamıyorum. Çok pahalı şeyler giymeyi tercih etmiyorum. Bir jean, bir tişörtle de iyi durabilmeliyim gibi geliyor bana. Fakat çantamın ve ayakkabımın iyi olmasına dikkat ederim. Galiba dünyanın her yerinden aslında aynı şeyleri alıyorum: Bedenime oturan elbiseler, jeanler, tişörtler, çizmeler, botlar. Çok sevdiğim bir şeyden, tişört diyelim, üç tane alıyorum. Çünkü her gün ne giyeceğimi düşünmek beni mahvediyor. Kafa yormak istemiyorum. İyi olan bir kombinasyon varsa, onu tekrarlayabilirim yani.
HEM AKILLI HEM BAKIMLI OLMAM GEREKİYOR
Röportaj fotoğraflarınız çekileceği zaman nasıl hazırlanıyorsunuz; ne giyeceğinize siz mi karar veriyorsunuz?
Tabii ki. Ama sen gelip karar verirsen, daha çok sevinirim! O sırada, kafam soracağım sorularda oluyor, ama bir şekilde iyi durmak da gerekiyor. Fotoğraflarda kötü, şişman, bakımsız çıkarsam, mail atıyorlar, soru yağmuruna tutuluyorum: ’Neyin var? Kilo mu aldın? Sıkıntın mı var? Regl mi olacaksın? O ayakkabını hiç sevmedim, topuğu fena! Pantolon da demode, sakın bir daha giyme!’ Şaşırıyorum. Kadın gazeteci olmak zor, hem akıllı hem bakımlı olmanızı bekliyorlar.
Yaptığınız yardım kampanyaları çok etkileyici, tebrik ediyorum.
Yarım Kalan Hayatlar, kendimle gurur çok duyduğum bir şey. Birilerine faydalı olma hissi muazzam. Bir sürü firma var sırada. Bazen işten bir ay izin alıp, her gün bir tane yapayım gibi çılgın şeyler geçiriyorum kafadan. Çok yorucu, çünkü hem etkinliği yaptığım insanın hikayesini hem de parayı verdiğim kişinin hikayesini yazıyorum. Ama bu şekilde bir yılda ortalama 600 bin lira toparlayarak birilerine yardım edebilme imkanım var. Bu da şahane değil mi?
ERDOĞAN’LA RÖPORTAJ BENİM DE HAYALİM
Ulaşamadığınız biri var mı, röportaj yapmadığınız kim kaldı?
Oooo çok var. Erdoğan mesela. Fena mı olurdu başbakanla bir röportaj. Bu bütün gazeteciler gibi, benim de hayalimi süslüyor. Geceleri isimler geliyor aklıma, not ediyorum. Mesela bir Berlusconi röportajı şahane olmaz mıydı, sonra Carla Bruni? Devamlı sorulabilecek sorular geliyor aklıma. Bu iş, benim hem cennettim hem cehennemim!
Neden televizyona uzak duruyorsunuz?
Fazla doğalım. Ağzımdan her an, her şey çıkabilir benim. Boş ver. Kelebek ödül töreni mesela, kıramadım çıktım, sonra pişman oldum. Hayatında, ekrana çıkmazsın, hangi akla hizmet, provasız-mrovasız canlı yayında, milyonların karşısına çıkarsın. Cahil cesareti. Ama bir taraftan da şu hayatta korktuğum hiçbir şey kalmasın istiyorum, bakarsın önümüzdeki günlerde kafama göre bir programa kalkışabilirim.
AMUDA KALKMAYI DÜŞÜNÜYORUM!
Bütün kadın yazarları-röportajcıları sizinle kıyaslıyorlar. Bu durum adil mi sizce?
Bu beni yeme sorusu değil mi! Kimsenin işinin zorlaştırma gibi bir niyetim yok. Ben insanları şaşırtmaktan hoşlanan biriyim. Ben de eğleniyorum. Sürekli ayakta dikilip poz vermek sıkıcı, o yüzden arada yatağa giriyorum. Komik çünkü. Fakat iki kere yaptım, Ajda ve Özge Ulusoy’la artık kendimi tekrarlamamak için yapmamam lazım. Şimdi amuda kalkmayı düşünüyorum!
EVDE BENİ İPLEYEN YOK!
Peki, Alya gazeteci olsun mu?
O beni aşar, ne istiyorsa olsun, yeter ki tutkuyla yapsın ne yapıyorsa. Tabii ki gazeteciliğe aşığım ama sen beni bir de Ömer ve Alya’yla gör. Dersin ki, ’Bu kadın gazeteci değil, ev kadını.’ Zaten evde beni ipleyen yok! Güya gazeteceyim haberleri bile seyrettirmiyorlar, Ömer maçını seyrediyor, Alya çizgi filmini. İtibarım sıfır evde. Bana hep, ’Eşin ne diyor? Seksi pozlarına kızmıyor mu?’ filan diyorlar. Onlar evde başka bir kadın tanıyorlar, anne ve eş olan. Evdeyken, gazeteci olan kadını, kapı dışarı ediyoruz. O benim sahne halim gibi. Mesleğime aşığım ama kocama daha çok aşığım. Beni sıkan, kısıtlayan biri olsaydı geberir giderdim, tam tersine birlikte olduğu kadının renklerini çıkaran ve bununla eğlenen bir adamla birlikteyim. Bunu da yeri gelmişken belirteyim...
Ayşe Arman bir marka mıdır, öyle kabul ettiğinizi varsayarak, acaba bu markayı nasıl koruyor ve yönetiyorsunuz diye sormak isterim...
Ne bileyim marka mıyım, değil miyim? Bunu ben değerlendiremem. Ama ben 18 yaşından beri, tuğla üzerine tuğla koyarak bir şey inşa etmeye çalıştım. Dikkatli olmaya uğraşıyorum, tepeme devrilmesin diye. Ki böyle bir ihtimal her zaman söz konusu benim için, çünkü tutarlı ve dengeli bir tip değilim. Gerçi ben de kendimi böyle kabul ettim, herkes gibi. Her adımı planlı bir kadın olabilmek, benim harcım değil. Formülümde yok. Aslında sürekli yaptığım tek şey var: Çalışmak. Ölene kadar çalışmak.
Sizi seven çoktur ama sevmeyenlerle nasıl baş ediyorsunuz?
Sevenlerim olduğu kadar sevmeyenlerimin de olması sağlıklı bir durum. Aksi şüphe uyandırırdı. Her gün destek maili kadar, küfür maili de geliyor, okuyorum, normal hayatıma devam ediyorum. O kadar domates ve çürük yumurta yedim ki kafama, artık koymuyor. Bütün maillere cevap yazamıyorum, bundan da suçluluk duyuyorum, isterdim ama teknoloji özürlüyüm ve organize bir tip değilim. Aslında bir sürü şeye yetişemiyorum, çok iniş çıkışlarım oluyor, ama evet iflah olmaz bir iyimserim. Benim içimde hep ’Yok yok iyi olacak, bak göreceksin’ diyen, onaran, düzelten, bardağın dolu tarafını gösteren biri var.
Kaç yıl oldu, kaç yazı ve röportaj sığdı gazetecilik yaşamınıza?
Benim geçmişle pek işim yok, hep önüme bakıyorum. Sayı da bilmem. Yayınlanan röportaj benim için bitiyor, ne biriktiriyorum, ne saklıyorum. Arşivim filan da yok. Kaç tane yaptığıma kafa yoracağıma, daha ne kadar yapabileceğime konsantre olmayı tercih ederim.
PİŞMAN OLDUĞUM ÇOK YAZI VAR
Pişman olduğunuz bir yazı veya cümle oldu mu?
Çoook. Bitmez tükenmez bir yetersizlik duygum var. Ve feci güvensizim aslında. Böyle söyleyince de, ’Ancak güvenli insanlar böyle konuşur!’ diyorlar, alakası yok. Kendimi didiklerim, sorgularım, eleştiririm, çoğu zaman da beğenmem. Yazdıktan sonra, ’Daha iyi ifade edebilirdim!’ dediğim yazı çok. Bu da sanırım her şeyi mükemmel yapmaya çalışmamdan kaynaklanıyor, iyi bir şey değil mükemmeliyetçi olmak, çünkü mükemmel diye bir şey yok.
Neredeyse bütün yayın yönetmenleri kendi Ayşe Arman’larını yaratmak istediler. Nasıl Ayşe Arman olunur, her gazetede olmalı mıdır?
Bunlar, bana da tuhaf geliyor. Sanki benden değil de, başka bir kadından söz ediliyor gibi. Gerçekten doğru mudur, şehir efsanesi midir, onu da bilmiyorum. Bana benzeyen kadınların çoğalması, hem müthiş gurur verici bir şey, hem de hepimiz adına kötü bir şey. Çünkü o zaman birbirimize benzemeye başlıyoruz demektir. Oysa güzel olan, farklılık. Ben, bu işlere başladığımda farklı olduğum için, bu olduğum kadın oldum. Bu demektir ki, bana benzeyenler arttıkça, benim yine ayrışmam gerekecek!
SEVGİLİMİ EN İYİ BEN SEVERİM
’Şu konuda en iyi benim’ gibi bir iddianız var mıdır?
Sevgilimi en iyi ben severim! Kızıma da en şahane masalları ben anlatırım!
Acaba Hürriyet’te çalışmasaydınız aynı başarıyı yakalayabilir miydiniz?
Zannetmiyorum. Al beni başka yere koy, aynı etki olmaz. Hürriyet başka bir şey. İnanılmaz etkili. Fakat bende de sapık ve tutturuk taraf var. Başka bir yerde de, başka bir şekilde var olabileceğime inanıyorum. Mesela Ömer’e Avustralya’da bir iş teklifi gelmişti, ben hemen, ’Gidelim çok heyecan verici’ dedim, o ise ’Çok uzak, tamamen koparız Türkiye’den’ dedi ve ekledi, ’Gazeteci Ayşe Arman da tarihe karışır!’ ’Boş ver karışsın’ dedim, ’Öldüreyim o kadını, Avustralya’da 40 yaşında yeni bir kadın olarak doğayım.’ Tamam yaptığım işi çok seviyorum, ama önemli olan benim içimdeki o tutku, o ateş, o heyecan. Ben bir şekilde var olurum, hem de dünyanın herhangi bir yerinde.
Hürriyet’e yayın yönetmeni olmak ister miydiniz?
Deli misin? Asla! Benden yönetici olmaz. Bırak yayın yönetmenini, editör bile olmaz. Sinirliyim, iş yaparken iğrencim, kırıcıyım, laf dinlemem! Beni çayıra sal, fikir bulayım, acayip projelerin peşinde koşayım. Aklıma sürekli abuk sabuk fikirler geliyor, ne mutlu bana ki, kimse de ’Saçmalama!’ demiyor. Bu da gazetemin bana sağladığı muazzam bir lüks.
MASTÜRBASYON TABU DEĞİL!
Mastürbasyon yazınız çok konuşuldu... Tepkilerden ürkmüş müydünüz?
Zaten ’Tedirgin yazı’ başlığını atarak, duygularımı belirtmiştim. Ama inanır mısın, olumsuz çok az mail aldım. Bundan şunu anlıyorum:
1- İnsanlar samimiyetime inanıyorlar.
2- Ben ne yapsam çok şaşırmıyorlar, bir şekilde beni kabullendiler, benden böyle şeyler bekliyorlar.
3- Zaten kadın, erkek herkes mastürbasyon yapıyor ve bunun tabu olmaması konusunda benimle herkes aynı fikirde.
SERDAR TURGUT ’PENİS YAZARI’
Serdar Turgut, ’Ayşe Arman yaşlandı’ başlıklı bir yazı yazdı, neden erkekler bu kadar acımasız dersiniz?
Acımasızlık değil ki bu, zavallılık. Ayrıca dinime küfredenin de Müslüman olması gerekmiyor mu? Serdar Turgut’un bu meslekteki lakabı ’penis yazarı’. Ki ben onu bu yüzden eleştirenlerden değilim. Ama onun yaptığı ayıp.
Kendinizi yaşlanmış gibi hissediyor musunuz?
Herkes gibi ben de yaşlanıyorum. Ama hala fena değilim sanki. İdare ederim yani. Bazen kendimi tekrar ettiğim oluyor tabii, sıkıcı şeyler de yaptığım da. Ama ben de hep bir fırlamalık peşindeyim. Bak ne güzel mesela, sen kafana Ayşe Arman peruğu taktın, hem kendinle hem benimle ince ince dalga geçiyorsun. Şahane. Böyle olmalı. Biz de bu işi yaparken şişmeyelim, biraz eğlenelim, eğlendirelim.
Sizinle röportaj yapacağımı duyanlar, ’Aa sana nasıl röportaj verdi, kimseye vermez’ dediler.
Ulan çok havalı, böyle mi diyorlar. Kendim röportaj vereceğime, ben biriyle yapmayı tercih ediyorum. Havaya girip röportajlar vermeye başlayınca, sen iş yapamaz hale geliyorsun. Ayrıca seni seviyorum, iyi bir okurunum, özel olduğun da doğru.
BİR ŞEY BENİ HEYECANLANDIRIYORSA, BİTMİŞTİR
Sizi ikna etmek kolay mıdır? Batik yöneticileri ’Haydi sizinle çalışalım’ dedi ve kabul mü ettiniz?
Bir şey beni heyecanlandırıyorsa, bitmiştir. Hayatta caydıramazsın! İlla deneyeceğim, illa o fikrin peşinden gideceğim. Ödülün para olması da gerekmiyor, kalbimi hızlı attıran her şeye kanabilirim. Bir çocuk gibi. Ama heyecanlandırmıyorsa, mümkün değil...
Batik heyecanlandırdı demek!
Evet, Batikçilerin vizyonu, yeniliğe açık olmaları bana iyi geldi. Çekimlerden önce, en bayıldığım şeyi gerçekleştirdik, saatlerce ’Şöyle mi yapsak, böyle mi yapsak?’ diye tartıştık. Cem Talu ve Ergün Gündüz’le çalışmak da, her zaman eğlenceli. İkisi de, işlerinin ustası insanlar. İsteseler de, kötü bir iş çıkmıyor onlardan. Hem bunu biliyordum, hem de para kazanacağımı. Yeni taşındığımız evde yapmak istediğim değişiklikler vardı, sevgilimden para istememe gerek kalmadı. Bir taşla, bir sürü kuş yani.
AVM KADINI DEĞİLİM
Markalarla aranız nasıl, uzun saatler geçirir misiniz AVM’lerde?
Dubai’de, alışveriş merkezleri hayatın ta kendisiydi. Bütün gün orada geçerdi, çok sıcak olduğu için. Ama normalde, AVM tipi değilim. Bunalımda değilsem, alışveriş bile yapmam. Vakit yok çünkü. Ben daha çok, ev için obje almayı seven biriyim, değişik formlarda heykeller, resimler, kendimi kaybedebilirim. Yaratıcı her şey beni uçuruyor. Bir de kırtasiye manyağıyım, kurşun kalem, küçük defterler, ajandalar, takvimler. Çok büyük kitapçıları da severim, saatlerce kitap bakarım. Çocuk kitaplarına da bayılırım. Henüz Türkiye’de sözünü ettiğim kitaplardan yok. Benim yazmaya niyetim var. Bir sürü planım, hayalim var. Hepsini hayata geçirmek istiyorum.
EN ÇOK PARA VERDİĞİM ŞEY
En çok neye para verirsiniz?
’Hiç Emel’in dükkanında şahane, el dokuma kilimler var mesela. Ölürsün, o kadar güzel. Seri üretim filan değil. Klasik değil. Tek renk. Fosforlu yeşil, turuncu, pembe. Öyle şeylere bayılıyorum. Şimdi gözüm fıstık yeşili olanında, ondan çalışma odama alacağım. Resim de büyülüyor beni, dünyanın her yerinden resim alıyorum. Farklı formda sandalyeler, lambalar, mutfak malzemeleri sonra. Güzel peynir tahtaları için, şişman şarap kadehleri için canımı verebilirim. Bir de iç çamaşırı görünce, akan sular duruyor! Her türlü iç gıcıklayıcı sutyen, külot, aksesuar. Topladıkça topluyorum...
Ya çanta, elbise, ayakkabı? Bütün kadınlar ayakkabıya delirir...
Evet doğru. Ama ben kıyafete çok para vermeye kıyamıyorum. Çok pahalı şeyler giymeyi tercih etmiyorum. Bir jean, bir tişörtle de iyi durabilmeliyim gibi geliyor bana. Fakat çantamın ve ayakkabımın iyi olmasına dikkat ederim. Galiba dünyanın her yerinden aslında aynı şeyleri alıyorum: Bedenime oturan elbiseler, jeanler, tişörtler, çizmeler, botlar. Çok sevdiğim bir şeyden, tişört diyelim, üç tane alıyorum. Çünkü her gün ne giyeceğimi düşünmek beni mahvediyor. Kafa yormak istemiyorum. İyi olan bir kombinasyon varsa, onu tekrarlayabilirim yani.
HEM AKILLI HEM BAKIMLI OLMAM GEREKİYOR
Röportaj fotoğraflarınız çekileceği zaman nasıl hazırlanıyorsunuz; ne giyeceğinize siz mi karar veriyorsunuz?
Tabii ki. Ama sen gelip karar verirsen, daha çok sevinirim! O sırada, kafam soracağım sorularda oluyor, ama bir şekilde iyi durmak da gerekiyor. Fotoğraflarda kötü, şişman, bakımsız çıkarsam, mail atıyorlar, soru yağmuruna tutuluyorum: ’Neyin var? Kilo mu aldın? Sıkıntın mı var? Regl mi olacaksın? O ayakkabını hiç sevmedim, topuğu fena! Pantolon da demode, sakın bir daha giyme!’ Şaşırıyorum. Kadın gazeteci olmak zor, hem akıllı hem bakımlı olmanızı bekliyorlar.
Yaptığınız yardım kampanyaları çok etkileyici, tebrik ediyorum.
Yarım Kalan Hayatlar, kendimle gurur çok duyduğum bir şey. Birilerine faydalı olma hissi muazzam. Bir sürü firma var sırada. Bazen işten bir ay izin alıp, her gün bir tane yapayım gibi çılgın şeyler geçiriyorum kafadan. Çok yorucu, çünkü hem etkinliği yaptığım insanın hikayesini hem de parayı verdiğim kişinin hikayesini yazıyorum. Ama bu şekilde bir yılda ortalama 600 bin lira toparlayarak birilerine yardım edebilme imkanım var. Bu da şahane değil mi?
ERDOĞAN’LA RÖPORTAJ BENİM DE HAYALİM
Ulaşamadığınız biri var mı, röportaj yapmadığınız kim kaldı?
Oooo çok var. Erdoğan mesela. Fena mı olurdu başbakanla bir röportaj. Bu bütün gazeteciler gibi, benim de hayalimi süslüyor. Geceleri isimler geliyor aklıma, not ediyorum. Mesela bir Berlusconi röportajı şahane olmaz mıydı, sonra Carla Bruni? Devamlı sorulabilecek sorular geliyor aklıma. Bu iş, benim hem cennettim hem cehennemim!
Neden televizyona uzak duruyorsunuz?
Fazla doğalım. Ağzımdan her an, her şey çıkabilir benim. Boş ver. Kelebek ödül töreni mesela, kıramadım çıktım, sonra pişman oldum. Hayatında, ekrana çıkmazsın, hangi akla hizmet, provasız-mrovasız canlı yayında, milyonların karşısına çıkarsın. Cahil cesareti. Ama bir taraftan da şu hayatta korktuğum hiçbir şey kalmasın istiyorum, bakarsın önümüzdeki günlerde kafama göre bir programa kalkışabilirim.
AMUDA KALKMAYI DÜŞÜNÜYORUM!
Bütün kadın yazarları-röportajcıları sizinle kıyaslıyorlar. Bu durum adil mi sizce?
Bu beni yeme sorusu değil mi! Kimsenin işinin zorlaştırma gibi bir niyetim yok. Ben insanları şaşırtmaktan hoşlanan biriyim. Ben de eğleniyorum. Sürekli ayakta dikilip poz vermek sıkıcı, o yüzden arada yatağa giriyorum. Komik çünkü. Fakat iki kere yaptım, Ajda ve Özge Ulusoy’la artık kendimi tekrarlamamak için yapmamam lazım. Şimdi amuda kalkmayı düşünüyorum!
EVDE BENİ İPLEYEN YOK!
Peki, Alya gazeteci olsun mu?
O beni aşar, ne istiyorsa olsun, yeter ki tutkuyla yapsın ne yapıyorsa. Tabii ki gazeteciliğe aşığım ama sen beni bir de Ömer ve Alya’yla gör. Dersin ki, ’Bu kadın gazeteci değil, ev kadını.’ Zaten evde beni ipleyen yok! Güya gazeteceyim haberleri bile seyrettirmiyorlar, Ömer maçını seyrediyor, Alya çizgi filmini. İtibarım sıfır evde. Bana hep, ’Eşin ne diyor? Seksi pozlarına kızmıyor mu?’ filan diyorlar. Onlar evde başka bir kadın tanıyorlar, anne ve eş olan. Evdeyken, gazeteci olan kadını, kapı dışarı ediyoruz. O benim sahne halim gibi. Mesleğime aşığım ama kocama daha çok aşığım. Beni sıkan, kısıtlayan biri olsaydı geberir giderdim, tam tersine birlikte olduğu kadının renklerini çıkaran ve bununla eğlenen bir adamla birlikteyim. Bunu da yeri gelmişken belirteyim...